KARDAŞ KÖMEĞİ
Halim Kaya
Hayati Tek ismini 1980’li yılların ikinci yarısında duyardım. Nitekim 1987-1992 yılları arasında Ülkü Ocaklarının çıkarmış olduğu “Bizim Ocak” dergisinin kadrosunda olduğunu okuyoruz biyografisinden. Ben de 1984 yılından itibaren 1989 kadar gayrı resmi ve gönüllü Bursa Ülkü Ocaklarında görevliydim. Başbuğun cezaevinden çıktığı ve ilk Bursa ziyaretinde lokal tutup 1980 sonrası ilk resmi ÜlküOcakları açılışını yapan ekipteydim. Hatta sanırım hiç kesintisiz ihtilalden öncesinden beri Ülkücülere hizmet eden Yurtoğlu Apartmanında birlikte kaldığımız Ahmet Vakıf Şahin idi, ikimiz yıllar sonra konuşan canlı olarak yüz yüze gördüğümüz Başbuğ’un konuşmasını dinlemeyi yarıda kesip konferansından çıkıp, tuttuğumuz lokali gece sabaha kadar tefriş ederek, ertesi gün Başbuğ tarafından yapılacak açılışı hazır hale getirmiştik. Hem de açılış saatine kadar hiç uyumadan düzenleme yaparak, eksikleri tamamlayarak.Hayati Tek ile kader biz ayrı düşürdü. Belki biraz da güçsüz kıldı. Ancak yollarımızın ayrıldığı o günden bugüne kadar kendisinden bir haber alamadık, almadık.
Bugün bu “KardaşKömeği” adlı kitabı ile tekrar temas sağladık Hayati Tek ile. Beni cezbeden tarafı kitabın Türkiye Türkçesi ile değil de Azerbaycan Türkçesi ile verilmiş ismiydi. Beni kendisine çağıran okumaya teşvik eden kitabın ismiydi. Kitabın isminin verdiği Türk Dünyası kardeşlik duygusuydu. “Kömek” yardım demek olup “KardaşKömeği” de “kardeş Yardımı” demektir. Kafka cephesi savaşlarında Anadolu Türklerine Azerbaycan Türkleri tarafından yapılan yardımları ifade etmek için kullanılmıştır.
Hayati Tek’in yazdığı “KardaşKömeği” adlı kitap, Artmental Yayınları tarından tam da Cumhuriyetin ilan edildiği gün gibi anlamlı bir günde 29 Ekim 2023 tarihinde 1000 adet birinci baskı olarak basılmış. Kitap 571 sayfa ve numaralandırılmış 61 bölümden müteşekkil bir belgesel roman, romanın sonunda yararlanılan kitap ve makaleler de uzun bir liste halinde verilmiş.
Hayati Tek romana Osmanlı ve Azerbaycan arasında irtibat kurduğu, Azerbaycan zenginlerinden Hacı Zeynelabidin Tağıyev’in Berlin seyahati ve bu seyahat sırasında karşılaştığı kötü muamele üzerine başvurduğu ve yardımını talep ettiği Osmanlı’nın Berlin Büyükelçisi Mahmud Muhtar Paşa arasında başlayan ilişkiyi anlatarak romana başlıyor (s.7).
Hayati Tek’in “Kardaş Kömeği” sanki Kafkas ve Azerbaycan tarihinden detaylı bir kesit gibi bize yakın tarih bilgisi vermekte, bütün Türk dünyasında olduğu gibi oralarda yaşayan Türklerin düşmanlar ile yaptığı mücadelenin tarih sayfalarında kalanlarını gözler önüne serip göstermeye çalışıyor. Hayati Tek roman gibi bir edebiyat türü ile insanlara sıkılmadan tarih okuyacağı bir eser yazarak tarih öğretimindeki sıkıcılığı kaldırarak tarih öğrenmeyi de kolaylaştırmıştır. Osmanlı Azerbaycan arsındaki ilişkilerin farklı iki devlet gibi uluslararası resmi prosedüre göre değil iç içe yaşayan bir milletin iki devleti gibi yardımlaşarak yürüdüğünü göstermiştir.
Azerbaycan zenginlerinden olan roman kahramanımız Hacı ZeynelabidinTağıyev“İnsanlar canlarını ayaklarının altına serilen şeyler için değil, başlarında dolanan fikirleri, yüreklerinde çırpınan inançları, hayallerini süsleyen emelleri için feda etmelidirler.” (s.361) ifadeleriyle bir zenginin bile gönlünde yatanın zenginlik değil fikir ve inançları olması gerektiğini söylüyor.
Hayati tek Hacı ZeynelabidinTağıyev’in yapmış olduğu sosyal yardımlardan bahis açarak toplumda meydana gelen değişim ve bu değişim esnasında yaşana gerilim ve sürtüşmeleri dillendirerek, dogmaların dinleştirildiğini (s.33-34) ve taassubun din haline geldiğin, yıkmanın kolay yapmanın zor olduğunu, Topcubaşov’danGaspıralı İsmail Bey’e bir fikrin tohumunun nasıl toprağa düşüp, çimlenerek fidana dönüştüğünü, daha sonra meyve vermeye başladığını görüyoruz kızların okutulması ve usul-u ceditçi eğitim fikriyle.
