Kenan EROĞLU
Malumlarınız olduğu üzere bir süreden beri bu sayfalarda “Yozgat 1970’li yıllar” adı altında sonunda kitap haline getirdiğim Yozgat özelinde bazı hatıralarımı ve yaşadıklarımı sizlerle paylaşmıştım.
Bu notlar kitap haline geldikten sonra bugün itibariyle 5. Baskıya ulaştı.
Fakat gördüm ki yazdığım bazı konulardan dolayı yine bazı kimseler rahatsız oluyorlar. Benim amacım, “Ahmed’in Mehmed’in”, “Hasan’ın Masan’ın” meselesi değildir. Benim meselem o dönemi kendi yaşadıklarım çerçevesinde değerlendirmektir. Yazılarımdan da anlaşılacağı gibi benim meselem tavırlarla ve zihniyetlerledir. Bu yüzden yazdığım bu kısa notlarda ben eğer o konu birilerinin aleyhine olacaksa o kişinin adını ve kim olduğunu mümkün oldukça vermedim. Buna karşılık yazdığım konu övülecek bir davranışı sergiliyorsa o kişinin adını vermekten de imtina etmedim.
Özellikle Beraber mücadele verdiğim arkadaşlarım arasında bazı arkadaşları ön plana çıkartarak onlar hakkında kitabımda özel bir yer ayırdım. Bu demek değildir ki diğer arkadaşlar bu arkadaşlardan daha az çalıştı daha az gayret etti. Kitapta adı geçen geçmeyen tüm arkadaşların aynı takdirlere ve övgülere layık olduğunu elbette kabul ederim.
Bu arkadaşlar konusunda belki ben biraz abartmış olabilirim. Belki de oldukça duygusal davranmış da olabilirim. Bu durum neticeyi değiştirmez. Her arkadaşım övgüye layıktır. Ve övülmelidir. Onların hakları inkâr edilemez.
Bu konuda eleştiri getirenler de olabileceği gibi yarın kitap çıktığında da eleştiri getirenler olabilecektir. Her türlü eleştiriye açığım, söylediklerimde-yazdıklarımda hilaf olursa elbette oturur düşünür, düzeltme yollarını ararım.
Ayrıca benim yazdığım konular, kendi penceremden görünenlerdir. Bir başka kişinin penceresinden de olaylar başka bir biçimde görülmüş olabilir bunu asla yadırgamam. Burada önemli olan konu benim bulunduğum konum itibariyle muttali olduklarım ile “oradan geçerken” pencerenin dışından bakan kimselerin gördükleri durumlar hiçbir zaman birbiriyle uyuşmayabilir. Bu gibi, sadece pencereden bakanları ne kınarım ne de ayıplarım. Herkes ancak görebildiklerini, bildiklerini yazabilir ve anlatabilir, bilmeyen ve yaşamayan birisi acaba ne anlatabilir. Fakat illa bir şey anlatması gerekiyorsa eğer, o zaman da muhayyel şeyleri için o kişinin bir büyüteç yardımına ihtiyacı vardır.
Durumu açıklamak için kısa bir örnek vermek istiyorum. Bir gemi düşünelim; bu gemi bir rota dâhilinde menziline doğru ilerliyor. Gemide birkaç türlü insan vardır, kürek çekenler, dümeni tutanlar, geminin sağ salim hedefine ulaşması için çaba sarf edenler ve bunların yanında da bazı yolcular olduğunu farz edelim. Şimdi düşünelim gemi menziline doğru ilerliyor ve gemide bulunan herkes aynı yollardan geçerek menzile doğru gidiyorlar. Ama bir farkla, bazıları gemi güvertesinde ellerini soğuk sudan sıcak suya sokmadan etrafı ve manzarayı seyrediyorlar veya orada burada slogan atıp harala gürele geziyorlar, ona buna akıl ve talimat veriyorlar. (Ve bunu milliyetçilik sanıyorlar.) Bir diğer bazıları ise gemi hareket etsin diye kürek çekiyorlar, dümen tutuyorlar ve yapılması gereken pek çok iş için ellerini taşın altına koyuyorlar, ter döküyorlar, çaba sarf ediyorlar.
