DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

DİN SOSYOLOJİSİ

Yayınlanma Tarihi :
DİN SOSYOLOJİSİ

Halim Kaya

                     02.09.2024

 

Soyadındaki “Subaşı” Samsun’daki önemli bir ticaret merkezlerinden biri olan “Subaşı” caddesi veya muhitinden dolayı Necdet Subaşı’yı hep bizden biri sanmış ve saymışımdır. Samsun’daki bu muhite neden bu isim verildi bilmiyorum ama aşağılarda bir yerde eski zamanlardan beri insanların su ihtiyacını karşılayan çeşme olmasından dolayı olduğu da söylenir, benim düşündüğüm gibi Osmanlı döneminde “Subaşı” askeri bir terim olduğu ve oralarda bir yerde Osmanlı zamanında askerlerle ilgili bir kurum veya bina olduğu için de söylenmiş olabileceğidir.

Subaşı; sü asker demektir, sübaşı ya da subaşı da şehirlerin güvenliği ile ilgilenen askerlerin başı, ya da Osmanlılar zamanında kapıkulu askerleri arasından, savaş zamanı güvenlik işlerine, barış zamanında vergi toplama işlerine bakan kişi, subay gibi manalara gelir.

Necdet Subaşı Diyanet İşleri Başkanlığında Strateji ve Geliştirme Başkanı olarak çalışmaktadır. İlahiyat eğitimini Atatürk Üniversitesinde yapmış doktora çalışmasını ise Yüzüncüyıl, Muğla ve Gazi Üniversitelerinde Din Sosyolojisi üzerine yapmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığında Strateji ve Geliştirme Başkanı olması dolayısıyla Türkiye’deki din anlayışının ve yaşantısının yönlendiricisi, planlayıcısı pozisyonundadır.

Necdet Subaşı’nın “Din Sosyolojisi” adlı bu kitabı ikinci baskısı Ensar Neşriyat Tic. A.Ş. tarafından DEM Yayınlarına (Değerler Eğitimi Merkezi Yayınları) İstanbul’da Şubat 2017 yılında yaptırılmış olup bu baskının basılan kitap adedi 2000’dir. Kitap 438 sayfa olup;  “Önsöz”, “İçindekiler”, “Kısaltmalar”dan sonra “I. Bölüm: Din ve Toplum İlişkileri”, “II. Bölüm: Din Sosyolojisinin Tarihsel Gelişimi”, “III. Bölüm: Din Sosyolojisinin Temel Konuları, Amaç ve Yöntemleri”, “IV. Bölüm Türkiye’de Din Sosyolojisi Çalışmaları”, “V. Bölüm: Örgütlü yapılar ve Dini Liderlik Kategorileri” “VI. Bölüm: Toplumsal Yapı, Değişme ve Tabakalaşma Bağlamında Din”, “VII. Bölüm: Din ve Toplumsal Kurumlar”, “VIII: Bölüm Modernleşme ve Din”, “IX. Bölüm: Kutsal Tarihin Dinî Sosyolojisi”, “X. Bölüm: Din ve Devlet İlişkileri”, “XI. Bölüm: Gündelik Hayatta Din ve Dinsellik”, “XII. Bölüm: Reformasyon ve Din”, “XIII. Bölüm: Statü, Karizma ve Dinsel İtibarın Göstergeleri”, “XIV. Bölüm: Gelenek ve Modernlik Arasında Alevilik”, “XV. Bölüm: Küreselleşme ve İslam Dünyası” şeklinde on beş bölüm ve başlıktan oluşmaktadır. Ayrıca kitabın sonuna uzun bir “Kaynakça” konulmuştur.

Bugün dünyada yaklaşık olarak 3000 din, 6000 mezhep ve 12000 tarikat olduğu ileri sürülmektedir.” (S.15) Bu ifadeler her ne kadar dünyadaki din, mezhep ve tarikat sayılarının çokluğundan bahsetse de insanoğlundan bazılarının burada sayılan din, mezhep ve tarikatlara dahil olmadığını, hiçbir dine inanmayanların da bulunduğunu göz ardı etmemek gerek. Hele son ilahi ve mükemmel din olan İslam dinine inanan ülkemiz insanlarının bazıları gibi deist, ateist vs. olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak dünyada bu sayının daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.

Necdet Subaşı da dinleri geleneksel olarak yapıla geldiği gibi Semavi ve Beşerî dinler olarak ikiye ayırmaktadır. “Genel olarak dinler iki kısımda ele alınmaktadır. Bunlar; tek tanrı inancına ve Peygamber vasıtasıyla vahye dayanan semavi dinler ile bunu dışında kalan ve insanlar tarafından ortaya çıkarılan beşerî dinler şeklinde sınıflandırılmaktadır.” (S.16) Burada Hristiyanlık daha sonraları muharref bir din olarak Baba, Oğul ve Ruhul Kudüs şeklinde bir teslis inanına sahip olması dolayısıyla tek tanrılı din diyemeyeceğimiz ilahi kaynaklı muharref bir dindir. Muharref Yahudilik de Üzeyir (a.s) Allah’ın oğlu dedikleri ve tanrı gibi, tanrıdan olma, ilahi vasıf yükledikleri için şirk ehli olmuşlardır. Bu yüzden günümüzde mevcut her iki dini de tek tanrılı bir din saymak mümkün değildir.

Necdet Subaşı muhtemelen Ahmet Hamdi Akseki’den alıntılayarak “Din, Allah-u Teala tarafından vaz’ olunmuş bir kanundur. İnsanlara saadet yollarını gösterir, onların huzur ve saadete erişmelerine delalet eder, yaradılışlarındaki gaye ve hedefi, Allah’a ne surette ibadet edileceğini bildirir. İnsanları (kendi arzularıyla dini kabul eden akıl sahiplerini) hayrolan işlere sevk eder.” (S.17) şeklinde geleneksel bir din tarifi vermektedir. Bunun yanında Necdet Subaşı dinin tanımı ve kökeni hakkındaki mevcut yaklaşımların daha çok Batı’da din-toplum ilişkilerinin ürettiği tasavvur ile ilişkili (S.18) olduğunu savunur.