Türk tarihinden bilgi veren bir roman olarak kalmamış “KardaşKömeği” aynı zamanda Türk Dünyasının hürriyeti ve birliği için mücadele veren İsmail Gaspıralı ve AhmedCevadAhunzade gibi aydınların isimlerini kayıt altına alıp ölümsüzleştirirken, onların mücadeleleri hakkında okuyucuyu bilgilendirmekte, davası Türk birliği olanlara da İsmail Gaspıralı’yı anma günü (s.40) düzenleterek Türk büyüklerini anarak onları yaşatmalarını ve unutulmalarına engel olmaları gerektiğini dikte eder gibi birliğin başka bir yolunun da bu olduğunu göstermektedir. Ali MerdanTopçubaşov yapmış olduğu Gaspıralı İsmail Bey hakkındaki konuşmada İsmail Gaspıralı’nın63 yıllık ömrü boyunca verdiği mücadelenin özetinin “Aydınlanma, Türk Birliği, İslam Birliği” (s.45) olduğunu ve bu uğurda “Dilde Fikirde İş’te Birlik” (s.46) şiarıyla Tercüman gazetesini çıkardığını,Ali MerdanTopçubaşov’unGaspıarlı İsmail Bey hakkında konuşma yaptığı gün itibarıyla İsmail Bey’in öncülük ettiği bütün Türk dünyasında açılan Usul-u cedit okullarının sayısının 5000’ne ulaştığını (s.47) ifade etmiştir. Usul-u Cedit okullarının sayısının beş bine ulaşması bundan 150-200 yıl öncesi için çok iyi bir başarıdır. Ancak bu başarıyı sonuçsuz bırakan Rusya’nın işgalci gücüdür. Türkler Aydınlanma yolunda adım atmış ancak Rusya gibi ülkeler bu çabaların semeresini vermesine müsaade etmemişler. Her ne kadar fırsat bulamamış olsa da bugünde geriye baktığımızda bu emeklerin Türk dünyasının bağımsızlığında temel olduğunu söylemeden geçmek abes olur. Bu mücadeleler olmasaydı Türk dünyası olarak bugün bu durumda olmazdık.
Özelde Azerbaycan için söylenmiş bir söz olsa da aslında bütün Türk dünyasının problemi olan gazetelerin asıl amacından çıktığından sadece haber amaçlı kullanıldığından yakınan konferansçı Ali MerdanTopçubaşov “Hürriyetten mahrum Azerbaycanlılar olarak gazeteleri uyanış, şuurlanış ve yükseliş meşaleleri olarak görmek durumundayız.” (s.50) ifadeleriyle daha o günden gazetelerin amacından saptığına dikkate çekmektedir ancak bugün gazete ve aynı vazifeyi gören dergi, internet haber siteleri Ali MerdanTopçubaşov’un eleştirisinden daha farklı daha zararlı bir boyuta evrildi. Haber vermekten de sıyrılıp artık eğlence ve boş işler ile doldurulmuş sayfalarıyla sadece göze ve zevke hitap ederek milli ve dini duyguları öldürüyorlar. Devlet millet umurlarında değil. Hiçbir ciddi endişeleri yok sadece eğlenmek ve malayani lakırdılar ile ceplerine girecek paralara bakıyorlar. Yaydıkları sadece fuhşiyat. Yeniden doğuş hamlesinin sembolleri olarak da “Hayat, Hilal, İrşad, mektep, Tekâmül, Terakki, Burhan-ı Terakki, Malumat, Dirilik, İttifak, Hakikat, Asar-ı Hakikat, Hümmet, Füzuyat, Sada-yımVatan, Sada-yı hak, Güneş, Işık, Ziya, Ziya-ı Kafkas, Hak Yolu, Yoldaş, Basiret, İkbal, Nicat, Rehber” (s.50-51) çıkarıldığını matbuatın isimlerini sıralamaktadır. Bu çıkarılmış matbuatın isimleri hep umut ve gelecek ile ilgilihedefleri anlatıyor.
Rusya esir aldığı Türkleri kamplara gönderiyor, ancak ne trenlerde ne de kamplarda insanca seyahat edebiliyor ne de insanca yaşayabiliyorlardı. Şartlar çok kötü olduğu gibi kapasitesinin üstünde esir barındırıyordu. Temizlik ve beslenme ile ilgili hiçbir tedbir alınmamışken Sağlıkla ilgili tedbirlerin esamesi bile okunmuyordu. Esirlerin kalacağı bazı yerleri de Azerbaycan’ın Türk zenginleri ya gönüllü olarak ya da devletin talep etmesi üzerine karşılıyordu. Azerbaycan Türklerinin yardım kuruluşu Cemiyet-i Hayriye de bundan geri kalmıyordu. Azerbaycan Türklerinin kurduğu ve Osmanlı Türk esirlerine hizmet veren “Cemiyet-i Hayriye isimli kuruluşlarına bağlı bir hastaneleri var.” (s.91) deyip devamla “Azerbaycanlı milyonerler içersinde öne çıkan, Çar nezdinde asil devlet müşaviri olan Hacı Zeynelabidin Tağıyev isimli zat, fabrikalarından birini cezaevi olarak düzenleyip emrimize bıraktı. Bütün masraflarını kendisi karşılıyor.” (s.91) diyen Rus Vali Alişevski sanki devlet şartların iyileştirilmesi için hiçbir şey yapmıyor demek istiyor.
Rusya’nın yetersizliği ve ihmali sonucu yaşanan esirlerin kötü şartlarda ölümcül bir hayata mahkûmiyetinin yanında esir nakli sırasında Türklerin başında görevlendirilen Ermeni askerlerin yaptıkları da cabası ki İngiltere Kralı V.George, Alman İmparatoru II.Wilhelm ve Rus Çarı II.Nikolay’ın akrabası, Rus Dvelet Konseyi üyesi, Rus Kızılhaçı Başkanı ve Çarlık Orduları Sıhhiye ve Tahliye Birimleri Yüksek Başkanı Oldenburg Prensi General Aleksandr Petrovich’e “Kafkasya Naibi İllarion Vorontsov-Daşkov’a, Kafkasya başkomutanlığımızın Türk esirlerine muhafızlık eden Ermenilerin yaptıkları zulümlerden galiba haberi yok. (…) İnsaniyet namına derhal Kafkasya Cephelerine emir vererek, Türk esirlerinin naklinde tek bir Ermeni askerin dahi görevlendirilmemesi için gerekli tedbirleri almanızı rica ederim.” (s.100) gibi bir mektubu yazmak zorunda bırakmıştır. Bu mektubu yazan kişinin temsil ettiği Rusya yıllarca hem Anadolu’da hem de Azerbaycan’da Ermenileri Türklere karşı kışkırtmış ve silahlandırmış olduğu gerçeği de cabası.