İki gurup insanında aynı yollardan geçerek hedefe ulaştıkları doğrudur. Bunu kimse inkâr edemez. Bu gemide benim konumum “Genç Ülkücüler Teşkilatı”nın (1969 sonu) müteşebbis heyetten sonra yapılan ilk genel kurulunda yönetim kuruluna girdiğimden itibaren her zaman geminin hareketi için kürek çekenlerden, seminer verenlerden, çaba sarf edenlerden, dümen tutanlardan (ki emeği geçen herkesten Allah razı olsun), olmuşumdur. Yaka bağır açık bir vaziyette orada burada gezmeyi, kahve köşelerinde zaman öldürmeyi, sokaklarda bağırarak marş söyleyip hır gür çıkarmayı milliyetçilik sanan insanlarda aramızda elbette vardı ve bizim mücadelemiz bu gibi Ülkücülüğe yakışmayan tavırlara karşı da olmuştur.
Yazdığım şeylerden alınan arkadaşlar ya tarih bilmiyorlar ya da Yozgat’ta milliyetçi hareketin tarihini bilmiyorlar. Kendi konumlarından bahsederken, o durumları bilen başkalarının da olabileceği veya o sırada benim hangi konumda olduğumu bilmeden veya bilmezlikten gelerek bir şeyler söyleyip karalıyorlar. Mesela ileri zamanlar için; “ben ilçe de görevliyken sen neredeydin” diyen birisinin, sen neredeydin dediği kişinin nerede olduğunu gerçekten bilmemesi sonucu bu gibi saçma bir soru soruyor olmalarına rağmen o sırada benim Yozgat MÇP merkez ilçe kurucu başkanı olduğumu sanırım gerçekten bilmiyor olması o kişinin cahilliğinden başka bir şey değildir.
Evet, pek çok kimse yaşı itibariyle ve bulunduğu konum itibariyle bazı şeyleri bilmeyebilir, bunda ayıplanacak kınanacak ve tenkit edilecek bir durum yoktur. Ama faziletli olan durum insanın bilmediğini idrak etmesi ve ona göre sözüm nereye varır, acaba yanlış mı olur diyerek konuşmasına dikkat etmesidir.
İşin bir de şu yönü vardır ki söylemeden geçemeyeceğim. Ben 1967-68 yılları civarında “Muhittin Kılıçarslan ağabey” (Muhittin ağabey Dil Tarih Coğrafya fakültesinde okuyordu) sayesinde Milliyetçilikle tanıştığım zamandan (ki o sırada Yozgat’ta Genç Ülkücüler Teşkilatı kurulmamıştı) itibaren Ankara’da okuduğum İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi sınavları hariç Yozgat’tan hiç ayrılmadım. Benim dışımda pek çok büyük ağabeyler de buna dâhil olmak üzere; Tahsil için başka bir şehre gitme, okulu bitirme nedeniyle göreve atanma, tatil nedeniyle memleketlerine veya başka şehirlere gitme, işe girme, “başarısızlık nedeniyle tasdikname alıp okul nakletme” gibi sebeplerle Yozgat’tan ayrıldılar. Hal böyle olunca Yozgat ve Ülkücü hareket hakkında konuşan veya bir şeyler karalayan insanların konuştukları ve karaladıkları şeyler elbette eksik olacaktır.
Bir diğer konu da şudur: Eğer bir insan hareketin merkezinde değilse, sadece pencereden gördüklerine göre bir şeyler söylüyorsa bu da eksik olacaktır. Derneğimizin teksir makinesi olduğunu bilmeyen, bununla 15 günde bir bildiri yayınladığımızı bildirilerin çoğunluğunu benim yazdığımı, bazı bildirileri basmadan mumlu kâğıda resimler çizdiğimi bilmeyen bir insan bu konuda ne konuşabilir ki. Elbette her dernekte hatta her Ülkücü kuruluşta yöneticiler vardır, yönetilenler vardır. Canla başla çalışanlar vardır, rastgele gelen gidenler vardır. Gece gündüz emek sarf edenler vardır, hiçbir emek sarf etmeden olaylara seyirci olanlar vardır. Her işte elini taşın altına koyanlar vardır. Bir de elini sıcak sudan soğuk suya sokmayanlar vardır. Esasında insanları bu şekilde tasnif etmenin bir anlamı yoktur. Her şey gelmiş geçmiştir, fakat canla başla çalışıp bir şeyler ortaya koyan insanların hakkını da teslim etmek gerekir. Herkes bildiği kadar konuşur, yaptığı kadar övünür. Fakat acaba bilmeyen ne konuşur. Ne ile övünür?
