Halim Kaya
Adnan İslamoğulları’nın daha önceden yazdığı “Bizimkisi Bir Ocak Hikâyesi”, “Kuyu”,“Külhan” kitaplarını okumuş ve bu kitaplar hakkında iyi kötü birer değerlendirme yazısı yazmış biri olarak “Müntehir” adlı yeni bir kitap yazdığını görünce sevindim. Çünkü ilk üç kitabı okurken ülkücü maziye ait hatırlatmalar yapmış ve beni o günlerin samimi hesapsız günlerine götürmüştü. “Müntehir” adının “ahir veya tehir” kelimeleriyle ilgili Arapça bir isim olduğunu ve “tehir etmek- sonraya ertelemek” manalarına geldiğini düşünerek aldım. Ancak okumaya başlarken tekrar “Müntehir” kelimesinin manasına lügatten baktım. “Müntehir” aslında “intihar eden” demekmiş konu daha çok ilgimi çekti, bende farklı bir merak uyandırdı. Herhalde kurmaca bir roman, yazarın ülkücü olarak yaşadıklarıyla ilgili bir roman değil dedim.
Adnan İslamoğulları’nın yazdığı dördüncü kitabı bu “Müntehir” kaçıncı baskısı olduğu üzerinde belirtilmemiş olsa da İstanbul’da Ötüken Neşriyat tarafından kuvvetle muhtemel ki birinci baskı olarak basılmış. Kitap 232 sayfa olup numaralandırılmış 17 bölümden oluşmaktadır. Ben bu satırları yazarken baktığım Facebook adlı sosyal medyada yazar Adana İslamoğulları kitabın kısa sürede 3. baskıyı yaptığını yazıyordu. Ancak 25 Ekim’de hayat bulan “Müntehir” romanı 19 Aralık 2024 tarihli x adlı sosyal medya hesabında 4. baskıyı yaptığı yazıyordu ki bu dördüncü baskıyı aynı yıl içinde bir iki ay içinde yakalamak Türkiye gibi bir ülke için çok iyi okunurluk seviyesi demektir. Adnan İslamoğluları milliyetçi camianın çok okunan bir yazarıdır.
Aylin’in twitter’da gezerken Parkta köpeğini gezdiren birisinin köpeğin kendisini orman içine çekiştirmesi üzerine gördüğü çıplak kadın cesedinin fotoğrafını çekip sosyal medyaya koyması üzerine yapılan “ihanet etmiştir orospu” (s.8) yorumu bize toplumun kadını her zaman suçlu gördüğünü düşündürdü. Bu kanaate de Sabri F. Ülgener’in Osmanlıda zihniyet üzerine yazdığı eserleriyle türkülerde, atasözlerinde, şiirlerde, velhasıl-ı kelam iletişim dili olarak kullandığı ortak kelimelerde kullandığı söylem dili ile ortaya koyduğu toplumsal zihniyetin toplumun geleceğini belirleyeceğine dair düşünceleri vesile oldu. Bana toplum olarak bizim, erkek eşine bir sadakatsizlik yaparsa “çapkın” der, sanki onu bir şey başarmış gibi teşvik edici bir sözle taltif ederken, bu sadakatsizlik kadından gelince “orospu” damgası vurup baştan kadını aşağıladığımız, suçladığımızı hatırlattı.
Her ne kadar olay yerinde cesedi inceleyen savcının ağzında vermiş olsa da aslında kitap yazarı Adnan İslamoğulları’nın tıp bilgisinin ve intihar eden kişilerde görülen intihar sonrası hallere derinlemesine bir vukufiyet gösterdiği “Ağızdan az miktarda salya, burundan sümük akıntısı, mevcuttur, dil dişler arasında sıkışmıştır. Gaita atımı yoktur, sidik ve meni atımı mevcuttur.” (s.12) ifadelerinden anlaşılıyor. Çünkü ben bu satırları okurken hiç bunları düşünmedim, her halde okumuş olduğumuz intihar haberleri ya da görmüş olduğumuz intihar resim ve karikatürlerin bizim zihin ardımızda oluşturduğu muhayyel şekil “dili ağzından dışarıya sarkmış ve ipin gerdirmesi dolayısıyla başı azıcık yana eğilmiş asılı bir insan cesedi”dir.