Necdet Şubaşı çeşitli din tarifleri verdikten sonra Rudolf Otto”dan “Din kutsalın tecrübesidir.” (S.23) bir çıkarım yapmakta ve ilahi emirleri hayata uygulamaktan bahis açmaktadır. Ancak burada şöyle bir ekleme yapmak lazım. Dinin tecrübelerin birleştirilmesi dünyada düzen ve intizamın sağlanması için toplumsal bir fayda sağlarsa da asıl fayda insanın ahirete yönelik olarak kendini cehennemden kurtarması ve cennetlik bir kul olmasıdır. Bu da dinin asıl faydasının bireysel tecrübelerin çokluğu, devamlılığı ve düzgünlüğü ile bireye sağladığı ebedi alem olan ahirete yönelik faydadır. Diyebiliriz ki insanoğlu dünyada insanoğlu her yönden tecrübelerin daha önceki tecrübelerden yararlanarak ilim ve bilgisi üzerine yenilerini ekleyerek gelişirken dini tecrübe olarak önceki tecrübeleri bilmek eğer kendine de tatbik etmezsen hiçbir fayda sağlamaz. Kişi sevilen bir kul olmak istiyorsa dini emirleri kendi hayatında tatbik ederek tecrübe etmelidir. Bu tecrübeler de insanı Allaha yaklaştırıp ahiretinin kurtulmasını sağlayacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed de din alanda başkalarının yaşadığı ferdi tecrübelerin başkasına fayda sağlamayacağını Kızı Hz. Fatma’ya karşı “Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap. Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam…” (Müslim, İman,89) buyurarak ifade etmiştir.  Kişini ferdi tecrübesi kendisi için önemli olunca fertler için bir “dinsel gelenek” (S.24) söz edilemez. Nitekim Necdet Subaşı da “dinsel gelenek”in “inançlar, öğretiler, değer yargıları, davranış kuralları, tapınma biçimleri ve kurumsal yapıları”nda (S.24) olacağını kişinin dini ibadet ve yaşantıdan duyacağı bireysel haz ve heyecanlarının, duygularının “dinsel gelenek” dahilinde olmayacağının da bir ifadesidir. Din cemaat halinde yaşanır ancak “dünya ahiretin ekeneğidir” hadisi şerifinin kastettiği ahiretteki bireysel fayda esastır. Toplumun tamamı aynı derecede aynı heyecan ile davranamayacağı için aynı faydayı temin edemez. Yoksa bugün büyük Allah dostları olarak bildiğimiz Mevlâna, Yunus, Hacı Bektaş Veli vs. gibi insanlarında kendi zamanlarında yaşamış isimi anılmayan insanlar gibi olmaları gerekirdi. İşte tam burada ferdi tecrübenin önemi ortaya çıkıyor. Necdet Subaşı da bireysel ferdi tecrübelerin önemini bildiğini göstermek için bireysel bir yaşantı olarak dini tecrübenin yansımalarını “Kutsal gerçekliğin bilincine varmaktan kaynaklanan huşu, onun karşısında ürpererek saygıyla eğilme; insanın yaratılmış bir varlık olduğunu vurgulayan mutlak bağımlılık bilinci; insanı hem sevgisiyle kuşatan, hem de yargısıyla titreten bir güç ya da kişileşmiş yüce bir varlık olduğunu kavrama; kutsal gerçeklikle  bir olma; evrendeki kalıcı doğruluğu ya da gizli düzeni algılama; bütünüyle öteki gerçeklikle yüz yüze gelme; insanı tepeden tırnağa dönüştüren bir gücün varlığını yaşama vb.” (S:26) şeklinde bireye ait davranışlar olarak tanımlar. Din dünyayı toplum için düzenler, ferdin rahat ve müsait bir ortamda hayatı tecrübe etmesini, tecrübelerini yaşamasını sağlar.

Bir dine mensup olmak o din ile kurulan ilişkinin düzeyine bağlı olduğunu ve bu bağlılığın tabiiyet, mensubiyete oluşturduğunu “bir Müslüman kendi dini kimliğini, bağlı olduğu prensipler çerçevesinden devam ettirmeye çalışır. Bu bağlamda inanç, ibadet, ahlak, bilgi ve diğer uygulama alanları kimliğin temel bileşenleri arasında yer almaya başlar.”  (S.32) derken aslında kişinin kimliğini şahsiyet, karakterle ilişkili olduğunu bunların oluşumunda da uygulanan dini prensipleri ve vaz ettiği ahlak anlayışının etkin olduğunu ifade etmeye çalıştığını görüyoruz. Necdet Subaşı dinin birbiriyle çelişir olsalar da dinin bireyin iki ihtiyacına cevap verdiğini, bunlardan birincisinin “bireysel davranışların önceden kestirilebilmesi, bireylerin bunalım koşullarındaki olası yıkıcı tepkilerinin denetlenebilmesi” ikincisinin de “bireyler düzeyinde gerilim, suçluluk, boğuntu ve hüsran duygularının üstesinden gelme” (S:33) olduğunu ifade etmektedir. Bu ifadeler bizim tarafımızdan dinin birey olarak insanın hem hareketlerini denetlemek, kontrol altına alarak engellemek, hem de o hareketleri ıslah ederek kişideki harekete dönük istek ve duyguyu ortadan kaldırmak gibi bir görev üstlendiği manasında anlaşılmaktadır. Necdet Subaşı anladığımıza göre şunu demektedir eğer fert, birey din tarafından düzeltilirse toplum da düzelir. Ben de yıllardır Kur’an’ın ferde yönelik emir ve yasaklarından hep şu anlamı çıkarmış ve etrafımdan gelen “İnsanlık nasıl düzelecek?” sorusuna “fert fert düzelmedikçe bu toplum düzelmez” şeklinde cevap vermekteydim. Toplumun bir parçası olan fert düzgün olursa doğrudan doğruya toplumda düzgün olacaktır.

