“Bilinmeyen Ziya Gökalp”
Kenan Eroğlu
Musa Serin’e Teşekkürlerimle:
Osmaniye’den değerli kardeşim Musa Serin “BİLİNMEYEN ZİYA GÖKALP” kitabımla ilgili çok kıymetli bir değerlendirme yapmış. Kendisine çok teşekkür ederim.
…
Kenan Eroğlu’nun “BİLİNMEYEN ZİYA GÖKALP” kitabı üzerine.
“Kenan Eroğlu Ülkücü hareketin uç beylerinden. On iki Eylül öncesi Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin “eğitimciler” adı verilen kadroya dâhil. Merhum Başbuğ Alpaslan TÜRKEŞ tarafından yetiştirilen ve Anadolu’nun her köşesine gönderilen ekibin içinde bulunmaktadır (Hoca Ahmet YESEVİ’nin Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için yetiştirip dağıttığı; Hacı Bektaşi Veliler, Sarı Saltuklar gibi).
Daha önce de “ÜLKÜCÜ HAREKETİN DOKTRİNER EĞİTİMİ” kitabıyla ses getiren Kenan EROĞLU bu sefer de “BİLİNMEYEN ZİYA GÖKALP” kitabını kaleme almış.
“BİLİNMEYEN ZİYA GÖKALP” ‘Armada yayıncılık’ tarafından çıkarılmış. Kitapta birbirinden güzel yazılar bulunmaktadır. Yazıları genellikle (Kenan EROĞLU) değil de Ziya GÖKALP’in sevenleri tarafından kaleme alınmıştır. “Bu eser gerçeklere dayanılarak yazılmıştır.” Diyor ön sözünde. “Ziya Gökalp’in doğumunun 80’inci yılına denk gelen 1956 yılında Diyarbakır’da açılışı yapılan Ziya Gökalp Müzesinin açılışında dostları, tanıyanları ve aile yakınları onun bilinmeyen yönlerini anlatmış ve bunları bir kitap haline getirmişlerdir” (11). Ne hikmettir bilinmez bu kitabın varlığı Kenan Eroğlu’nun “BİLİNMEYEN ZİYA GÖKALP” kitabı çıkmamış olsaydı belki de haberimiz olmayacaktı. Aslında haberimizin olmadığı sadece bu değil bununla birlikte Ziya Gökalp’in yazdığı birçok eser tutanaklarda var ama fiiliyatta yok. Bilinmezlik içinde kaybolmuş kitaplar. Bir kısmı devletin tutanaklarla basılmak üzere aldığı lakin bir türlü basamadığı veya basmak istemediği kitaplardır (175-180).” “Ziya GÖKALP’in öğretmenler için yazdığı tarih kitapları mirasçılarından alındığı halde kitap basılmamış ve mirasçılarına bugüne kadar da iade edilmemiştir.” Bu kitapların bir kısmı hala da bulunamamıştır (101,181-184).
Kitapta “dostları, tanıyanları ve aile yakınlar” diye belirtilenler içinde merhum Fuat KÖPRÜLÜ, Nihad GÖALP(ağabeyi), Mehmet Ali AYNİ, Nurettin Şazi KÖSEMİHAL, Ali Nüzhet GÖKSEL( damadı), Cahit TANYOL, Ziyaeddin Fahri FINDIKOĞLU, Orhan Seyfi ORHON, Mehmet Mermi HASKAN, Cavit Orhan TÜTENGİL, Fazıl YENİSEY, Kadircan KAFLI, Burhanettin ŞENER, Ahmet HALİL, Hasan Ali YÜCEL, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, Muzaffer SENCER, Behçet Kemal ÇAĞLAR, Cengiz DEMİROĞLU, Hamdi Fatih TUĞRUL, Mehmet Güney KORYURT, Ahmet Emin YALMAN, Hürriyet GÖKALP(kızı)….vs.