Adnan İslamoğulları’nda bir “Kuyu” bağlantısı var ki ilk romanının adı da ‘Kuyu’ idi. Hz. Yusuf’un kuyuya atılmasından olsa gerek İslam edebiyatında ‘Kuyu’ motifi çokça işlenmiştir. Adnan İslamoğulları da belki son demlerin en fazla bu ‘Kuyu’ motifini ele alan yazarlardan. Onda bazen içine düştüğümüz belirsizlik bir ‘Kuyu’ olur ya da bazen başımıza gelenler Kara, Kör bir Kuyu’ya dönüşür. Bu kitabında da “Kuyunun sahibi beni kuyuya itti. (…) Onun şimdi ihtiyaç sahibi olmayanlara dağıttığı tüm suların kuyularını ben açmıştım oysa.” (s.11), “Bir kuyuya düştüm” (s.17), “… körün gözleri gibi, kuyusunun suyu çekilir kanı çekilir gibi”(s.19) ifadelerle hem ‘Kuyu’ kitabına bir gönderme yapmakta hem de ‘Kuyu” motifini ele almaya devam etmektedir.
Adan İslamoğulları’nın bu son kitabı “Müntehir” diğer kitapları gibi konusunu ülkücülük ve Adnan İslamoğulları’nın görüp yaşadıklarından esinlenerek yazılmış bir kitap değil. Türkiye’de yaşanılan günlük hayattan esinlenerek kaleme alınmış, hatta gerçek hayatta cinayete, kayıplara, eşini aldatıp başkasına kaçma olaylarını aydınlatmak için TV programları yapan Müge Anlı ve gerçek hayatta emniyet müdürü olan kocası ile bir bağ kuruyor.Kurgulamış olduğu Leyla Sarıcakaya cinayeti ilesanki hayatın içinden yaşanmış gerçek bir olaydan alıntı yapılmış bir olay üzerine kurgulanmış romanı ile toplumun sosyolojik röntgenini çekiyor.
Müge programa çıkardığı kişilere sorarak Leyla Sarıcakaya’nın ölüm olayının sırlarını araştırıyor, verdikleri cevaplardan bir ipucu yakalamaya çalışıyordu. Leyla Sarıcakaya ailesini ve mahallesini terk ettiği halde aynı mahalleden çocukluk arkadaşı Leman Dereli’yi zaman zaman ziyaret eder. Bu ziyaretlerden birinde “Yüksek mevkilerden, nüfuz sahibi dostlarım var” (s.28) diyerek nüfuzlu kişilerle kurduğunu ve özel konserler verdiğini söylemişti. Müge’nin programındaki ikinci kişi Leyla Sarıcakaya’nın Üniversiteden sınıf arkadaşı İlknur Seymen onu bir kamu dairesine ait misafir hane önünde görünce orada ne aradığını sorumuşLeyla Sarıcakaya da “Akşam burada sahne alacağım, o sebeple geldim” (s.29) diyerek cevaplamıştı arkadaşını. İlknur Seymen, Leyla Sarıcakaya’yı takip etmiş ve onun bir siyah Mercedes’e binip gittiğini görmüştü. Ancak İlknur Seymen söylenenlere ve gördüklerine inanmamış, araştırmak için bir arkadaşını aramış ve resmi dairenin misafir hanesinde konser olup olmadığını sormuş. “Orada konser falan yok, yalan söylüyor Leyla” (s.29) cevabını almıştı. Bu iki tanığın vermiş olduğu cevaplar Leyla Sarıcakaya’nın üst düzey kamu görevlileri ile para karşılığı cinsel ilişki kurup beraber olduğunun işaretleriydi. Müge reklama gitmiş ama program reklamdan sonra başlamamış gün ortası haberleri başlamış, bu müdahalenin de cinayet olayının ucu kamu görevlilerine dokunması dolayısıyla yayın kamu otoritesi eliyle yasaklanmıştı (s.30).