Mümtaz Turhan, Erol Güngör, Orhan Türkdoğan, Mustafa Erkal, Yılmaz Özakpınar  gibi on’un üzerinde sosyolog ve sosyalpsikoloğun  yazdıkları bütün külliyatlarını okumuş biri olarak Necdet Subaşı’nın “Din Sosyolojisi” kitabını okurken seçtiği kelimeler ve kurduğu cümlelerin yapısı nedeniyle anlamakta zorlanıyor, zaman zaman düz bir yolda araba süren şoförün yol hipnozuna kapılıp artık trafik işaretlerinin farkına varmadan sadece bir şerit üzerinde aracıyla akıp gitmesi gibi ben de tamamen anlaşılmaktan çok ilmi olma endişesiyle yazıldığını düşündüğüm bu kitabı okurken vurgulamasız ve dümdüz bir metin içinde ifade edilmek istenen manayı algılamakta zorlanarak zaman zaman da hiç algılamadan okuyorum.

Felsefeden zamanla ayrışarak Sosyoloji ilminin oluştuğu ve “Toplum Bilimi” olarak da anılırken sonradan “Davranış Bilimleri” diyerek de adlandırıldığını toplumla ilgilen sosyal bilimlerin iktisat, siyaset, antropoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji (S.42) disiplinlere ayrıldığını ve sosyolojinin bağımsız bir bilim olduğu üzerine ilk çalışmaları Emil Durkheim’in yaptığını söyleyen Necdet Şubaşı daha sonra sosyolojinin de kendi içinde bölümlenerek “Din Sosyolojisi”nin ayrı bir bilim dalı olarak geliştiği ifade eder. Necdet Şubaşı Din Sosyolojisinin kurucuları arasında Ludwig Feuerbach, Karl Marx, Auguste Comte, Emile Durkheim ve Max Weber gibi sosyologları saymaktadır. Din, Karl Marx’ın din sosyolojisiyle alakasını bir iktisatçı olarak din hakkında yazdıklarıyla yer bulmasını sağlamışken “Marx’ın aksine Emil Durkheim’ın kariyer çizgisinde din epeyce bir yer tutmaktadır.” (S.51) Necdet Şubaşı, Emile Durkheim bu şekilde anılmasına “Dinsel Hayatın İlksel Biçimleri” adlı Din Sosyolojisi alanında çığır açan çalışmasının sebep olduğunu da özellikle belirtir. Emile Durkheim’e göre “Toteme duyulan saygı aslında temel toplumsal değerlere duyulan saygıdan kaynaklanmaktadır. O halde dinde de tapınılan nesne[totem], gerçekte toplumun kendisinden başka bir şey değildir.” (S.52) Necdet Şubaşı, vbaştan beri Din sosyolojisi başlığı altında anlattıklarıyla Karl Marx’ın “din halkın afyondur” (S.48) diyerek dinin toplumun bu dünyadaki eşitsizliklere ve adaletsizliklere yoğunlaşmasını önlediğini ve avuttuğunu savunurken Emile Durkheim din için “geleneksel toplumlarda din bireylerin düşünme tarzlarını belirlemektedir.” (S:53) dediğini göstererek adeta dinin toplumdan önce bireyin aklına hitap ettiğini ifade etmektedir. Necdet Şubaşı’nın anlattıklarından hareketle Ludwig Feuerbach, Karl Marx, Emile Durkheim aslında dine karşı olduklarını ve dinin bir gün ortadan kalkacağını düşündükleri sonucuna varabiliriz. Necdet Şubaşı’nın bir çıkarım olarak ifade ettiği “Artık [Din Sosyolojisi denilen] disiplin, dinin Tanrı’ya duyulan inançların bir toplamı olduğu düşüncesini büyük ölçüde terk etmiştir. Günümüzde daha çok, kutsal olan ilintili pratiklere ağırlık verilmektedir.” (S:55) cümle aslında toplum düzeni sağlamak için icat edilmiş insan ürünü dinler için nihai bir hedef olarak herkesin toplum kurallarına uyduğu bir ortam vadetse de semavi bir din olan İslam açısından bakılınca pratiklere uymak her ne kadar seküler toplum için anlamlı olsa da ahiret hesabını ön görmesi dolayısıyla Müslümanlar açısında imansız bir amel etmeye dönüştüğünü göstererek dinin “ahiret günü hesabı”nı dikkate almayan bir din halini alarak sadece dünyevileştiğini ispat etmektedir.

Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Mehmet Genç gibi Türk bilim adamları Osmanlının geri kalmışlığı, sanayi devrimine ayak uyduramayışı üzerine yaptıkları incelemeler sonucu yazdıklarında genel manada Osmanlı medeniyetinin geri kalmadığını, tercih etmiş olduğu ahlak, zihniyet ve kültür sayesinde kapitalistleşmeye müsaade etmediğini, dolayısıyla sermaye birikimi ve sermayedar oluşumunu sağlayamadığını ancak yine de Osmanlının medeniyet olarak Batının kapitalistleşmiş ve sanayi devrimini gerçekleştirmiş, devlet destekli sermayedarları sayesinde Çin ve Hindistan’da sergiledikleri  vahşetten ibaret medeniyet anlayışından daha insancıl bir medeniyet ile çağın ilerisinde olduğunu ifade etmişlerdir. Necdet Subaşı da Max Weber’den hareketle “Doğu dinlerini inceleyen Weber, bu dinlerin sanayi kapitalizminin gelişmesinin önüne aşılmaz engeller koyduğu sonucuna ulaşmıştı. Ona göre bu durum, Batı dışı uygarlıkların geri oluşundan ötürü ortaya çıkan bir durum değildir.; Doğu uygarlıkları sadece, Avrupa’dan egemen olmaya başlamış değerlerden farklı değerleri benimsedikleri için böyle olmuştu.” (S.56)

Necdet Şubaşı “Din Sosyolojisi” ve “Dini Sosyoloji” arasında farka dikkat çekerek Din sosyolojisinin “Din ile toplu arasındaki ilişkileri herhangi bir dinin beklenti ve yaklaşımları üzerinden ele almayıp, orada gerçekleşen olay ve olguları tamamen dindışı saiklerle çözümlemeye çalışan incelemeler” olarak tarif ederken Dini Sosyolojisini de “araştırmayı belli bir dinin talep ve kriterleri eşliğinde sürdüren çalışmalar” (S.57) olarak tarif etmektedir. Yani din sosyolojisinin alanını bütün dinler oluştururken, dini sosyolojinin alanını mevcut dinlerin insan ve toplumdan talep ettikleri ve insanlara ve toplumlara vaz ettikleri emirleri oluşturmaktadır.