Sadece Sarıkamış Harekâtı ve Kafkasya’da cereyan eden Osmanlı Rus savaşlarında değil Balkan Savaşlarında da Azerbaycan Türkleri Osmanlıya yardım etmişler, gençleri asker yazılırken kızları da cephelerde Hilal-ı Ahmer’e gönüllü hemşire olarak hizmet sunmuşlardı. Hacı ZeynelabidinTağıyev Hilal-ı Ahmer’e “yarım milyon ruble bağışla”dığı (s.121) için Vali Alişevski tarafından sorgulanmış o da kendisini “Türklere değil Hilal-i Ahmer’e yardım etti”ğini (s.122) söyleyerek savunmuştu.Hatta bütün Azerbaycan Türklerini kapsayacak kararlar almışlardı. “Cemiyeti Harbiye olarak, Osmanlı harpten kurtuluncaya kadar gençlerin evlenmemesi, hiçbir Azerbaycanlının sinema ve tiyatroya gitmemesi, eşlerin yakınlaşmaması, erkeklerin tıraş olmaması yönünde kararlar almış” (s.122) ve bir dilenci en verimli gün hasılatı olarak savaş bitene kadarCuma günleri cami önünde dilendiği hasılatı Osmanlı Türklerine gönderilmek üzere verdiği (s.122) gibi “Hacı Cenaplarının, Ali Merdan Bey’in eşleri ve [Cemiyet-i Hayriye Başkanı Esedullayev’in] annem, kulaklarındaki küpelerine varıncaya kadar bütün değerli mücevherlerini konsolosluğa teslim etmişlerdi.” (s.122) Özellikle Balkan Harplerinde, I. Dünya Savaşında, Çanakkale Savaşında ve Türkiye’nin Kurtuluş Savaşında her ne kadar cephede birileri savaşmış olsa da bu savaşanları insan ve maddi kaynak olarak destekleyen, besleyen çok geniş bir insan hinterlandına sahiptir ki bu hinterlant Türkiye için Turan’dır. “Din adamından milyonerine kadar o kadar çok Azerbaycanlı, Sırp ve Bulgarlara karşı savaşmak için İstanbul’a gitmişti ki, Enver Paşa, bizzat kendi himayesinde dört taburluk Kafkas gönüllü kıtası kurmuş, başına komutan olarak Süleyman Askerî Bey’i atamıştı.” (s.123)
Azerbaycan’da matbaacılık sektöründe faaliyet gösteren Oruçov kardeşlerden en büyüğünün Osmanlı Rus savaşında Kafkas cephesinde mağdur olan Kars, Ardahan, Oltu muhacirlerine yardım etmek için çıkarmayı düşünülen “Kardaş Kömeği” adlı gazetenin masraflarından bazılarını, asli masrafları üstlenmek için öne atılması ve “Gazetenin kâğıt ve baskı işlerini biz üstleniyoruz.” (s. 124) çıkışına itiraz eden İttifak, Seda, Seda-yı vatan Seda-yıKafkaz gazeteleri sahibi Haşim Bey Vezirov ve İkdam gazetesi sahibi Ali Muhtar Aliekberov’un kağıt masraflarına ortak olmaları, yardımda yarışmalar ne asil bir davranış. Bunu ömrünün çoğunu milli duygularla topluma, devlete, millete hizmet yolunda harcamış bir olarak yardım toplamanın zorluklarını bilerek burada ismi geçen ve geçmeyen bu uğruda hizmeti geçmiş atalarımızı saygıyla selamlıyor manevi huzurlarında eğiliyorum. Allah cümlesinden razı olsun Türk’ün bu kahraman evlatlarından.KardaşKöeği gazetesi Nevruzun üçüncü günü çıktı ve görünür bir yerinde “Milli felaket karşısında milli matbuatımızın ittihadını gösterir bu gazete, hasılatı harpzede Müslümanlar yarına olmak üzere bir günlük neşrolunur.” (s.126) ibaresi yazıyordu. Gazete satışından elde edilen 1300 rublenin tamamı Cemiyeti Hayriye’ye teslim edilmiştir.
Azerbaycan Türkleri kurdukları Cemiyet-i Hayriyye vasıtasıyla yürüttükleri “Kardaş Kömeği” ile sadece Sarıkamış Harekâtı ve Kafkas cephesi savaşlarında esir düşen Osmanlı Askerlerine değil, çocuk, kadın, yaşlı demeden esir alına ve Rusya’nın iç bölgelerine doğru gönderilen sivil halka Sağlık, Gıda, Hastane, Darıeytam-Yetimler Yurdu gibi yardım ederken Kars, Ardahan, Oltu, Sarıkamış, Kağızman, Hınıs vs. işgal altındaki Osmanlı Türk topraklarına da başta gıda yardımı olmak üzere sağlık, eğitim, dini hizmetler vermeye çalışmışlardır (s.144).
Ressam Azim Azimzade mevzu milli konular olunca sanatıyla “Kardaş Kömeği”ne yardımda bulunmuş, ihtiyaç duyulan tabloları, sokaklar asılacak resim ve afişleri, nişan ve alametleri hazırlayarak katkı vermiştir. Hayati tek sanatın gücünü ve sanata, sanatçıya olan saygıyı ve sanatçını milli çıkarlara sağladığı faydayı ele almış ve savaşlarda bile bir milletin sanata ve sanatçıya olan ihtiyacını dile getirmiştir (s.146-150).
