
Kenan EROĞLU
Bir süredir, ülkemiz insanı veya biraz okumuş takımı farklı davranışlar sergiliyorlar.
Aynı eğitimi aldığı, aynı okullarda okuduğu, aynı sokakta yetiştiği ve genel olarak aynı kültürü aldığını sandığımız insanlarla, aynı kimlikleri taşıdığımız halde, aynı ülkenin vatandaşı olduğumuz halde sanki başka ve düşman ülkelerin insanları gibi davranıyorlar.
Ülkenin, toplumun gelişmesi, güçlenmesi, kalkınması ve mütecanis bir toplum olmasının tamamen aksine işler, fikirler ileri sürüyorlar. Yıkıcı eylemlere katılıyor ve bu eylemleri destekliyorlar.
Bu insanlar nerede ve nasıl yetişti, kim yetiştirdi. Bu insanlarla aynı okullarda okumadık mı? Bu gibilerin öğretmenleri başka bir ülkeden mi gelip de bunlara eğitim verdi, yoksa bu kişilerin öğretmenlerinin hepsi bölücü, yıkıcı ve zararlı fikirlerin sahipleri miydi? Veya bu gibi kişilerin öğretmenleri tahsil hayatları boyunca bu insanlara zararlı fikirleri, millete ve milletin değerleri ile birlikte her şeye karşı olmayı, hiçbir şeyden memnun olmamayı mı öğrettiler. Eğer böyle değilse ama neden bu insanlar böyle iyi ya da kötü her şeye karşılar.
Onlar için her şey kötü, Bazı iyi adımları bırakın, memleket ve millet için atılan her adımın karşısındalar.
Sanki teyakkuz halinde bekliyorlar, iktidar muhalefet fark etmeden karşıdaki kişinin söz söylemeye başladığı andan itibaren karşı fikir ileri sürüyorlar.
Ya da ellerinde-arkalarında önceden yapılması muhtemel her icraata, her hayırlı işe karşı hazırlanmış. “Olmaz, istemezük, yanlış, öyle değil, hatalı, kötü, berbat, böyle seçim mi olur? Her şey berbat, herkes hırsız, herkes soyguncu, herkes din istismarcısı, herkes gerici, herkes yobaz, böyle demokrasi mi olur? Böyle hükümet mi olur? Böyle yol mu olur? Böyle köprü mü olur? Vs.” Gibi hazır şablonlar var, her söze her davranışa hiç düşünmeden, hiç tereddüt etmeden hemen birini çıkarıyor, gösteriyorlar.
Nasıl oluyor da insanımız özellikle de okumuşlarımız, bu kadar kuralsız, kaidesiz ve serseri davranıyor. Okumuşumuz nazarında hiçbir şeyin önemi ve değeri yok.
Bu gibi insanlara göre, eksik olan hatalı olan ve yanlış yapan hep başkalarıdır. Kendileri hiç hata yapmaz, yanlışa düşmezler. Bu insanlar bu “tenkit makineleri” de bizim gibi aynı okullarda okudular, aynı dersleri gördüler, aynı öğütleri aldılar, benzer ailelerde yetiştiler ama gel gör ki bunların nazarında ne yazık ki hayatta hiç iyi birşey yok. Bu kadar karamsarlık içerisinde bu insanlar acaba nasıl yaşıyorlar, “Şükür” edecek hiçbir yön bulamadıkları halde nasıl dayanıyorlar bu hayata acaba?
Onlar adına üzülmemek elde değil. Onlar için bu hayat çekilmez bu ülke yaşanmazdır. Nasıl katlanıyorlar! Nasıl yaşıyorlar! Nasıl da her şeyin bir kusurunu buluyorlar, her şeye bir kulp takıyorlar. Bu gibi insanlar evlerinde, aile hayatlarında nasıl idare ediyorlar? Bu gibi insanların memlekete ve millete faydası olur mu? Onlara göre her şey berbat olduğu için bunlar iş de yapmazlar, işyerine gitmezler, izin alırlar, rapor alırlar, geç gider erken çıkarlar, mesaiye uymazlar, yaptıkları işleri hep savsaklarlar. İşlerin yürümesine engel olurlar. Bu gibi insanlar ne zaman kendilerinin farkında olacaklar, İçinde bulunduğumuz ve mensubu olmakla gurur duyduğumuz milletimizin büyüklüğünü ne zaman anlayacaklar.
Netice itibariyle görülüyor ki eğitim sistemimiz, ne yazık ki, “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olan şahsiyet sahibi insanlar yerine; ideolojilerin kölesi olmuş, bağımsız düşünme yeteneğini yitirmiş, vicdanı tefessüh etmiş nesiller yetiştiriyor. Konu ile ilgili olması bakımından Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu’nun bir tesbiti ile yazımızı bitirelim.
“1- Türkiye’mizde, diploma sahibine, bol keseden “aydın“ payesi verilmektedir. Hâlbuki diplomalılarımızın pek çoğu, sadece okur-yazardır.
2- İngiliz aydını, çok sağlam İngiliz’dir. Fransız aydını iyi bir Fransız’dır. Alman aydını, her şeyi ile Alman’dır. Türk aydınına gelince: Pek çoğu halka “yabancılaşmış“, kendini batılı zanneden, halka, sömürge idarecisinin sömürge halkına yaptığı gibi “tepeden“ bakan, halkındaki değerlerden uzaklaşmış, kopmuş olmayı marifet sayan tiplerdir.
3- ……. Son iki yüz yıldır başlamış olan “batılılaşma sürecinde”, ölçü kaçırıldığı, dengeler iyi kurulamadığı için, korkunç bir dolaylı “kültür emperyalizmi“ ne maruz kaldık. Batılı bir sömürgecinin yapamayacağını kendimiz “Batılılaşıyoruz“ diye gönüllü olarak yaptık ve yapmaktayız.” (Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu “İslam Laiklik Tartışmaları”, İslam’ın Bu Günkü Meseleleri, Türk Yurdu Yayınları. Ankara: 1997, s: 213