İslam kültür geleneğinde hem Kur’an hem de Sünnet, toplumun her daim ana temeller etrafında güçlü bir şekilde güncellenmesi esasını ortaya koymaktadır. İçtihat ve ihya hareketlerindeki devamlılık da buna işaret etmektedir.” (S.60) diyen Necdet Subaşı’nın ifadesindeki “ana temeller etrafında” ifadesinden kastettiği Kur’an ve Sünnet mi, yoksa burada ifade edemediği başka bir durum mu olduğu net anlaşılmıyor. Çünkü cümlenin netleşmesi için kanaatimiz şu “İslam, kültür geleneğinde toplumun her daim Kur’an ve Sünnet ana temelleri etrafında güçlü bir şekilde güncellenmesi esasını ortaya koymaktadır.” şeklinde olması gerekirdi. Biz bunu bizim anladığımız mana olarak alarak “İslam, kültür geleneğinde her daim Kur’an ve Sünnet ana temelleri etrafında güçlü bir şekilde güncellenmesi” ifadesi ile içtihat kapısının kapanmadığını ve İslam toplumunun zamanla gelişip büyüdükçe ve yayıldıkça zamana ve mekâna bağlı çıkan ortaya problem olacak hususlara ihtiyaç duyuldukça Kur’an ve Sünnet merkez alınmak üzere yeni yorumlar ve içtihatlar yaparak çözüm bulması gerektiği şeklinde anlıyoruz. Necdet Subaşı’nın yukarıdaki cümleyi söyledikten sonra “modern”likten söz etmesi de aslında teknolojik kalkınma değil de çağdaş bir insan hakları kavramından bahsediyor gibi. Eğer sanayileşmiş, kalkınmış denilen ülkeler sağladığı askeri güç ve silah üstünlüğünü kullanarak başka insanlara saldırıp kurulu düzenlerini bozmasalar insanların birbirine saygılı, paylaşımcı, gelirin dengeli dağıtıldığı ancak astronomik fahiş gelirleri olmayan, kimsenin kimseyi sömürmediği, hakir görmediği, köle olarak kullanmadığı ırkçı bir yaklaşım göstermediği fakirliği paylaşan insanların da mutlu ve müreffeh olacağını göz ardı etmeyelim. Aslında medeniyet Akif’in dediği gibi “Tek diş kalmış canavar” olan teknolojik kalkınmışlık değil de içtimai hayatı düzenleyen beşerî ilişkilerin insani karakterde olmasıdır.

Necdet Subaşı’nın yukarıda yapmış olduğu Din Sosyolojisi ile Dini Sosyoloji ayrımına burada açıklık getirmekte ve Din Sosyolojisinin tarifini ve inceleme alanı belirlemektedir. “Din sosyolojisi din ile toplum arasında gelişen ilişkileri ve bu ilişkilerden doğan sonuçları ele almaktadır.” (S:66) dedikten sonra ele alınanların “toplumun dinsel ilgi, bağlılık ve yönelimleri” olduğunu ve Din sosyolojisinin esas incelemesi gerekenlerin “din değil, dinin toplumsal görünümleri” olduğunu izah eder. Din sosyolojisinin dinin ya da din olma iddiasındaki bir görüşün içeriği veya dinsel değerini yani dinin kendisini ya da vaz ettiği hükümleri incelemediğini ortaya koymaktadır. Necdet Subaşı Din sosyolojisinin inceleme alanlarını ele alırken bura da karşımıza başka bir kavram daha çıkarıyor. Din Psikolojisi dediği kavramı da “bireyin içsel dünyası”nı (S.67) yani dini düşüncenin bireyin ruhi yapısında oluşturduğu etkiyi ele alan bir kavram olarak tarif etmektedir.

Dinin miadının bittiği ya da gücünün artık bir daha toparlanmayacak derecede kırıldığının verili bir bilgiye dönüştürüldüğü bilimsel bir kabul dünyasında sosyolojinin kurucu tasavvurunun da bu beklentilerden bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değildir.” (S:68) diyen Necdet Subaşı bilimin dine bakış açısının tarafsız gözlemlere dayanan bilimsel verilere dayanmadığını aksine peşin hükümlü ve dinin bittiğine dair ön kabulleri olan bir bakış açısıyla yaklaştığını ifade etmektedir. Hatta neredeyse Sosyolojinin de başlangıçta bilime din hakkında ön kabuller üreten sakat bir bakış açısıyla radikal çıkışlar yaptığını ve zaten evrimci ve pozitivist yaklaşımların rehberliğinde şekillendiğini ancak Din sosyolojisinin bugün kendisine daha makul bir yol çizdiğini ancak geçmişte din karşıtı bir enstrüman olması dolayısıyla da güven problemi yaşandığını izah etmektedir.

Necdet Subaşı, dinin “sosyal hayattan çekildiği”ni savunanlara karşı Thomas Luckmann’ın “görünmez din” kavramından yola çıkarak “Yeni Dünya sistemi içinde, laik siyaset ve seküler hedefler doğrultusunda zayıf pozisyonlara ikna edilmeye çalışılan dinlerin giderek kendilerinden daha fazla söz ettirecek bir şekilde toplumsal yapıda yer aldıkları bariz bir şekilde gözükmektedir.” (S.73) ifadesiyle toplumdaki laiklik ve sekülerizmin dini ortadan kaldırmadığını aksine bu oluşumlara rağmen dinin toplumsal yapıda kendisine bir yer açtığını ve var olmaya devam ettiğini izah etmektedir. Türkiye’nin yüzyılı aşkın sürede kendi içinden beslenerek ve seküler dünyadan kaynaklanan dış etkiyle yaşadığı tecrübeler göstermektedir ki din ne bağnaz bir baskının sonucu köktenleştirilip radikalleştirilebilmektedir ne de laik ve seküler etki dini yok edebilmektedir. Toplum kendi dinsel ihtiyacına yönelik yeni dini adetler ve müesseseler icat ederek dini yaşatmaya devam etmektedir.