Adnan İslamoğulları “Müntehir” romanını farklı olayların ele alındığı ayrı yarı bölümlerden oluşan ve her bölümün müteselsil numaralandırıldığı 17 bölümde anlattıklarıyla romanını kurgulamıştır. Adnan İslamoğulları “Müntehir” romanında biri intihar eden Leyla Sarıcakaya’nın cesedine yapılan otopsi gibi delillerden hareketle cinayeti aydınlatmak isteyen diğeri de Leyla Sarıcakaya’nın ailesi, arkadaşları, mahallesi, okulu üzerinden yaşadıklarını ortaya koyarak sonuca intihar olayına gitmeye çalışarak olayı aydınlatmayı ele alan iç içe geçmiş bir birine paralel yürüyen polis incelemesi ve Müge’nin televizyon programı olarak iki yoldan ilerleyerek cinayeti aydınlatmaya çalışmaktadır. Yani bu romanın başı, başlangıcı, başlayışı, intihar gibi bir son ile intihar edenin hayatının başlangıcını birlikte ele alarak başlamaktadır.
Olayın başı ve sonu bu romana başlangıç olup paralel yürürken Başhekim Prof. Dr. Canip Adalı’nın okuduğu psikiyatrı hastası Müntehir Tahir İpek’in yazdığı defter vasıtasıyla üçüncü bir olayı aktarmaktadır. Leyla Sarıcakaya cinayetinin bu iki paralel giden cinayet vaksını anlatan olayına paralel olarak Adnan İslamoğulları ki psikiyatrı hastası Müntehir Tahir İpek’in yazdığı defterde “Ey Sevgili…” başlıklı anlatıları ilave etmiştir. Müntehir Tahir İpek bu metinlerde şiir gibi bir dil kullanmış, ağdalı bir Osmanlıca dille yazmış, bu satırlar, cümleler tek başına pek anlaşılmasa ve yargı ifadebir cümle yapısı olmasa da metnin bütünü üzerinden mana çıkarabileceğiniz tarih ve sanat kokan, insanları manevi hazzın doruklarına çıkarmaktadır. Sanki doktorlar için söylenen “Tıp fakültesinden her şey çıkar, ata sıra da doktor” çıkar ifadesine nazire yapar gibi yine bir doktor ve ilgi alanı sanat, Yeşil Cami, Yeşil Türbe, hat sanatlarına ilgi duyan Prof. Dr. Canip Adalı. Üniversite ile birlikte çalışma hayatından 11 yılını Bursa’da geçirmiş Ulu Cami, Yeşil Cami, Emir Sultan Cami, Yeşil ve bütün diğer türbeler gibi tarihi camileri ve türbeleri sıkça ziyaret ederek, bu camilerden, türbelerden buralardaki hat sanatlarında ne yazdığını çözmeye çalışarak, yazanları anlamaya çalışarak az çok haz almış birisi olarak bizi de eski günlere sürüklüyor Adnan İslamoğulları.
Adnan İslamoğulları roman kahramanı Prof. Dr. Canip Adalı’nın okuduğu psikiyatrı hastası Müntehir Tahir İpek’in yazdığı ağdalı Osmanlıca ile yazılmış sanat ve tarih içerikli yazılara gönderme yaparcasına “… meramı en güzel eski kelineler ifade eder” (s.41) diyerek eskiye merakının temelinde yatan sebebi açık etmiş oluyor. Aynı zamanda kelimelerin kullanıldıkça anlam ve mana kazandıklarını bu yüzden yeni türetilmiş kelimelerin insanların anlatmak istediği tam olarak anlatamayacağını ya da yeni kelimeler üzerinde toplumun ortak bir anlam uzlaşı olmadığı için yeni kelimeler ile yazılmış metinlerin manalandırılması ya da yazarın meramını tam olarak aksettirmekte aciz kalacağına işaret etmektedir. Dil kullanıldıkça zenginleşir, kelimeler çoklu mana taşıdıkları için daha az kelime ile daha çok mana açıklanabilir.