Her kesimden Azerbaycan Türkleri arsında yardım yapma o kadar can-u gönülden isteyerek oluyordu ki bir grup Azerbaycanlı hanımın pişirdiği ekmekleri torbalara koyup denize bırakarak Narin adasında ki Rus işgali altındaki Müslüman Türklere ulaştırmaya çalışıyorlardı. “Tabi haber alamıyoruz torbaların akıbetinden Artık ne yapalım, kardeşlerimize ulaşmasa bile balıklara rızık oluyordur.” (s.152) Azerbaycanlılar “Kardaş Kömeği” adını verdikleri yardım kampanyasını bayram havasında katılımla bütün halka mal etmişlerdi. “7 Mayıs sabahı Bakülüler adeta gecikmeli nevruz kutluyorlardı. Afiş ve posterlerle süslenen cadde ve sokaklar insan kaynıyor, genç kızlar ve delikanlılar telaşla koşturuyor, ellerindeki kutulara konulan paraları gördükçe şevkleri daha da artıyordu.” (s.154) Bakü’deki bu yardım toplama başarısının sırrını Tağıyev “Erkeği yücelten cesareti, kadını yücelten iffetidir Ağa Musa. Hamdolsun bizim erlerimiz cesur, hanımlarımız gayretli hem iffetli hem de vatanî ahlak sahibidir.” (s.156) ifadeleriyle açıklıyordu. Toplanacak yardımlardan çok birliğin önemli olduğunu Cemiyet-i Hayriye Başkanı Esedullayev’e HacıTağıyev “Toplanacak para yirmi- otuz bini geçmeyecek belki. Bu miktarı her birimiz cebimizden çıkarıp koyarız ortaya. Asıl kıymetli olan, meydana çıkan birlik tablosudur.” (s.157) ifadeleriyle anlatıyordu. Bir işin çözülmesinde ziyade o işin çözüm şeklinin önem kazandığı anlardan bir andı bu, milli dayanışma günü vazifesi görmüştü. Nitekim toplanan yardımların toplamı 25000 rubleydi (s.158).
Osmanlı Hükümeti Kafkas Cephesinin arkasını emniyete almak, 1890’dan itibaren Erzurum, Sasun, Van, Adana, Zeytun, Muş isyanlarını çıkaran Ermenilere dur demek, Türk katliamını önlemek, Ruslara bilgi sızdıran casusluk yapan Ermenileri Ruslardan uzak tutacak bir kanun çıkardı. “Sadrazam Talat Paşa, 23 Mayıs’ta 4. Ordu Komutanlığı’na gönderdiği şifrede, Erzurum ve Van havalisinde yaşayan Ermenilerin Musul’un güney kesimleriyle Urfa ve Deyr-i Zor sancaklarına; Adana, Halep, Maraş civarındakilerin Suriye’nin doğusu ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna sevk ve iskân edileceğini bildirdi. Tehcir kanunun yürürlüğe girmesiyle Doğu Anadolu’da meskûn binlerce Ermeni, Irak’a gitmektense Kafkaslara geçmeyi tercih etti.” (s.159) Hayati Tek bu ifadelerle bugüne kadar pek gündeme getirilmemiş bir konuyu dile getirmektedir. Tehcire tabi tutulan Ermenilerin katliama uğradığını savunalar, Irak ve Suriye’ye giden Ermeniler üzerinde tespit ettikleri pek de sağlıklı olmayan sayılarla bunu iddia etmektedirler. Tehcire tabi olan Ermenilerin sayısını doğru tespit edebilmek için Irak’a iskân edilenleri, Suriye’ye iskân edilenleri Anadolu’nun cepheden uzak içi bölgelerine iskân edilenleri, tehcir sırasında hastalık vs. gibi sebeplerle ölenleri, Türkiye’de din ve millet değişikliği yaparak kripto bir vaziyette hayatını devam ettirenleri sayılarını doğru tespit etmek gerektiği gibi bulunmak istenen bu toplam sayıya Hayati Tek’in ifade ettiği Kafkasya’ya geçenlerinde doğru bir tespitinin yapılması, ayrıca ABD, Fransa, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerine kendi imkanlarıyla gidenlerin de tespitlerinin yapılarak bu toplama eklenmesi gerekir. Bu tehcir ve iskân tespitlerinin sağlıklı yapılmasıyla ortaya çıkacak sayı gösterecektir ki, göstermektedir ki Türkler bir Erme4ni Soykırımı yapmamış sadece vatan müdafaası için halkı içeresinden ihanet eden bir kesimi bulunduğu bir yerden başka bir vatan toprağına iskân etmiştir. Irak ve Suriye’nin Osmanlı toprağı olduğu göz önüne alınırsa ihanet edenleri vatanından sınır dışı dahi etmemiştir.
Rus işgalindeki Artvin ve Ardahan Osmanlı askeri tarafından kurtarılınca halk kırk yıllık Rus zülüm sona erdi Ermeni ve Rumların taşkınlıklarından kurtulacağı diye Osmanlı askerin sevinç ve alkışlarla karşılamıştı. Artvin ve Ardahan tekrar Rusların eline geçince burada yaşayan halka Osmanlı askerini alkışlayarak karşıladıkları için vatana ihanetten dava açılmıştı KardaşKömeği bunu duyunca onları savunmak için avukatlardan oluşan bir heyet gönderir. Avukatların savunmalarına rağmen vatana ihanetten ceza almalarını önleyemez. Bu mahkeme tarafından yapılan yargılamada “Üç gün süren mahkeme sonucunda, tutuklu yargılanan 840 kişiden 72’si idam, Sibirya’ya sürgün ve uzun süreli hapis gibi cezalara çarptırıldılar.” (s.175) Tiflis’te Temur Bey ve Acara’dan bir heyetin Rus Çarı II. Nikolay’ın en küçük kardeşi Grandük Mihail Aleksandroviç Romanov’u ziyaret ederek yaşanılanları anlatmasından başka Cemiyet-i Hayriye başkanı Esedullayev ve Milletvekili Mehmet Yusuf Caferov’da Moskova’da Duma’da yapmış oldukları girişimler ve General Yolicin’in raporu da aynı minval üzere olunca Rus Çarı II. Nikolay Türklere zulm eden Ermeni ve Rumlara ayrıcalıklı davranan “Kafkasya Naibi Kont Vorontsov-Daşkov emekli edilerek yerine grandük Nikolay Nikolayeviç Romanov’u tayin etti.” (s.177)
1915 yılında Çanakkale savaşı sırasında 15 Nisan tarihinde Osmanlı devletinin askeri gücünü bölmek üzere Ermeni isyanı çıkarılmış, 27 Mayıs 1915’te de tehcir Kanun çıkmıştır. Bu tarihte Rusya’da 1685000, Türkiye’de 1300000, İran’da 80000 Ermeni yaşamaktadır (s.188). Türkiye’de yaşayan Ermenilerin de en fazla 800-900 bini Ermenilerin tehcire tabi tutulduğu Doğu Anadolu bölgesinde yaşamaktadır (s.189). Güney Kafkasya’da yaşayan Ermeni sayısı da 1400000 civarındadır (s.189). Türkiye’de özellikle Doğu Anadolu’da yaşayan nüfusa rağmen Ermenilerin Tehcir sırasındaki katledildiklerini iddia ettikleri sayı ile sağ kalan göç ettirilen ve Batılı ülkeler diğer kaçan Ermeniler birlikte kıyaslandığında iddialarının asılsız olduğu görülecektir.