Necdet Subaşı dindarlığın arttığı hususunda “dindarane sadakatin çok sayıdaki yolunun varlığı, nispiliğe imkân veren bir yorum çeşitliliği içinde ele alınabilir.”  (S.86) ifadelerini kullanarak Allah’a giden çok sayıda yolun mevcut olduğu ancak dindarlığın artışını ölçmeye çalışanların ancak bu yolardan gidenlerin müsaade ettiği kadarını ölçebilir. Dindarlığın yolları tam ve eksiksiz olarak kendini izhar etmez, dolayısıyla da gözlemci ancak bu dindarların ölçülmeye çalışılan dindarlıkları nispi olarak ölçülebilir. Dindarlıkları ölçmeye çalışmak isteyenler sorulması gereken ölçmek istenilen nicelik mi, nitelik mi? Dindarların ne kadar çok olduğumu yoksa dindarların ne kadar mükemmel oldukları mı sorulmalıdır. Eskilerin “iman artar mı eksilir mi?” sorusu gibi “inananın sayısı mı artmalı, kalitesi mi artmalı” şeklinde sorulabilir. Dindarlığın artıp atmadığının araştırılmasında “dindarlığı artan kimsenin hiç kimseye faydası olmayan sadece kendisi ve Tanrısı arasındaki ilişkiyi ilgilendiren ibadetleri mi art yoksa kendinden fedakârlık yaparak -mal mülkünden sonsuz yardımlar ya da gücü yetmeyenlere bedene çalışıp bütün işlerini yapmak suretiyle- başkalarına yardımcı olduğu ibadetleri mi artı yoksa her ikisi de arttı mı?” asıl sorulacak soru budur.

Necdet Subaşı “Din Sosyolojisi” adlı çalışmasında dinin toplumsal etkisini incelemek için “Din Sosyolojisi”nin “Usul” nedir sorusuna cevap aramış ve genellikle bu “Usul ve Metod”un neler olduğunu ortaya koymaya çalışmış bunu yaparken de bazı örneklerle ortaya koyduğu “Usul” unsurunu açıklamaya çalışmaktadır.

Necdet Subaşı Din Sosyolojisinin Türkiye’deki halini “[Din Sosyolojisi] kendisini, Türkiye’de düşünce dünyasının laikleşmesi sürecinde resmî ideolojinin hedeflerine denk düşüren bir bilim haline getirmiştir.” (S.96) izah etmeye çalışırken resmi, ideoloji olan Kemalizm ve laikliği Din Sosyolojisini kısıtlamakla ve kendi güdümü altına almakla suçlandırmakta ve bu yüzden Din Sosyolojisinin bağımsız bilimsel araştırmalar yapamadığını sanki resmî ideolojinin hedeflerini kendi bilimsel hedefleri gibi ele aldığını ifade etmektedir. Bu ifade edişi daha da netleştirerek “Günümüz Türkiye’sinde bu yöndeki [Din araştırmaları] araştırmaların çoğu, büyük ölçüde laiklik ve laikleşme konuları çerçevesinde yoğunlaşmıştır. İlahiyatçılar, dindarlar, siyaset bilimcileri, sosyologlar ve ideologlar, ürettikleri teorilerini, tartışma ve tahlillerini, münazara ve karşı hükümlerini hep bu konu çerçevesinde ortaya koymaktadırlar. Nihayet Türkiye’de olumsuz anlamdaki laiklik düşkünlüğü, din araştırmalarını önemli ölçüde fakirleştirmiştir; çünkü bu yolla dini araştırmalar, psikolojik ihtiyaç, kültürel önem, alışıla gelmiş davranış biçimi, sosyal değerler ve kısmen de olsa kuramsal ortam şeklindeki kendine has gerekli çerçevelerin dışına itilmiştir.” (S.99) ifade etmektedir. Ancak bu ifadeleri yazan kişinin bir zamanlar Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığında Strateji ve Geliştirme Başkanı olarak görev almış olması da aslında resmî ideoloji dediği engelin kendisine bile engel olmadığını da gösterir.

Necdet Subaşı alimi; “bilgiye sahip olmak ve onu yerli yerinde kullanmak anlamında bir toplumsal statü göstergesi” (S.105) olarak tarif ettikten sonra Ulemayı da; “geleneksel İslam toplumunda dinin hem yorumlayıcısı hem de onun gündelik hayattaki karşılıklarını izleyen, süreklilik taşıyan bir uzmanlar grubu” (S.105-106) olarak tarif eder. Ayrıca alimlerin toplumdaki yeri konusunda da “her bir alim toplumsal statüsünü sahip olduğu bilgiyle ya da bu bilgiyi sosyal gerçeklik dünyasıyla buluşturmanın yanı sıra kendi öznel dünyasına yansıtma babasıyla da kazanmış oldu.”  (S.106) tespit ederken alimin bilgisi çokluğu, bu bilgiyi toplumun problemlerini çözmekte kullanma marifetini gösterdiği ve aynı zamanda nefsine de uyguladığı kadar toplumda itibar kazanacağını yani alimin ‘ilmiyle amil olması’ gerektiğini de işaret etmektedir. “Batılı bilgiye hazırlıksız yakalanan İslam Dünyası, çok kere kendi bilgi kodlarıyla yüzleşmek zorunda kalacağı bir medeniyet kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Öte yandan geleneksel ulemanın, formüle edilmiş bir dinselliği, hayatın bütün alanlarına yaymaya girişiminin de toplumdaki diğer çıkışlara önem vermediği oranda var olan hareketliği dondurduğu inkâr edilemez.” (S.109) diyen Necdet Subaşı Batının bilimi dediği pozitif bilimlerde Müslümanların geri kaldığını ve dolayısıyla yanlış bir isimlendirme ile de olsa Medeniyet problemi yaşadığını kalıplaşmış bir dini yaşantının ulema tarafından hayatın bütün alanlarına yaymaya çalışmanın da başka yerlerden bulunabilecek bilimi yakalama çıkış kapılarının da kapanmasına sebep olduğunu anlatmaya çalışmış ve kalıplaşmış dini ve bunu yayamaya çalışan ulemayı da problem olarak görmüştür. Günümüzde ulemanın yerini aydının (yazar, gazeteci, edebiyatçı) aldığını ancak nasıl ulemanın günümüz pozitif ilimlerine vukufiyeti yoksa aydının da İslami islimlere vakıf olmadığını ifade eden Necdet Subaşı yazar, gazeteci, edebiyatçı gibi günlük bilgileri kullananları aydın görmekte ve bir hataya düşmektedir. Aydın; Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik, Astronomi, Bilgisayar, Teknoloji vs. alanlarında günümüz ilmi seviyesini yakalamış aynı zamanda yeni bilgiler üretebilen kendi kültür ve medeniyetine de vakıf bilgili kişi demektir. Geleneksel İslam alim ve ulemasının vasfı İslami ilimler ile pozitif ilimlere uzmanlık derecesinde vakıf olmasıyla tebarüz etmiştir.

