VE ÖĞRETMEN…
Anlaşılmadı…
Anlaşılamadı…
Ya da
Bilerek değersizleştirilmeye, bile isteye itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
“Ne iş yapıyorlar ki?” dediler…
“Üç ay tatili var.” masalını uydurdular…
“Rahat iş yav…” gibi beylik sözler söylediler.
Halbuki onların, denildiği gibi bir hayatları yoktu…
Dertleri de zaten rahat etmek değildi…
Varlıklarını, var oldukları milletin evlatlarına adamışlardı çünkü…
Öğretmen oldukları gün; yerinden fırlayacak gibi çarpan kalplerinin dev heyecanını hiç kaybetmediler…
Aynı coşkuyla memleketin dağında, taşında, ovasında, yaylasında yıllarını verdiler…
Gözleri nemlenen bir çocuğun hüznünü, gönüllerinin bam telinde hissettiler…
Terkedilmiş bir yüreğin ıstıraplı ağıdına sazın titrek teli gibi seslendiler…
Kendini bilmeyen pek çok hodgamın hamlığına acı acı tebessüm ettiler…
Liyakatsız nice makamını taşıyamayan yetkilinin niteliksiz tutumlarına gülüp geçtiler…
Umursamadılar kadir bilmezlerin halini…
Şöyle dönüp bakmadılar bile sözün özünden bihaber olanlara…
Koştular… Koştular… Koştular…
Çünkü öğretmenler, kökü mazide olan atîydiler…
Unuttular evlerini…
Fark edemediler kendi çocuklarını…
Duymazdan geldiler eşlerinin sitemlerini…
Hep “Öğrencilerim,” dediler…
Önce Ülkem…
Önce milletim, diye haykırdılar…
Ve bir gün…
Hayata gözlerini yumarlarken; gözlerinin önünden çeşit çeşit kır çiçekleri uçtu…
İlk defa gülümsedi öğretmen…
Hem de ölürken…
…
Gazi Karabulut
Eğitimci – Yazar