Rus ordusu Erzurum’a kadar işgal ederken yardıma muhtaç olan sadece işgal edilen yerlerde yaşayan Türkler değildi, üretime müsait erkekler askere alındığı için gıda üretimi azalmış, dolayısıyla gıda fiyatları yükselmiş, zaten kıt kanaat geçinen Rus halkı gıda temininde zorluklar yaşamaya başlamıştır. Halk yer yer isyana başlamış, gıda tüccarlarının iş yerleri yağmalanmıştır. Bu yağma ve isyan ta Rusya’nın başkenti Moskova’ya kadar ulaşmış Moskovalı kadınlar gıda bulamadıkların için isyan edip yağmaya başvurmuşlardır (s.222). Savaş sadece işgal edilen ülke halkını mağdur etmiyordu, zaten iyi yönetilmeyen Rusya halkını da zorluyordu. Bakü’ye de sirayet eden isyan ve yağma 4 gün sürdü, bu yağmaya “BabiyBunt” (s.237) adı verildi.
“Erzurum’un ardından 18 Şubat’ta Muş, 24 Şubat’ta Rize, 3 Mart’ta Bitlis ve 28 Nisan’da Trabzon’un işgali etmiş olan Rusların yeni hedefleri Bayburt ve Erzincan’ı ele geçirmekti.” (s.246) Kars, Ardahan, Artvin ve Erzurum’dan sonra Rize, Trabzon, Muş ve Bitlis’in de düşmesi Rusların eline geçmesi, kaçanların da Batum’a yönelmesi ve Kardaş Kömeği Cemiyet-i Hayriye teşkilatının buralara yardım götürmek için çabalaması, ayrı devlet olmalarına rağmen kültür ve din bakımında aynı inançlara sahip ve coğrafya olarak da birbirini besleyen bir yapıya sahip olmasının gereğiydi. Şimdi daha çok kullanılan “İki Dövlet, bir millet” söylemine coğrafi mecburiyetler de eklenince “Kardaş Kömeği” mecburiyet kesbediyordu. Baş Kömekçi Dr. Sultanov’un Erzurumlulara hitaben Ruşen Efendiyev Bey’e yazdığı mektupta kullandığı “Eski haritaların çizgisinden anlıyoruz ki, bizler sisin haritanızdan çıkarılmışız, bugün Rus elinde yaşamaktayız. Zaman geliyor ki bu harita birleşecek, sizinle birlikte bir harita olarak görüneceğiz” (s.254) ifadeleri Erzurumluların Cemiyet-i Hayriye ve Azerbaycan’a karşı büyük muhabbet duymasına vesile olur.
Rus Kafkas Orduları Karargahında görevli Tatar Albay ile görüşen Baş Kömekçi Hüsrev bey’in aldığı bilgiye göre “Sarıkamış’tan hemen sonra yap[tığı palanda] General Kuropatkin, işgal edilecek Anadolu topraklarının Erzurum ve Sivas genel valilikleri altında iki kısıma ayrılmasını öner[miş]. Erzurum genel valiliği Elâzığ, Bitlis, Van, Diyarbakır ve Trabzon’u; Sivas genel valiliği ise Kastamonu ve Bursa’yı kapsıyor” (s.249) olması Rusların Kastamonu ve Bursa’yı da işgali, düşündüğünü ve “Kafkas Orduları Kurmay Başkanı General Yudenich, dönemin Kafkasya Naibi Vorıntsov-Daşkov’a sunduğu raporda, Türklerden boşalacak topraklara yerleşmek niyetini taşıyan Ermenileri savaştan sonra yerlerinden kıpırdatmanın mümkün olmayacağını belirterek, işgal edilen bölgelere Kuban ve Don Kozaklarının gönderilmesini tavsiyesinde bulun”ması (s.248) Rusların Anadolu’da kalmak için yaptığı planlardan birisiydi.
“Vakit kaybetmeden ilgili şehre giden Efendiyev, burada ki doksan sekiz çocuğun yanı sıra Iğdır sorumlusu Mustafa Vekelov’un Eleşkirt’ten aldırdığı otuz yetimi Tiflis’e, Dilican’daki yirmi sekiz yetimi Gence’ye gönderdi. Tam yüz elli çocuğun Ermenilerin elinden alıp Türk gelenekleri ve İslam inancına göre yetiştirilecekleri yurtlarına gönderen Efendiyev, Baş Kömekçi’den gelen talimat üzerine Oltu’nun yolunu tuttu.” (s.264) Cemiyet-i Hayriye’nin organize ettiği Kardaş Kömeği sadece savaş mağdurlarına sağlık ve gıda yardımıyla sığınma barınma imkânı sağlamıyor, yukarıdaki ifadelerde anlatılmış olduğu gibi hem çocukların İslam ve Türk töresine göre yetiştirilmelerini sağlıyor, nesli muhafaza ediyor, dinlerinin değiştirilmesine set çekiyor hem de kız çocuklarının namusunu koruyarak bir neslin devşirilmesini önleyerek Türk kalmalarını sağlıyordu. Rus askerler in alıp götürdüğü çocukları kurtardıktan sonra yaşanılan başka bir sorun ortaya çıkıyor. “[Rus askerlerin esir aldığı çocukların] çoğu, görev yeri değişen yahut terhis olan askerler tarafından Rusya içlerine götürülüştü. [KardaşKömeği çerçevesinde Efendiyev] Kurtarabildiği yetimleri akrabalarına teslim etmek istediğinde ise büyük bir sıkıntıyla karşılaştı, çocuklar yakınlarını tanımıyor veya ana dillerini unutmuş oluyorlardı.” (s.265) demek ki bu çocuklar ya çok küçük yaşta ailelerinden koparılmış ya da ailelerinden alalı üzerinden birkaç yıl geçmiş olmalı ki çocuklardaki unutma durumu yaşansın.