Grupları ele alan Necdet Subaşı Dini Grupları; Doğal Dini Gruplar ve Sal Dini Gruplar şeklinde iki kısma ayırmaktadır. Doğal Dini Grubu “Aile, kılan, boy ve kabile gibi çoğunlukla soy bağı özellikleriyle birbirine bağlanmış üyelerin dinsel birlikteliği” (S.113), Salt Dini Grubu da “sadece dini ilgileri etrafında oluşan ve belli bir dinin inanç, ritüel ve ahlak esaslarını kendisi için yegâne ölçüt olarak kabul eden toplumsal grup yapıları” (S.114) şeklinde tarif eder. Doğal Dini, Gruplardan din sanki aile içi bir din gibidir. Sal Dini gruplarda ise din o grubu kendisi etrafında toplar, grubun toplanma sebebi dini inancın kendisidir. Yalnız Salt Dini Grup mensupları bazen bilinen bir dinin herhangi bir inanç yorumu etrafında birbirine bağlanarak ana dinden ayrılırlar, bağımsız olarak hareket ederler. Dini gruplar dahilinde imam, cemaat, millet, ümmet kavramlarını ele alan Necdet Subaşı İslam dini açısından Cemaatin din kardeşliği esasına dayandığını (S.119) günümüzde ise cemaat denilince “sadece dinsel geleneksel bütünleşeme biçimleri değil, aynı zamanda ortak değerler başlığı altındaki dayanışma ağlarına da vurgu yapılmaktadır.” (S.120) Necdet Subaşı İslam toplumunda cemaat kavramının anlamında kayma olduğunu ve Müslüman olanların “din kardeşliği” çerçevesinde oluşturdukları genel bir grup olmaktan çıktığını ve “bugün cemaat ifadesi, genel Müslüman dünyasının tamamını ifade etmekten çok, bütünlük içindeki farklı ilgi, yönelim ve amaçlar etrafında bir araya gelen ve kısman örgütsel yapı özelliği taşıyan, yer yer modern yer yer geleneksel sayılabilecek şekillere bürünmüştür.” (S.120) Yani bütün toplumu inanç etrafında bütünleştirmekten ziyade aynı inanca sahip bütünden ayrılan farklılaşmış bir takım inanç parçalarının etrafında kümelenen özel bir dil, söylem ya da ritüelle kendini sınırlandıran ve örgütsel bir görünüm arz eden bir mana kazanmıştır. Millet kavramını Kur’an-ı Kerim’deki “Hz. İbrahim milleti” ifadesinden yola çıkarak Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği dine, İslam’a inanların oluşturduğu gruba, İslam milleti, millet dendiğini (S.124) ancak 19. Yüzyılda kavramın anlam kayması sonucu soy ve nesep temelli ulus manasında etnik bir mana ifade eder şekle dönüştüğünü Türk milleti, Fars Milleti gibi kullanılmaya başlandığını oysa millet kavramının ulus, budun, ırk, kavim ya da Batı dillerinde kullanılan formuyla nation hiçbir ilgisinin olmadığını ifade etmemektedir. Bu konuyu Durmuş Hocaoğlu’da Milliyet ve Türk Milliyetçiliğini ele aldığı yazılarında izah ve ifade etmiş, Türk milleti kavramının tarihin herhangi bir döneminde etnik bir manası var iken bugün bu etnik manayı da muhafaza ederek kültürel bir mana yüklendiğini ve Türk milleti kavramının içinde etnik olarak Türk ve kültürel olarak Türkleşmiş farklı kavimlerini bulunduğunu söylemiştir.

Bir tolumdaki “Düşünce ve görüş ayrılıkları sosyo-politik, sosyo-ekonomik, kültürel ve entelektüel ilgi ve yönelimlerden beslenir.” (S.126) diyen Necdet Subaşı “Mezhep, tarikat ve meşrep” kavramlarının da “dinsel toplumlardaki, dini, siyasi ve entelektüel ayrılmaları ifade etmek için kullanıldığını” ve mezheplerin ortodoksi ile heterodoksi şeklinde ikiye ayrıldığını söylemektedir. “Ortodoksi mezheple ilgili dinin ana gövdesini oluştururken heterodoksiler bu gövdeden ayrılmış yorumlar olarak bilinmektedir.” (S.126) İslam’da mezhepler dinin temelinde bulunmaz, İslam’ı yaşama konusunda Müslümanlara kolaylaştırıcı olarak yardımcı olacak yeni bir takım modeller sunan içtihatlara dayalı yoldur.