Adnan İslamoğulları“… birlikte ağlamıştık çocuğun erdenliğince”(s.51), “erden çocuğun hayatını güzelleştirip” (s.51) ve “…kitabını çıkarıp vermiştim erden çocuğa”(s.51)ifadelerindegeçen “erden” kelimesinin ilk defa bu şekilde kullanan kişinin kendisinin olduğunu ve bu kelimenin yaygın, bilinen kullanımının da “Ergen” olduğunu düşünüyorum.İkinci kelime olarak da “…. tenâten yanmış ve tenâten erimiş, tenâten sevişmiş, birbirimize karışmıştık Ey Sevgili” (s.54) ifadelerin geçen “tenâten” kelimesini ilk kullanan yazar düşüncesini uyandırmıştı ki “Tenbeten” şeklinde bir kelime olduğunu ancak “Tenâten” kelimesinin hiçbir sözlükte bulamadığını, İranlı yazar Ferhad Caferi’ye de sorduğunu, onun da bu kelimeyi ilk kez duyduğunu ifade etmesi gösteriyor ki bu kelimeyi icat eden Adnan İslamoğulları’dır. Türkçe sözlüğe yeni bir kelime kazandırmıştır ki cümle içindeki “Tenâten” kelimesinin kullanılışından manasının iki tenin birleştiği, karıştığı, aynileştiği, tek bir ten olarak hisseder duruma geldiği bir mana kazanmaktadır.
Prof. Dr. Canip Adalı okuduğu psikiyatrı hastası Müntehir Tahir İpek’in yazdığı defterdeki “Ey Sevgili…” başlıklı yazı ilahi aşk’tan, sanat ve musiki aşkına, Bursa şehrengizinden hareketle dünya tarihine, edebiyat tutkusunda şiire dönüşüp nihayetinde âşık olunan kızın adı geçmeden yazılmış bir beşeri aşk güzellemesine dönüşüyor. Bakıyorsun hayvan sevsi aşılıyor okuyucuya…
Adnan İslamoğulları bütün kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da bir önceki kitaplarıyla bağlantı kuran bir yazar. Yukarılarda “Kuyu” adlı romanı ile bağlantı kurduğunu zikretmiştik. “kimi gül-şen külhan kesiliyordu yeri geldiğinde” (s.57) ifadesiyle de “Külhan” adlı romanına gönderme yaparak bir bağ kurmuş ve okuyucuya hatırlatmıştır.
Yazar Adnan İslamoğulları sanki “Dünler yarınlardan fazla olunca azalan ömrün her dakikasının bilindiğini” (s.61) ifadesiyle insanın çocukluğunda gelecek yaşanacak zamanın çok olması dolayısıyla zamanın hesabını tutmadığını ve dolayısıyla yaşanılan olayların hangi tarihte yaşandığının bilinmediğini ancak yaş kemale erip yaşanılmış zamanlar çoğalıp ortalama ömürden çoğunu yaşamış olanlarda ise zamanın hesaba dayandığını, bir nevi pazarlık mevzu olduğunu, ömrü az ve bereketli kullanma arzusunun doğduğunu bunun için de yaşanılan her olayın tarihinin tutulduğunu ve harcanan zamanın hesaplandığını anlatmaktadır bize.
“Dil bilmez cahil köpek, açtığın o yelkenin direği götüne girsin piç kurusu” ve “Bok kokuyor” (s.62) gibi daha önceden kullandığı galiz küfürler ve argo kelimeler yazarın gerçek hayattan etkilendiğini beslendiğini göstermektedir. Yazar Adnan İslamoğulları’nın halkın günlük hayatta kullandığı küfür ve argoların romanda da kullanılmasına karşı olmadığını görüyoruz. Gerçek hayatta olanların romana aktarılmasından dolayı yazarımızın realist bir yazar olduğunu söyleyebiliriz.