“Yirmi beş yıllık emeğin ve harcadığın para boşa gitmedi. Seni kutlarım.” (s.267)Bu ifadeler Bakü’ye su getirilmesi için mücadele eden ve bu uğurda parasını ve emeğini harcamaktan sakınmaya Azerbaycan Türk’ü Bakü’nün zenginlerinden Hacı Zeynelabidin Tağıyev’i kutlamak için çekilen daha önce Bakü’de de görev yapmış ve durumu bilen Petersburg eski belediye başkanı Rayevsky’nin telgrafında yazanlardır. Bu durum Rusların işgal ettiği şehirlere hizmet götürmediğini göstermesi yanında Türk zenginlerin halka, millete hizmet uğrunda malını mülkünü harcamaktan sakınmadıklarının da bir göstergesidir. Osman Oktay Ağabeyin zengin milliyetçi iş adamı İdris Yamantürk’ün hayatını anlattığı “Türk Milletine Borcumuz Var” adlı kitapta anlatılanları okumuş biri olarak Hacı Zeynelabidin Tağıyev’in hayatının İdris Yamantürk’ün hayatı ile birbirine benzediğini anlıyoruz. Demek ki milliyetperver Türk için vatan toprağı ha Azerbaycan olmuş ha Türkiye onlar üzerlerine düşeni canı gönülden yaparlar. İdris Yamantürk de Türk Ocağı çerçevesinde aydın insanların gazete dergi ve çeşitli kültürel faaliyetlerine destek olmuş binlerce öğrenciye burs vermiş bir zengin Türk’tür.
Kardaş Kömeği’nde Hayati Tek’ten Mehmet Emin Resulzade’nin önceden Bolşevik olduğunu ve Azerbaycan’da Bolşevizm’in öncülüğünü yaptığını (s.276) hatta Azerbaycan’da yaşanan 1905 Bakü grevleri sırasında Stalin’i ölümden kurtardığını, 1908 yılında İran’a geçtiğini 1911-1913 İstanbul’da Türk Ocağı çevrelerinde Hüseyinzade Ali Bey, Ahmet Ağağoğlu, Yusuf Akçura gibi aydınlarla sohbetler ederek fikirlerini olgunlaştırdığını öğreniyoruz. Mir Said Sultan Galiyev, NerimenNerimanov ve Mehmet Emin Resulzade’nin başlarda Bolşevikliği savunurlarken Mehmet Emin Resulzade’nindaha sonra “her bir Türk toplumunun eşit haklara sahip bağımsız devletler olarak bu emel etrafında kenetlenmesi şeklinde gerçekleşmesi”ni (s.279)savunan Turan anlayışı düşüncesine doğru evrildiğiniÜmmetçilik fikri etrafında bir Turancılığa karşı olduğunu ancak milliyetçilik fikri etrafında bir Turancılık birliğini savunduğunu Hayati Tek tespit ediyor.
Mir Said Sultan Galiyev’in sosyalizm anlayışının merhalelerinin basıl olması gerektiğini Nerimen Nerimanov’un ağzında söylettiriyor Hayati Tek “Önce Tatar sosyalizmi, sonra Turan Sosyalizmi, [daha] sonra İslam sosyalizmi ve en nihayetinde beynelmilel sosyalizm” (s.293) Milli bir sosyalizmden evrensel sosyalizme adım adım gidileceğini vurguluyor. Mir Said Sultan Galiyev Rusya Müslümanları kurultayında Molla Nur Vahidov’un girişimiyle bütün Rusya Müslüman Kurultayı Yürütme Komitesi Sekreterliği görevine seçilir (s.296).
Ömer Faik Nemanzade Bey’in yazdığı “Ben Kimim?” adlı milli duygulardan ve insanların soylarıyla milletlerini tanımaları gerektiğini anlatan yazının son bölümünü Hüseyin Cavid’den okumasını isteyen Mehmet Emin Resulzâde “Bu milletçilik zamanında her millet öz nüfusunu artırmak ve o nüfusla öz nüfuz ve kudretini büyütmek için yüz türlü tedbirler, fedakârlıklar eyliyor.” (s.299) ifadelerini görünce yazının yayınlanacak dergide yer almasını istemiştir. Yazı Türk nüfusunun çoğalmasıyla Türk milletinin başka milletlere söz geçirme gücünün nüfuzunun da artacağını sayıca artan nüfusun milletin kudret ve gücünü de artıracağını bir silah vazifesi göreceğini ifade ediyordu.“… mücadele silahına dönüşmek zorunda kaldı edebiyat. Ne de olsa bir milletin lisanı, mevcudiyetinin en parlak burhanıdır, yerine göre ordular kadar güçlüdür.” (s.304) ifadeleriyle de edebiyatın bir silaha dönüştüğünü dile getirmektedir Resulzade.
1917’de Rusya’da Bolşevik devrim olmuş, Güney Kafkasya Komiserliği ve yeni yönetimi temsilen Rus KAFKAS Ordusu Komutanlığı ile Osmanlı Devleti arasında imzalan 18 Aralık 1917 tarihli “Erzincan Mütarekesi” ile Kafkas cephesi kapanmış, bölgedeki Rus birlikleri Brest-Litovsk’ta başlayan barış görüşmeleri bitene kadar peyderpey bölgeden çekilecek barış anlaşmasıyla da mütareke hükümleri kalkacaktır (s.325).