Tasavvuf kelimesinin sûf, saffet, ehl-i suffa, ya da saff-ı evvel terimlerinden türemiş olduğunu söyleyen Necdet Subaşı tarihte “Sufi” olarak anılan ilk mutasavvıfın Ebu Haşim el-Kufi  (S.130) olduğunu ve asıl adının Osman bin Şüreyk, künyesinin Ebû Haşim, nisbesinin de el-Küfî olduğunu ve es-Süfî olarak da şöhret olduğunu söylemektedir. Ayrıca Necdet Subaşı tasavvuf yolunu ve mutasavvıfları ikiye ayırmaktadır. “Ebu Said el Harraz, Cüneyd el-Bağdadi, Haris el-Muhasibi, Serrac, Kelebazi, Kureyşi ve Gazali gibi öncüler tasavvufun genel İslam söylemiyle mutabık bir çizgide gelişmesi için gayret göstermişlerdir. Bununla birlikte ortaya attıkları görüş ve düşünceleriyle Müslüman toplumda kelami/teolojik araştırmaların doğmasına ve derinleşmesine öncülük eden Beyazid-i Bestâmi, Hâkim et-Tirmizi, Hallac-ı Mansur, Ebu Said Ebu’l-Hayr, ve İbnu’l Arabi gibi mutasavvıflar da İslam dışı kültü,rlere açık etkilenimleriyle  dini geleneğin belli başlı kaynaklarına karşı açıkça mesafe koyan başta vahdet-i vücûd olmak üzere hakikat algısına yönelik çizgi dışı çıkımlarıyla istisnai bir yol izlemişlerdir.” (S.131) diyerek farklı iki tasavvufi anlayışı oraya koymkatdır.

İslam’da temiz olan her yerin her mekânın ibadet yapmak için uygun olduğunu ancak ibadet yapmak için ilk Hz. Muhammed tarafından yapılan ilk yere “mescid” dendiğin (S.134), Türkiye’de ise bu ibadet edilen yer “cami” olarak adlandırıldığını ancak Osmanlı döneminde içinde minber bulunmayan ve Cuma namazı kılınmayan yerlere “mescid” (S.135) denmesinin adet edinildiğini söyleyen Necdet Subaşı bizim de kendisiyle aynı kanaatte olduğumuz gibi “Cemevi”nin Alevilerin ibadet yeri olduğunu fakat “mescid”in değil de “dergâh”ın karşılığı olarak isimlendirilebileceğini (S.136) ifade etmektedir. Bu sakın Alevi kardeşlerimize bir dayatma olarak algılanmasın sadece Alevilerin de İslam toplumunun bir cüzü olduğunu düşünmekten ve onları İslam dışı sayan dış mihraklara karşı savunmak düşüncesiyle ilk ibadet yerinin de “mescid” olması hasebiyle ifade etmekteyiz.

Toplumsal Yapı”yı (S.145) toplumda bulunan insanların etkileşimini ve yaşamalarını sağlayan kurumların o topluma özgü düzeni olarak tanımlayan Necdet Subaşı, “Toplumsal Tabakalaşma” (S.156) toplumların değişim, yabancılaşma, sınıflaşma ve tabakalaşma yoluyla da farklılaştıklarını ve bu suretle toplumdaki değişimin oluştuğunu, bu konuda Marx, Weber, Durkheim, Spencer, Murdock gibi sosyologların tezler ileri sürdüğünü ifade eder. İslam’daki yabancılaşarak değişime âlim ve halk arsındaki farkı örnek veren Necdet Subaşı Hint Dinlerindeki Kast sistemindeki yabancılaşarak toplumsal katmanlaşmayı bu konudaki en net örnek olarak ele alır.

Batı düşüncesinin değişim konusundaki üç farklı yaklaşımını “1-Gerileme, yozlaşma ya da dinsel terimlerle, ilk günahla birlikte saflığını yitirme, 2-Birbirini izleyen gelişme ve gerileme dönemlerinden oluşan çevrimsel süreç, 3-Sürekli gelişim,” (S.173) şeklinde olduğunu ancak “19.yüzyıldaki değişimi salt ilerlemeyle eşit sayan eğilim artık yaygın bir kabul görmemektedir.” (S.176) diyerek salt ilerlemeyi tek yönlü devamlı bir değişim olarak kabul etmediklerini değişimin “geriye dönük, yıkıcı veya kültürel gecikmeyle karışık da” olabileceğini ifade etmekte ve çok yönlü, çok içerikli bir değişimden bahis açmaktadır. Her ne kadar yukarıda farklı bir anlayış otaya konulmuşsa da “Günümüzde yaygın olan bakış açıları değişme kavramının ilerleme, gelişme ve kalkınma edebiyatıyla ilişkili bir tarzda ele alın”dığını (S.178) söyleyerek tam zıddı bir anlayışın hâkim olduğunu ifade etmektedir.

Dinin değişime müspet veya menfi müdahil olduğuna göre isimlendirildiği, eğer ilerlemeci anlayışa paralele olumlu tutum aldıysa ilerici, eğer ilerlemeciliğe karşı tutum alıp itiraz ettiyse gerici olduğunu hatta dinlerin kurulu düzenlerin yanında ya da karşısında yer alarak taraf olduklarını bunu için de ikiye bölündüklerini tıpkı Fransız Devriminde, İran İslam Devriminde ve “Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamaları takip edildiğinde bir kısım ulemanın İstanbul’da Osmanlı bakiyesine sahip çıkarken bir kısmı ulemanın da Anadolu’da Milli Mücadele etrafında saf tuttuğu” (S.179) gibi ulemanın bölünmeler yaşadığını ifade etmektedir. Yani din ve din adamları yaşadıkları muhitten etkilenmektedir.