Yazarın realizm tutkusunu zirveye çıkaran aktarım ve bir onbirli gibi konuşlan roman kahramanı gazeteci Aylin ile bu konuşmaya uygun bir isim ile isimlendirilmiş roman kahramanı Dr. Çağdaş arsındaki intihar eden bir adamın meni atım nedeninin tıbbi sebebi üzerine yaptıkları konuşma ve nihayetinde gazeteci Aylin’in Dr. Çağdaş’ın karşısındaki kadına karşı ar etmeden kullandığı “taşak” kelimesi üzerine “Çağdaş üşenmem gelirim oraya ve taşaklarını keser eline verim bak” şeklinde verdiği cevap insanların toplumsal bir gerçek olarak meslekleri üzerinden bayağılaştığını ve birbirlerine karşı da bu argo sözleri sarf ederek niyet ve düşüncelerini mesleki bilgi arkasına gizlediklerinin ifadesidir. Ayrıca yazarın daha önce “erden” ve “Tenâten” kelimelerinde acaba ben mi fark ediyorum bu kelimeleri ilk kullandığını dediğim anda o kelimelerin ilk defa kullanıldığını, sözlüklerde olmadığını açıklaması gibi idam edilen ya da kendini asarak intihar edenlerden meni gelmesinin tıbbı gerekçesini açıklayarak okuyucusunun merakını gidermiştir. Ya da tanıdığı okuyucunun bunu merak edeceğini bildiği için gerekli açıklamayı yapmıştır.
“… askerliğin ve madenciliğin doğasında şehitlik olduğunu söylemsi gibi” (s.63), “Yerde yatan madenciye tekme atan Yerkel canlısı geldi gözünün önüne.”(s.63), “Yirmi yılın günah galerisi nasıl böyle Larousse ciltleri kalınlığına ulaşmıştı, yirmi yıla nasıl bu kadar çok günah sığdırılmıştı, bir kez bile tövbe edilmemiş bunca günah fotoğrafıyla doluydu ülkenin hafızası.”(s.63), “Ulan sansasyonel intiharda bile bal topluyoruz Batı’nın arkasında, son vaka Türkiye’nin itibarını kurtarmıştır biraz, itibardan da tasarruf edilmiyorzaten” (s.66) gibi ifadelerle siyasi iktidarın yapmış olduğu gaflara gönderme yaparak zihniyetlerini ve anlayışlarını eleştirmektedir.
“Azrail’in selamını almadığı için ölümü teşhir edilen bir insan olmayacağına göre Tanrı’ya da seslenmiyordu haliyle, öyle olsa hiç kimse Azrail’e “Aleykümselâm” demezdi.” (s.68) ifadelerinden çıkarılacak iki ders var. Birincisi ölmüş olan herkesin Azrail’in selamını alıp ölümü kabul ettiği, dolayısıyla ölümü reddetmediği ve öldüğü, ikincisi de tarihte tek kayıtlara geçmiş olan ölüm sekeratı halinde tek “aleykümselâm” diyen kişini Mustafa kemal Atatürk olmasına bir gönderme vardır ki buradan Atatürk’ün manevi bir üstünlüğü olduğu sonucunu da çıkarmamız gerekir ki Azrail bir melek olduğu için onun verdiği selamı ancak manevi olarak beşeri vasıflarından sıyrılmış başka bir âleme yükselmiş, selam veren ile aynı frekansta olan kişilerin duyacağı sonucunu çıkarırız.
Adnan İslamoğluları’nın “Müntehir” adlı bu romanı okumuş olduğumuz 70 sayfa da anlatılanlardan hareketle her ne kadar polisiye roman türünden olsa da Leyla Sarıcakaya cinayetinin kendisi ile Tahir İpek’in intiharı ve adli raporun hazırlanması dışında polisiye bir vaka cereyan etmedi desek yeridir. Hâlbuki Türk romanında polisiye roman türünün öncülerinden olan Server Bedii müstear isimi ile yazan Peyami Safa’nın “Cingöz Recai” adlı seri polisiye romanlarında bir kovalamaca, bir takip ve delillerin incelenmesi, sorgulama, polis baskınları, karakola alma ve ifadelerine başvurma, ifadelerden ve ifadeler arasındaki çelişkilerden yola çıkarak katili veya katilleri tespit etmeye çalışmak gibi polisiye akıl yürütmeler yapılmamaktadır. Cinayet ve intihar üzerinden toplumun sosyolojik yapısı incelenmekte, çarpıklıklar göz önüne serilmekte, tarih ve sanatsal objeler hakkında bilgiler verilerek okuyucunun kültürel seviyesi yükseltilmeye çalışılırken okuyucuya kültürel bir yol çizilmektedir. Bu yönüyle roman buraya kadar bir kültür sosyolojisi romanıdır diyebiliriz.
