Kenan EROĞLU
Dünyada dil kadar önemli ikinci bir nesne var mıdır bilemem ama insanı hem yücelten, hem de “esfel-i safilin” yapan kendi dilidir. Bu yüzden söz söylerken dilimizden dökülen kelimelere çok dikkat emeli ve ilerde pişman olmamak için bin düşünüp bir kez dile getirmek gerekir.
Atalarımız, “bin biliyorsan da bir bilene danış” derken sözün önemine dikkat çekmişlerdir. Ayrıca “konuşmadan önce sözlerine sen hâkimsin konuştuktan sonra ise sözlerin sana hâkim” sözü de dilden dökülen kelimelerin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Bu yüzden, büyük lokma yiyip büyük konuşmamak gerekmektedir.
Kim hakkında, nerede ve nasıl konuşursak konuşalım önce konunun özü ortaya konulmalı ardından da gerekiyorsa konu hakkında yorum yapılmalıdır. Hâlbuki biz ne yapıyoruz, önce yorumlara bakıyoruz, ardından da biz yeni yorumlar yapıyoruz. Konuyu anlama gibi bir gayret içine girmiyoruz.
Özellikle de sosyal medyada, birisi bir mesaj veya bir haber paylaşıyor, biz hemen o paylaşıma balıklama atlıyoruz. Bu paylaşımın aslı var mıdır? Yok, mudur demeden aynı paylaşımı “o günkü fikri iklimimize uyuyor” diyerek paylaşıyoruz. Daha sonra o aslı esası olmayan konu hakkında yetkililer veya bilenler açıklama yapıyor durumu düzeltiyorlar. Fakat biz buna aldırmadan o günkü siyasi havaya ve aleyhinde bulunduğumuz kişi ve kişilerin durumuna uyuyorsa, biz de düzeltme yoluna gitmiyor yalan yanlış haberin ortağı oluyor ve bundan dolayı da ne bir sorumluluk duyuyoruz, ne de nedamet duygusu taşıyoruz.
Demokrasilerde, elbette ayrı düşündüğümüz ve fikirlerine katılmadığımız insanlar ve kuruluşlar olacaktır. Bu normaldir. Herkesin fikir hürriyeti vardır, bölücülük ve yıkıcılık olmadan herkes fikirlerini açık açık söyleyebilir,
Ülkede demokrasi var herkes konuşmakta serbesttir derken, aslı astarı olmayan ve uydurma birtakım konular üzerinde fikirler yürütüyor, senin liderin iyi benim partim kötü, senin derneğin kötü benim vakfım çok başarılı gibi çok da ciddiyeti olmayan konular üzerinde duruyoruz.
Biz bir birimizle uğraşırken, batı bizim üzerimizde oyunlar kuruyor. Biri birimizle uğraşmaktan bir nebze uzaklaşmalı ve başımızı kaldırıp dünyaya bakmalıyız.
Dünyadaki tüm mazlumlar batıya ve batılılara lanet okuyor… Ama bize dua ediyor, bizi bekliyor, bizim yeniden toparlanıp yeniden ayağa kalkacağımız günleri bekliyor ve özlüyorlar. Ve bunu da açık açık söylüyorlar.
Bu yüzden bizim yarınlara ve bizden umut bekleyenlere cevap vermeli ve bunun için çok iyi hazırlanmalıyız.
İşte bu yüzden Türkiye’ye her gün yeni bir problem çıkartıyorlar ve önünü kesmek istiyorlar.
Türkiye’nin yeniden toparlanması ve ayağa kalması gerekiyor, hem bir an önce hem de Türk Milliyetçilerinin elinde.
Batı, hâkimiyetinin sonuna, Türkiye’nin yeniden tarih sahnesine çıkışına ve yeniden silkinişine şahit oluyor.
Bu gerçeği görebilmek için Balkanlar’a, Kafkaslara, Kuzey Afrika’ya bakmak oralardaki insanların bize olan hasretini görmek gerekir.
Üsküp’te, Saraybosna’da, Mekke’de, Medine’de, Yemen’de, Sudan’da insanların Türkiye’yle yatıp Türkiye’yle kalktıklarını artık görmek gerekiyor. Bunu anlamalıyız. Batı bunu görüyor, bu yüzden üstümüze üstümüze geliyor. Her gün yeni bir problem çıkartıyor. Bunu anlamalı buna göre davranmalıyız.
Asya’da, Afrika’da, Balkanlar’da nerede olursa olsun, bize gönül bağı ile bağlı bulunan bu mazlum İnsanlar bizi bekliyor…
İşte tam da bu yüzden çok çalışmalı çok iyi hazırlanmalıyız…
Bu yüzden daha sıkı kenetlenmeli bu yüzden birliğimizi, dirliğimizi, kardeşliğimizi pekiştirecek köklü adımlar atmalıyız…
O yüzden daha fazla vakit kaybetmeden sen ben kavgasını bırakmalı, içerdeki sorunlarımızı hızla çözmeli, bilim, düşünce, sanat, siyaset, medya ve kültürde geleceği inşa edecek, yeni nesiller yetiştirmeliyiz.