Rus ve Ermeni basını sağ gösterip sol vuruyor. “Rus ve Ermeni matbuatı Osmanlı’nın Ermenileri topluca yok ettiğini yazarken sahadaki durum tam tersiymiş. Kadın, ihtiyar, çocuk demeden Türkleri katlediyorlarmış.” (s.374) Rus, Ermeni matbuatının yaptığı bir bardak suda fırtına koparmaktır. Yaygarayla kendi yaptıklarını gizlemek, dünya kamuoyunu Türklerin üstüne salmak.
Ermenilerin Azerbaycan Türkü Bakü’nün en zenginlerinden Hacı Zeynelabidin Tağıyev’in oğlu Mehmet Taki’nin Rus Ruleti oynadıkları bir sırada intihar etmesi ve cenazesini Bakü’ye getiren arkadaşlarının silahlarını alan Bolşevik Stephan Şaumyan ile Aloş Çaparidze’nin Bakü petrollerini ele geçirerek hükmetmek maksadıyla planladıkları ve tahrik ettikleri isyan ile yaptıkları soykırıma ait Resulzade’ye gelen bir bilgi notunda “Bir mahallede kulak ve burunları kesilmiş, karınları yarılmış tam elli yedi Müslüman kadının cesetleri bulunmuştur. Bu bahtsız kadınlar, saç örgülerinden birbirine bağlanmış, başları açık, ayakları çıplak vaziyette sokak ortasında katledilmişlerdir.” (s.431) Bu Türklere yapılan soykırımdan daha ilerisi, insanlık dışı bir vahşettir. Ölülere reva görülen bu işkenceler insanlıkla bağdaşmaz, medeniyetten nasibini almamış insan müsveddesi -hayvanlar alınmasın ancak- hayvanlara mahsus bir davranıştır. Yaşlı kadın çocuk demeden öldürmek evleri yakmak, 28 yaşında genç kadını canlı canlı duvara çivilemek, öldürdükleri insanların cesetlerini yaktıkları evlerde ateşe atmak, hamile kadınların karnını yarmak, bebekleri deştikleri annelerinin karınlarından çıkarmak, erkeklerin tenasül uzvunu kesmek, kadınlara tecavüz etmek (s.431) yapılan diğer Ermeni caniliklerinden birkaç tanesidir.1918 yılında Ermeniler tarafından planlanarak yapılan katliamda “30 Mart akşamından 2 Nisan’a kadar geçen süre zarfında sadece Bakü’de 12000 civarında Müslüman [Türk] katledilmiştir.” (s.436)
Azerbaycanlı bir kısım aydın halktan imza toplamış Osmanlı’ya ilhak olmak istiyorlardı. Bu ilhakçılardan bir kısmı ile görüşen Halil Paşa Osmanlı ile ittifak halinde olan Almanların bile ilhaka karşı olduğunu bu yüzden Azerbaycan’ın Osmanlı’ya ilhak edilmesinin mümkün olmadığını “Brest-Litovsk [anlaşması]’a göre hakkımız olan Batum’u bile silah zoruyla alabildik. Bize karşı koyanların arasında güya müttefikimiz olan Alman subayları da vardı, hatta birkaçını esir aldık. Hal böyleyken ilhaka imkânyoktur. Bizim birleşmemizi ne düşman ne de dost devletler kabul eder.” (s.453) dünya uluslararası siyasetinde Osmanlı Azerbaycan birleşmesine reel politik bakışlarını ortaya koymaktadır. “İstiklaliyet kurup müstakil yaşamanız için lüzumu kadar askerimizi göndereceğiz. Her cihetçe yardım edeceğiz. Vatanınızı, kendi vatanımız gibi koruyacağız.” (s.453)önemli olan tek devlet olmak değildir. Bir millet olmanın şuuruyla tek devlet gibi ortak hareket edebilmektir.28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Milli Şurası kuruldu ve Azerbaycan Halk Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti. 4 Haziran 1918’de Osmanlı devleti ile Azerbaycan Halk Cumhuriyeti arasında Batum Antlaşması yapıldı (s.461). Nuri Paşa ilhakçı-İstiklalci diye ikiye bölünmüş Azerbaycanlılarla uğraşmamak için Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Hükümetini tanımadığını ilan etti “Kafkas İslam Ordusu Komutanı’nın [Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa] AHC [Azerbaycan Halk Cumhuriyeti] Hükümeti’ni tanımaması, yıllardır bağımsızlık mücadelesi vermekte olan istiklal yanlılarını hüsrana uğrattı.” (s.466) Ahmet Ağaoğlu ve Nuri Paşa Azerbaycan Türk halkının birbirine düşmesinden dolayı doğacak iç savaşla mücadele etmek istemiyor, Ermenilerin işgalini sonlandırmaya niyetli olduğundan bu kararı alıyor. Ancak görülen lüzum üzerine “Milli Şura Hükümeti kendisini feshedecek, yeni hükümette Bolşevik görüş taşımayan kişiler yer alacak.” (s.469) yeni hükümette Nuri Paşa kendi isteği ve arzusu ile ancak İstanbul’da buluna Resulzade’nin Sadrazam Talat Paşa ile yaptığı istişare sonunda Azerbaycan Ordusu Genel Kurmay başkanı olması yanı sıra Milli Savunma Bakanı da oldu.
Yıllarca Türkiye’de Türklere “Kutu’l Amâre” zaferinden bahsetmeyi yasaklayanlar, tarihin Avusturya-Macaristan İmparatoru Karl von Habsburg’un ağzından sayfalarına kaydedilmiş olan “Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10000 erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut’ta 5 general, 481 subay ve 13300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.” (s.479) diyerek Osmanlı ordusunun İngilizler önündeki başarısını sevinç duyarak tebcil ediyordu.