Adnan İslamoğulları’nın daha önce intihar vaksı sırasında müntehir üzerinde görülen halar hakkında verdiği tıbbi bilgilerden bahsetmiştik, dedesinin saatleri bundan sonra sen tamir edecek, bakımını, kurulmasını sen yapacaksın (s.76) dediği ve bir saatin içyapısı ile saatin çalışması, tamir edilmesi için yapılması gerekenler ikle saat türleri ve markaları üzerine verdiği bilgiler de bize roman yazacak kişinin romana konu olan alanlarda en az onların uzmanları kadar teknik ve pratik bilgise sahip olmasa da edebiyat bilgisine sahip olması gerektiğini göstermektedir.
Yazar Adana İslamoğulları bir vefa örneği göstererek geçmişlin hatırına ve duyduğu saygıdan “Üşüyorum sanki demiştin, ateşi tekrar yakalım diyemediğinin için belki de. Sen üşüyorsan be donarım demiştim havadaki kasaveti dağıtmak için belki de.” (s.86) merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mamak Askeri Cezaevinde tutukluyken yazdığı ve cezaevinin zor şartlarını ifadeye çalıştığı ancak bir helikopter kazasında şehit edildiği Keşiş dağındaki karlar arsındaki cesedini gösteren fotoğraf ve görüntüler üzerine daha da anlamlı bir şiire dönüşen, Muhsin Yazıcıoğlu’na ölüm anlarını, ölüm hallerini önceden bilen adam imajı veren “Üşüyorum” şiirine yer vererek anılmasına vesile olmaktadır.
Prof. Dr. Canip Adalı’nın okuduğu psikiyatri hastası Müntehir Tahir İpek’in yazdığı defterde yazılı “Ey Sevgili” başlıklı yazıda Feridettin-i Attar’ın doğu medeniyetinin klasiklerinden olan Mantık Al-Tayr adlı eserinde geçen Şeyh San’an’ın hikâyesinde “Şeyh San’an, kemal sahibi dört yüz dervişiyle tam elli yıl şeyhlik etmiş, gece gündüz ibadet eden ve hem amel hem de ilmi bulunan zamanın piriydi. Bir kaç gece üst üste gördüğü bir rüyada, kendisini haremden göçmüş, Rum ülkesinde yurt tutmuş ve durmadan bir puta secde ediyordu. Hemen dervişleriyle birlikte yola düştü. Kâbe’den Rum ülkesinin bir ucuna kadar bütün Rum diyarını dolaşırken yüce bir yapının önünde üst kattaki bir pencerede bir kız oturmuştu. Ruhani sıfatlı bir gâvur kızıydı bu.” (s.106-107) Şeyh San’an bu kıza tutulur ve buraya yerleşir. “Rum kızının güzelliği Şeyh’i elden ayaktan çıkarmış, ele avuca gelmez olmuştu. Kızın sevgisi can ülkesini yağmalamış, zülfünden imana küfürler yağdırmıştı. Şeyh imanı vermiş ve Hristiyanlığı kabul etmişti.” (s.107) Adnan İslamoğulları Tahir İpek’in intiharının aslında bir beşerin intiharı olmadığını bu hikâyede anlatmış. Tahir Arapça bir kelime olup temiz demek, İpek de ince zarif ve süslü bir kumaş manasında İslam medeniyetini temsil eder. İslam ince, zarif, değerli ve de temiz. Tahir İpek’in intiharı ise Batı Medeniyetine meftun olan Müslümanların İslam medeniyetini öldürdüğünü ve medfun ettiğini anlatmaktadır. Basit bir intihar değildir “Müntehir” bin üç yüz yıllık bir medeniyetin inkısarıdır. Bu inkısarın müsebbibi de kendi meftunlarıdır. Şeyh San’an’ın kimliği ve Hristiyan olması gösteriyor ki yazarımızın kanaati bu İslam medeniyetini bitiren, ölümüne sebep olanlar dindar görünenler ve dini kendisinin tekelinde görenlerdir. Adnan İslamoğulları hemen bu hikâyenin ardından yazdığı 12.bölümün hemen başında gazeteci Aylin’in Türkiye’nın son yirmi yılda yaşadıkları ve maruz kaldıkları üzerine yaptığı iç muhasebeden de (s.113-114) İslam medeniyetinin inkısarının müsebbibinin dindar görünümlü bir siyaset olduğunu ortaya koyuyor.