Kitabı okurken: Ağabeyi Nihat GÖKALP “Anneannemiz olan Hacı Fatma Hanım okuryazar ve pek olgun ve görgülü, yüksek ruhlu bir hanımdı” diyor ve “Annemiz Zeliha Hanım’ı çok severdi” diye ilave ediyor. Hacı Fatma Hanım “iki çocuk annesi” olup birisi Zeliha Hanım (Ziya GÖKALP’in annesi), “diğeri meşhur Pirinççizade Arif Beğ.” Pirinççizade Arif Beğin Ermeni ayaklanmasını bastıran, ortaya çıkabilecek “yağmacılık” olaylarını önleyen ve “cezalandırılmalarını” sağlayan şahıs olduğunu da öğreniyoruz (20). Ziya GÖKALP’in “Diyarbakır Ulu Cami Mahallesi’inde Mercimek Örtmesi Mescidi’ndeki Mahalle Mektebinde” kayıt olduğu ve “Kuran’ı Kerimi hatmedinceye kadar bu mektebe devam etti” ğini bu kitap sayesinde öğreniyoruz (29).” Amcası Hacı Hasip de liseye devam eden Ziya Bey’e Arapça ve Farsça öğretmiş, onun gittikçe gelişen felsefi eğilimlerini tatmin için de İslam felsefesi okutmuş, bu arada Muhiddin-i Arabî, İmam Gazali gibi filozofların eserlerini Ziya Bey’e tanıtmış. Böylece, daha çocuk denilebilecek yaşta iken Ziya Bey’in felsefi meseleler üzerinde düşünmek kabiliyeti geliştirilmiş (232). Buradan anlaşılıyor ki, Ziya Gökalp önce İslam Felsefesiyle tanışmış, Muhiddin-i Arabi ve İmam Gazali gibi İslam âlimlerinin eserlerini okumuş. “Ziya GÖKALP, Doğuyu, bildiği Arap ve fars dillerindeki ana eserleri okumak suretiyle tanımış ve bu arada Türk Milletinin tarihini, sosyolojisini ve psikolojisini de incelemişti. Bunlardan başka, Batıyı da ilmiyle, felsefesiyle çok iyi öğrenmiş. (56) Burada şunu diyebiliriz: Ziya GÖKALP önce Doğuyu ve bununla birlikte İslam toplum yapısını iyice öğrenmiş, buna karşılık Batı toplumunun yapısını da incelemiş artı ve eksileri ortaya koyarak “Türk Milletindenim, İslam Ümmetindenim, Garp Medeniyetindenim” demiştir. Benim anladığım bu doğrultudadır.
Ziya Gökalp’i tanıyanlar onda “Bilgi kuvveti, ahlak kuvveti, iman kuvveti” gibi “üç hasletle” bulduklarını belirtmektedirler (90).
Ziya GÖKALP’in seveni kadar sevmeyeni de çoktur. Aleyhinde birçok kitaplar yazılmış, birçok iftiralar atılmıştır. İşte bu kitapta bu iftiralara çok güzel cevaplar verilmiş. İşte bunlardan birincisi intihar meselesi ve ölümü:
Kitapta Ziya GÖKALP’in intihar etmesi ve ölümü üzerinde açıklayıcı şu güzel bilgiler var “Ziya GÖKALP’in genç sayılacak bir yaşta intihar ederek ölümü bir hayli dedikodulara yol açmış, onun dini inancı üzerinde şüpheler yaratmıştır.
Bunun birbirine karıştırılmış bilgi parçalarından ileri geldiği meydanda! Çünkü herkes bilir ki, Ziya GÖKALP intihar ederek ölmedi 1924’te epeyce süren bir gözleme devresinden sonra İstanbul’daki Fransız Hastanesinde kesin teşhis konamayan bir beyin hastalığı yüzünden öldü” (80).
Ziya Gökalp’in İslam dini ve imanı konusunda.
“Benim dinim ne ümittir ne korku,
Allah’ıma sevdiğimden taparım…” (80)
diyen bir şairin inancından şüphe edilebilir mi?” (80)
Günümüzde insanlara verilen vaazlarda ve sohbetlerde “Vallahi Allah başımız taş yağdıracak” gibi sözleri sıkça duymaktayız. Buna karşılık Ziya GÖKALP “taş yağacak” gibi korkularla değil “sevgi” ile Allah’a tapıyor, varlığına, birliğine inanıyor.
“Ziya GÖKALP’te Namık Kemal’in biraz gösterişe kaçan vatanseverliği görülmez” (66) cümlesinde gösterişten uzak samimi bir inançla vatanını sevdiği anlaşılmıyor mu? Dinde gösterişin olmadığını herkes biliyor sanırım.