Osmanlının “Çanakkale” ve “Kutu’lAmâre” zaferlerine ve yer yer diğer cephelerde gösterdiği başarıya rağmen dağılmaktan kurtulamaması ve işgale uğramasının sebeplerini düşününce Azerbaycanlı zenginlerinden Hacı Zeynelabidin Tağıyev bu sebeplerin ikisini “Yedi cephede yedi düvelle çarpıştığı halde kardeşleri için ordu kurup buraya gönderen kardeşlerimiz” (s.493) diyerek bunların bir çok cephede ve İngiliz, Rus, Fransız, İtalya hatta ABD gibi birkaç devlete karşı savaşmak olduğunu ortaya koymuştur. Üçüncüsü de Arapların, Ermenilerin, Rumların savaşta devletlerini desteklemedikleri gibi İngiliz ve Ruslar ile iş birliği yapmaları. Dördüncü sebepte halkın 15 yılı geçkin bir savaş sürecinde fazla kayıp vermeleri, yetersiz lojistik ve yetersiz silaha sahibi olmak, savaşacak nüfusun eksilmesini beşinci sebep olarak da Osmanlı ile ittifak halinde olan Almanların Osmanlı başarısını gizli yollarla engellemeleri gibi sebepleri sayabiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti ile Araplar arasında sanki ifşa edilmemiş-Arapların Osmanlı’nın son savaşlarında ve Kurtuluş savaşında Türklere ihanet ettiği yönünde- bir gizli çekişme yaşanır. Buna karşı da Türkiye’de yaşayan bir kısım insanlar Arapların ihanet etmediğini hatta Çanakkale savaşında biz Türkler ile birlikte savaştıklarını savunur. Hayati Tek’in fikri yapısı ve karakteri gereği sebepsiz Arap düşmanlığı yapmayacağı kanaati ile bir Arap askerin yaptığını anlattığı bir hadise de göstermektedir ki Araplar İslam ve İslam kardeşliğinde Türkleri pek kendilerinden saymamaktadır. “12 Eylül [1918] sabahı savaşın kaderini etkileyebilecek önemli bir gelişme yaşandı. Türk tarafından firar eden bir Arap, Bakü’yü savunanların-İngiliz ve Ermeni-safına geçti. Şahsı sorgulatan [İngiliz] General Dunsterville, Türklerin 14 Eylül’de büyük saldırıya hazırlandıklarını öğrendi.” (s.513) İngiliz General Dunsterville Arap firari askerden aldığı istihbarat doğrultusunda kendi askerlerini düzenledi.
Bakü’yü Ermeni, Rus ve İngiliz işgalinden kurtaran Halil Kut Paşa ile Nuri [Killigil] Paşa zafer sonucu İstanbul’a Enver Paşa’ya çektikleri telgrafa Enver Paşa iki telgraf çekerek cevap veriyor. Resmi kanal denilebilecek harbiye nezareti telgra1f hanesinden çektiği telgrafta “Bakü Ruslara verilecek, petrolünü almanlar alacaktı. Neden oraya tearuza lüzum gördünüz? Niye bunu Başkomutanlığa haber vermediniz? Sizin yeriniz Kars’tır. Bakü’de ne işiniz var? Derhal Kars’a dönünüz ve bir daha Başkomutanlık’tan izin almadan böyle işlere kalkışmayınız.” (s.522) diyor. Üç saat sonra kendi evindeki telgrafhaneden çektiği gayri resmi telgrafta ise “Büyük Turan İmparatorluğunun Hazar kenarındaki zengin bir konak yeri olan Bakü şehrinin zaptı haberini en büyük sevinçle karşılarım. Türk ve İslam tarihi sizin bu hizmetinizi unutmayacaktır. Gazilerimizin gözlerinden öper, şehitlerimize Fatihalar ithaf ederim.” (s.523) diyerek zafer kazanan Halil Paşa ile Nuri Paşayı kutluyordu. Böyle iki farklı telgraf çekmesini sebebi Almanlar ile yaptıkları uluslararası anlaşmalara uymak zorunda olması ve Alman devletinin tepkisini önlemektir. Aslında başından beri Azerbaycanlı aydınlar ile işi kotaran Enver Paşa’dır. Bakü’nün işgalden kurtarılmasıyla “Azerbaycan Milli Meclisi ve Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Hükümeti’nin 20 Eylül [1918] günü Bakü’ye taşınmasıyla her şey yerli yerine oturdu.” (s.525)
Azerbaycan Enver Paşa’nın görevlendirdiği Halil paşa ve Nuri Paşa’nın çabalarıyla bağımsızlığına kavuşmuş ancak Mondros Mütarekesinin imzalanması ile de Osmanlı Ordusunun Bakü’den çekilmesiyle İngiliz işgaline girmiştir.
Hayati Tek “Kardaş Kömeği”nde birbirinden bağımsız tarihi olayları öyle ustalıkla birbirine bağlamış ki okuyucu romanın bu bütünlüğü içinde olaylar arasında zaman ve yer farkları olduğunu anlamıyor. Akıcı bir üslup ile yazılmış “Kardaş Kömeği” romanı Azerbaycan ve Türkiye Türklerinin ortak tarih inşasında bir tuğla taşı mesabesinde bir eser olmuştur.
Kardaş Kömeği romanı Türkiye ya da Osmanlı ile Azerbaycan Türkleri arsındaki yardımlaşma dayanışmayı ortaya koymanın yanında Çarlık Rusya’sı ile Komünist Rusya arsında Türkler için düşmanlık bakımından fark olmadığını, Ermenilerin ekmeğini yediği Türklere bile hıyanet etmekten geri durmadığını, hıyaneti soykırıma hata ölülere işkenceye dönüştürdüğünü ortaya koyan, Türk kardeşliğin ve dayanışmasını, ezeli Ermeni ve Rus Düşmanlığı, Komünizm tehlikesi gibi işlediği üç ayrı konusu ile Türkleri uyandıran bir roman özelliği taşımaktadır.
Hayati Tek “Kardaş Kömeği” kitabında tarihin tozlu raflarında kalmış olan ve Türkiye Türklüğü tarafından pek bilinmeyen bir konuyu detaylıca işleyerek tozlu raflardan indirmiş ve Türkiye Türklüğünün bilgisine sunarken “İki Devlet Tek Millet” düsturunun hakikat olduğunu gösteren bir katkı daha sağlamıştır.