Yazar Adnan İslamoğulları Tahir İpek’in vasıfları ve yaşadıklarını anlatırken bir nevi kendini anlatmış. Muhsin Yazıoğlu’nun ölümü ile yalnız kalışını ve fikir ver hayat tarzı bakımından kendisinde meydana gelen değişimi, çok okuyan birisi olması ve Tahir İpek’in evindeki kütüphanesindeki Kamus-i Türkî ve Lügat-i Naci ile Osmanlıca-İngilizce Redhouse sözlük gibi işaretler ijkisinin hayatında ortak olan noktalar olsa gerek. Tahir İpek’deki değişim ile de kendisinin şu an ki hayatında Muhsin Yazıoğlu ile birlikteyken yaşadığı hayat tarzında meydana gelen farklılaşmaları değişimleri ele almış.
“protesto kabiliyeti olmayan bir izleyici kitlesi vardı. Kendi kanalının bir milyona varan abonesi vardı, izleyici kitlesi bundan da büyüktü ve bu izleyici kitlesinin çoğunluğu muhalif bir kitleydi. Güldü, Kıçımın muhalifleri, dedi. Sadece kanalın abone sayısı kadar bir kitle olarak bile herhangi bir olay için bir araya gelmemiş bir muhaliflikten söz ediyordu.” (s.157) bu ifadeler ile Adan İslamoğulları iki toplumsal gerçeği ifadeye çalışmıştır. Birincisi Araştırmacı gazeteci Aylin’in kanalının aboneleri onu muhalif bir gazeteci olduğu için takip ediyorlardı. İkincisi de kanala abone olmuş ancak özünde muhaliflik taşıyana kişilerin aslında muhalif olarak hiçbir şeye karşı ortak hareket ederek muhalefet etme cesareti gösterememiş olmalarıdır. Aylin’in kanalına da sadece onlar adına onlara bir zarar gelmeden muhalefet ettiği için abone olduklarını da kendilerinden bile gizliyorlardı. Hâlbuki muhalefet toplumsal bir tepki olarak ortaya konulursa etkin olur ve muhalefet edilen hususun gerçekleştirilmesine engel olarak muhalefet gerekçelerindeki oluşacak zararları önleyebilirler. Öyle bana dokunmayan yılan bin yaşasın der gibi yatarken muhalefetin hiçbir anlamı yoktur. Ayrıca hakiki hizmet ehli muhalefeti susturmaz, konuşulan tartışılan konulardan daha sağlıklı kararlar çıkar ve hizmete dönüşür. Ancak gerçekte böyle olmaz. Kendisine muhalefet edilen muktedirler tarafından muhalefetin gizli tenha yerlerde başına çorap örülür, yedi sülalesi cezalandırılır.