İnsanların dağarcıklarında ve hatıralarında hareketimiz ile ilgili yeteri kadar anı yoksa elbette mevcut anılarını Türkiye çapında faaliyetmiş gibi gösterme eğilimine girecektir. Yıllardır duvar örme işi ile uğraşan insanların yanına gelip duvara bir taş koyduktan sonra, “bende duvar inşaatında çalıştım” demenin anlamsızlığını takdir edersiniz her halde.
Benim “Genç Ülkücüler Teşkilatı” yönetim kurulunda 3 numaralı üye olduğumu, “Büyük Ülkü Derneği” Başkanlığı yaptığımı ve daha sonra yönetimde 2. Başkan olarak görev aldığımı ve hatta dernek başkanı yaptığımız halde derneğe gelip gitmeyen arkadaşlar zamanında ise teşkilatı bizzat birkaç arkadaşımla benim idare ettiğimi bilmeyen insanlarla ne konuşulabilir ki. Hatta “Memduh Şenol” Ağabey’in memuriyet için Sorgun ilçesine gitmesi ve “Adnan Serbes’in” askerlik nedeniyle Yozgat’tan ayrılması nedeniyle tüm yükün birkaç arkadaşımla birlikte benim üzerime kaldığını bazı kimseler bilmeyebilirler.
“Genç Ülkücüler”, “Türk Ülkücüler”, “Ülkücüler Teşkilatı” ve “Büyük Ülkü derneği” zamanında dernek işleri için dernekle resmî kurumlar arasını yol ettiğimi, her konu için gittiğimi, evrak tamamlama, genel kurul çalışmaları, genel kurul sonuçlarının bildirilmesi gibi konuları ben ve birkaç arkadaşımdan başka yapan ikinci bir adam varsa beri gelsin. Milli Eğitim Müdürlüğünden Büyük sinema giriş üstünde bulunan Halk Eğitim salonunun alınması için yönetim kurulu adına dilekçeyi Milli Eğitim Müdürlüğüne kendim götürüp bizzat onay alarak daha kalabalık topluluklara seminer konferans yapma imkânına kavuştuğumuzu pek çok kişi bilmeyebilir. Bu bilmeyenlerin orta yerde rast gele konuştuklarının ne gibi bir kıymeti olabilir ki. Konuşanlar isterlerse kendi söylediklerini doğrulamak için sözlerine bir yeminle başlayabilir ve istedikleri yemin-ahdedebilirler. Bu yemin ve ahd onların söyledikleri şeylerin gerçekliğini ve doğruluğunu ispat etmez. Bilakis doğruları yazan ve doğruları yazdığını iddia eden kişi gönül ferahlığı içindedir ve bu söylediklerini yemin ve ahd ile doğrulamaya çalışmaz.
Umarım benim yazdıklarım Yozgat için bir başlangıç olur demiştim. Bu konuda bildikleri ve söyleyecek sözleri olan kimseler de bu bildiklerini ve yaşadıklarını kâğıda dökerler ve biz de bilmediğimiz veya yanlış hatırladığımız konuları hem öğrenmiş ve hem de doğrulamış oluruz demiştim.
“Bizi Biz Yapan HAYALLERİMİZ VARDI” kitabım bugün itibariyle gözden geçirilmiş 5. Baskısını yaptı.
Kitabımı ve diğer kitaplarımı alan, okuyan, takdir duygularını ifade eden herkese ayrı ayrı teşekkürler ederim.