“Düzen verilecek âlem, bütün insanlık âlemi midir? Hayır, önce kendi toplumu, sonra bütün Müslümanların ve diğerlerinin bulunduğu bir âlem. Âleme nizam verebilmenin tek yolu, çalışmaktır. Ama bilgi üreterek, ilim yaparak, tefekkür ederek ve bu bilgileri aksiyona dökerek yani siyasette, ahlakta, ekonomide ve sanatta bilgiyi ameli hayata geçirerek çalışmak, yeni eğitim müesseseleri kurarak, yeni nesiller yetiştirerek çalışmak. Böylece bilginin insanı oluşturması ve onun günlük hayattaki davranışlarına sinerek yaşanır hale gelmesi için çalışmak.” (1)
Evet; Çalışmak ve daha çok çalışmak. Biz tarih boyu yüklendiğimiz “Türk Cihan Hakîmiyeti Mefkûresi”ni hiçbir zaman unutmamalıyız, “Geçmişte olanın gelecekte de olacağına” bütün kalbimizle inanmalı, târihî mefâhirmizden kaçmamalı ve kendi ayak sesimizden korkmamalıyız
Fikirlerimiz düşünceye, düşüncelerimiz sevgiye, sevgilerimiz inanca, inançlarımız ümide, ümitlerimiz milletimize/insanımıza, insanımız Alllah(c.c.)’a dayanmalı, sa’ye sarılmalı, hikmete râm olmalı ve tarihten ilham almalı ve bu inançla ileriye doğru atılmalıyız. Tarihte olduğu gibi biz “yine kendimiz olmalıyız”.
Rahmetli Erol Güngör’ün dediği gibi;
“….. Biz büyük bir imparatorluğun ve büyük bir medeniyetin çocuklarıyız, bizim Milliyetçiliğimiz sömürgecilerin işgalinden kurtulmak ve devlet kurmak için yapılan siyasi istiklal mücadelelerine yahut sıfırdan başlayarak milli kültür yaratma hareketlerine benzemez“. (2)
Büyük mütefekkir Nevzat Kösoğlu’na kulak verelim.
“……eskiler, göz, imanın ışığında görür demişlerdir. Eğer kıbleniz yanlış ise, yani milli imanınız zayıf ise, milletinize, kültürünüze olan inancınızı kaybetmiş, uyduluklarda dolaşıyorsanız, gözünüz görse de, karanlıkta bir şey göremezsiniz. Önce kıblenizi bu milletinkine çevirin; Türk Milletinin gücüne inanın, Türk Milletinin geleceğine inanın ve ona bağlanın. O zaman görmeye başlayacaksınız; o zaman gördükleriniz anlam kazanacaktır. “ (3)
Büyük milletler büyük rüyalar görürler; büyük rüyalar gören milletler de hayâller ötesi kutsî ideâller sahip olurlar. Kendi gücüne inanan ve ufuklar ötesi Kızılelmalarını tahakkuk ettirmek için büyük düşünen milletler de çok düşünür, çok çalışır, çok üretirler ve aslâ sen ben meselesi ile uğraşmazlar.
“Cebimizde unuttuğumuz evimizin anahtarını yâd ellerde aramamalı”, kendi gücümüzün ve büyüklüğümüzün farkına varmalı, kendi ayak sesimizden ürkmemeli, İlâhî tasarrufun, tarihin ve coğrafyanın bu aziz milletimize yüklediği görevi yeniden sırtlamaktan korkmamalı, kendi medeniyetimizin ihyâsı için yeni bir îman tazelemesinde bulunmalı ve yeni baştan aşk ile Besmele çekmeliyiz.
“Kırmadan, dökmeden, dilimize hâkim olmalı”, onu bunu yerli yersiz eleştirmeden “iç’e dönmeli” kendimize dönmeli kendimiz gibi olmalıyız. Taptuk Emre’nin dergâhına “kırk yıl doğru odun taşıyan“ insanı yetiştirmenin yollarını aramalı onlar gibi olma yoluna girmeliyiz.
Bırakalım ucuz politikaları ucuz insanlar yapsın. Biz büyük hayallerin ve büyük ideallerin peşinde koşmalıyız.
“Tarihi çevir nal sesi kısrak sesi bunlar
Delmiş Romanın kalbini mızrak gibi Hunlar
Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler
Türkün yüce tarihine bin bir zafer ekler
Dünya atımın nalları altında ezildi
Kaç Haçlı sefer göğsüne çarpınca kesildi
Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden
Kudret ve zafer bizlere miras dedemizden …”
____________________________
(1) Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay, “Osmanlı Düşünce Dünyası”, Akçağ yayınları, Ankara 2011 s:42
(2) Prof. Dr. Erol Güngör, “Türk Kültürü ve Milliyetçilik” Ötüken Neşriyat İst. 1978 s:10-11
(3) Nevzat Kösoğlu, “Türk Dünyasında Yeni Bir Medeniyet Tasarımı”, Ötüken Neşriyat İst. 2013 S: 118