Adnan İslamoğulları kitabın başından beri anlatığı Tahir İpek anlatımıyla meçhul sevgilisiyle yaşadığı aşk dakikalarının tezahürü düşük dozlu erotik ifadelerini yoğunlaştırmış ve en son noktasını gazeteci Aylin ve Prof. Dr. Canip Adalı’nın evinde yedikleri akşam yemeğinden sonra çalan Mireille Mathieu’nun “Bravo tu as gagné” adlı şarkısı eşliğinde dansla başlayan gece ile erotizmi zirveye ulaştırmıştır (s.181-182). Yazar Adnan İslamoğulları sanki televizyon dizlilerinin reyting endişesi ile olur-olmaz yerlere koyduğu öpüşme sahneleri ya da sinema filmlerdeki sevişme sahnelerinin kaba bir pornografi kokan sunumdan uzak veya Rönesans İtalya’sında Nü tablolar ve heykeller yapan ancakufak bazı dokunuşlarla pornografik görüntüden kurtararak erotik sanata dönüştürdüğü tablo ve heykeller gibi pornografik bir anlatımdan ustalıkla sıyırdığı Aylin ve Canip Bey’in yaşadığı cinsel ilişkiyi pornografiden kurtararak erotik bir geceye dönüştürse de milliyetçi muhafazakâr kesimin alışık olmadığı ya da pek sıcak bakmayacağı erotizme yer vermek de pek alışılmış bir şey değildir.
Tahir İpek’in meçhul sevgilisine yazdığı ve gazeteci Aylin’in ikinci programın sonunda internete koyduğu kısmın sonunda Tahir İpek Akşam namazına yetişememenin ızdırabını duyarken camiden çıkan cemaati “Yüzlerinde meymenet yoktu hiçbirinin. Rabbiyesirleri alınmıştı yüzlerinden. Kıldıkları namazın hamalı gibi yorgun argın çıkıyordu hepsi.” (s.193) şeklinde tavsif ediyor ve aslında Müslümanların “başları eğik, yüzlerinde bir huzur, dudaklarında yarım kalmış dualarını tamamlayan kıpırtılar” (s.193) ve “gözlerinde mutmain olmuş insanların hissi” (s.193) olması gerekirken günümüz Müslümanların namaz gibi ibadetlerini zoraki yapıyormuş intibaı uyandırdıklarından şikâyet ediyor.
Ve nihayet gazeteci Aylin Leyla Sarıcakaya cinayeti ile Tahir İpek’in intihar olayını birini tümden gelim birini tümevarım yoluyla çözerek cinayete kurban giden Leyla Sarıcakaya’nın Tahir İpek’in o tarif edilmeyen meçhul aşkı olduğunu çözüyor.
Evet, kitabın arka kapağında “Hülasa, Müntehir’le birlikte polisiye artık bildiğimiz polisiye değil…” yazdığı gibi Müntehir bildiğimiz polisiye değil sadece cinayet ve intihar vakası olara polis ilgilendiren ancak hiçbir noktasında polislik bir olay olmayan bir polisiye. Müntehir aslında polisiye değil sırf cinayet işlendi diye veya intihar oldu diye bu ismi alması doğru değil. Müntehir aslında bir isim alması gerekiyorsa daha çok basın ve basın mensuplarında gazete, televizyon ve sosyal medya haberlerinden bahsettiği, intihar vakasını bir gazeteci olarak araştırdığı için polisiyeden mülhem olarak “Basınıye” demek en doğru isimlendirme olacaktır.
Muhsin Yazıcıoğlu’ndan sonra Adnan İslamoğulları sadece kendisi değişmemiş, değişim “Müntehir” kitabında bariz ortay çıkmış.Adnan İslamoğullar’ının “Bizimkisi Bir Ocak Hikâyesi”, “Kuyu”,“Külhan” kitapların okuduktan sonra “Müntehir”i okuyanlar değişimi görecektir. Anlatım tarzı, muhteva ve muhtevanın üslubu da değişmiş. Bu değişim ile Adnan İslamoğulları kendini bile aşmış, artık bir camiaya ait olmaktan kurtularak Türkiye’de her zihniyete sahip kişilerden oluşan ortalama her okura seslenen bir yazar olmuştur. Adanan İslamoğulları “Müntehir”deki muhteva zenginliğiyle “Aydın”olmaktan “münevver” olmaya doğru mu desem, yok yok o “entelektüel” olaya doğru bir değişim yaşamış.