“Ziya GÖKALP da hayatında kuvvetli hücumlara uğradı. Bazıları kıskanç ve kindar türlü türlü suçlamalarda bulundular. “Dinsiz” dediler, “deli” dediler, “dalkavuk” dediler… “Dinsiz” diyenler, halkın dini hissiyatını maddi menfaatlerine alet etmek isteyen “din” tacirleriydi; “deli” diyenler, onun yüksek düşüncelerini anlamayan budalalardı; “dalkavuk” diyenler, Ziya’yı kendileri gibi şahsi menfaat peşinde koşar zanneden dalkavuklardı. Hâlbuki benim gibi Ziya’yı çok iyi tanıyanlar, onun ne yüksek bir “ahlak” timsali olduğunu pekiyi bilirler (17).
“O yalnız “fikir adamı olarak değil, ahlaken de yüksekliği kolay anlaşılmayan bir doruk idi! Ziya GÖKALP gibi yüksek bir düşünür yetiştirmesi, Türk milletinin fikir sahasındaki hayat kudretine en inandırıcı bir delildir (17).
Ülke içindeki olaylar karşısında: “Dostları ona kaçmasını teklif ettiler, reddetti. Bir yerde saklanmasını söylediler, aldırmadı ve üniversitedeki derslerine devam etti. Tutuklama yazısını gayet sakin, bir devlet resmi kâğıdı imiş gibi imzaladı. Mahcup ve çekingen bir çocuk tavrıyla askeri mahkeme huzuruna çıktı. Fakat kendisine mahkeme reisi Nazım Paşa’nın, “Ermeni katliamına siz fetva vermişsiniz buna ne diyeceksiniz?” sorusuna, ağır, sakin ve hayatının bütün hesabını bir tek cümlede vermek istiyormuş gibi başını kaldırdı ve “Milletinize iftira etmeyiniz, Türkiye’de bir Ermeni katliamı değil Türk-Ermeni kavgası vardır. Bizi arkadan vurdular, biz de vurduk.” (65,66). Savunması bugünün devlet yöneticilerine ders niteliğinde değil mi? Ermenilerden özür dileyecek kadar haysiyetsizleşen ilim adamlarına, aydınlara ve üst bürokratlara ne demeli. Ziya GÖKALP’in bu kısa “bizi arkadan vurdular biz de vurduk” cümlesi odaların duvarlarına asılmalı. Türk çocuklarının beyinlerine nakşedilmeli.
Ziya GÖKALP’in kızı tarafından annesi hakkında söyledikleri insanın gözlerini yaşartıyor. Ağlamamak mümkün değil. “İşte, diyorsun işte Türk kadını bu” demeden edemiyorsun. Hani alışık olduğumuz üzre analar çocuklarını işten veya okuldan gelirken pencereden gözetlemesi gibi Ziya GÖKALP’in hanımı da öyle yapıyor. Başını cama dayayıp kocasının yolunu gözlüyor (236). Biraz gecikse çocukları hemen Ziya GÖKALP’in olabileceği yerlere gönderip haber almaya çalışıyor.
Bir başka durum da Ziya GÖKALP’in hanımı gelin gelirken epeyce bir mal varlığıyla geliyor. Bu varlığın hemen hepsini hiç yüzünü ekşitmeden kocasının harcamasına müsaade ediyor. Şimdi şu soruyu sormanın yeridir diye düşünüyorum. Soru şu: “Bugün olsa yüzünü ekşitmeden varlığını kocasına verebilen kaç kadın çıkar dersiniz?” Bir de Ziya GÖKALP’in yazdığı masalların büyük bir kısmını hanımı tarafından anlatılan masallar olduğunu öğrenmek Türk kadınının neler yapabileceğini gözler önüne seriyor. Masalların bazılarını hanımının bildiği masallar olduğu gibi bazen de hanımı masal bilen kadınları konuşturup onları Ziya GÖKALP’e anlatıyor (236,237).
Konu Ziya GÖKALP olunca sayfalar dolusu yazabiliriz. Kitapta Ziya GÖKALP’in Türkçülüğü, millet anlayışı, “sen Türk değilsin” diyenlere verdiği cevap, şiirleri ve masallarından verilen mesajlar vs. uzatıp sayfalar dolusu yazı yazabiliriz ama biz sadece Diyarbakır’daki eğitim hayatı, Ziya GÖKALP’e atılan iftiralara “dostlarının ve tanıyanların” verdiği cevaplar ve kaybolan kitapları üzerinde düşündük biraz. Mutlaka ve mutlaka okunmalı.”
Teşekkürler Kenan EROĞLU.