Fransız devriminden beri kullanılan ve günümüze kadar da anlam değişimi yaşamış olan “Zamanın Ruhu” (S.182)nu “Zamanın ruhu, bir anlamda Peygamberlerin ve entelektüellerin tarihsel rol ve statülerinden bağımsız olarak bizi kendi gerçekliğine tabi olmaya çağıran yeni bir idrak biçimine işaret etmektedir. Mevcut hayat tasavvurunu terk etmeyi, mesela geleneği tüm ağırlıklarıyla birlikte atmayı, hâlihazırdaki zihniyet dünyasıyla çekişmeyi öneren” (S.185) bir kavram olarak izah etmekte, ancak bu kavramın “meşruiyetinin kaynağı”nın tartışılmadığını ifade etmektedir. Zamanın Ruhu bakış açısının “İslam geleneği karşısında gündelik gerçekliğini değişken tabiatı dikkate alındığında her şeyden önce dinin temel sabitelerinin” (S.186) temsilinde sorunlu alanlar yaratığı söyleyerek İslam toplumunun son iki yüz yıllına damgasını vuran reformcu ve ihyacı gelenekler Zamanın Ruhu karşısındaki temel maceraları olarak görür. Türkyedeki zamnın ruhu savunucularından reformcular “Zamanın Ruhuna teslimiyeti önceleyen yaklaşımlar dinin yeni zamanlarda referans özelliğini kısmen yitirdiği iddiasından yola çıkarak İslam’ın reforma tabi tutulma noktasından son tahlilde baskın bir modernleşme dalgasına teslim olan radikal bir söylemde ısrarcıdırlar.” (S.186) ve bu reformculara gör İslam yeni zamanların ruhuna tabi kılınmalı, İslam kendi yük ve ağırlıklarından kurtulmalıdır. Zamanın Ruhunun İslam’daki diğer bakış açısını oluşturan ihyacılardır ki “Bu yaklaşımda hayatın sür git değişen yapısı, tabiat ve yönelimlerinin farkında olmak önemlidir. Burada baskın olan ana tema hayatı ıskalamadan, yorgun ve bitkin düşmüş, hayatın gerisinde kalmış, kuşatıcılık iddiasını yer yer kaybetmiş bir söylem haritasına müdahale etmek, sabitelerle olan irtibatı yeniden güçlendirerek güçlü idrak biçimlerine yönelik kalıcı bir dil kurmaktır.” (S.186)

Modern dünyada bireyin fert olarak değer bulduğu ve modern bireyciliğin cemaat, din ve toplumun ortak yaşama duygusunu yok etiğini ve dolayısıyla çözülmeye sebep olduğunu ancak İslam’ın bireye “sorumluluk yüklenilen fert” gözü ile baktığını ve dolayısıyla modern dünyadan ayrıldığını ifade eder. “İslam’da hiçbir kimse başkasının sorumluğunu üstlenmemektedir, yine İslam’da herkes kendi yükümlülükleri oranında Allah tarafından muhatap kabul edilmektedir. Yanı sıra bütün bunlar erginlik ve akılla ilişkilendirilmektedir.” (S.189-190) Geleneksel süreçte İslam insanı birey olarak altını çizmemiş görünse de “İslam’a ilişkin sıradan bir okumada bile açıkça fark edileceği gibi, Allah, müminleri, kendine inananları birer ‘nefs’ olarak tanımlamakta, sorumluluk ve görev tayininden ödüllendirme ve cezalandırmaya kadar varan hemen her vurguda iradenin bizzat sahibi olan insana dikkat çekmektedir.” (S.190) diyen Necdet Subaşı dinin tarihi süreçte kemikleşmiş kavramıyla günümüzün verili koşullarında bir anlam kazanan kavramların birebir örtüşmeyeceğini de ifade eder. Kısaca Modern Dünyadaki birey ve fert kavramı İslam’ın birey ve fert kavramı üzerine yüklediği mana ile örtüşmeyeceği Modern dünyaya ait birey toplumsal bütünlüğü parçalayan bir görev ifa ederken İslam toplumuna ait birey yüklendiği sorumluluklarla toplumsal düzeni sağlamak, toplumsal düzenin bozulmasının hesabını yüklenmiş gibi bir görev ifa eder.

Necdet Subaşı’ya göre Din üstüne oturduğu dili zamanla dönüştürür ve bütün kavramlar dini manalara yüklenerek dini kavramlara dönüşür. Dini kavramlar da günlük hayatın içinde zamanla toplumda yeni bir zihniyetin oluşumun sağlar (S.195).

Dinin küçümsenmeyecek bir ekseriyetinin aile içinde yaşanması dolayısıyla aileyi dinin etkisine açık kurumların başında sayan Necdet Subaşı, “Yanı sıra aile, din ile kişi arasındaki irtibatı sağlayan en önemli iletişim kanallarından biri sayılmaktadır. Hatta bu hat, büyük dinsel organizasyonlara kuşaklar boyu yeni üyeler kazandırmanın devamlılığını da temin etmektedir.” (S.198) diyerek dinin doğumdan ölüme kadar kişinin hayatı ve karakteri üzerine kutlanan dini ritüeller ile tesir edip inşa ettiğini savunur. Necdet Subaşı dinin ve dindarların topluma, aileye ve bireye etki edecek, yön verecek temellerinin modern zamanın insanına ulaşmasında ihtiyaçlara cevap verecek bir ihya hareketi başlatıp dönüşümü sağlayamadığından bahsetmeksizin diğer yerlerde olduğu gibi burada da topu Türk modernleşmesinin üzerine atarak Türk modernleşmesinin ailenin geleneksel gövdesini hırpaladığını ve modernleşmenin gündelik hayatı her türlü geleneksel çağrışım ve değerden uzak tutmak ve devrimlerin dönüştürücü mantığını geçerli kılmak aileyi besleyen temel unsurların sekülerleşmesine yol açmış (S.200) olduğunu savunmaktadır. Bunu söyleyebilmek için “gâvur icadı” denilen ilmi ve teknolojik buluşları ve yıktırılan rasathaneleri de hesaba katarak dinin çağdaş insanın ihtiyacını karşılayabilecek toplumsal dönüşümü neden sağlayamadığının sorgulanması gerekir.

Necdet Subaşı’ya göre sadece okul sistemiyle sınırlandırılamayacak eğitim sistemi ve bireyin toplumsal kişilik ve kimlik kazanmasını sağlayan eğitim aslında “bir biçimlendirme, yapılandırma ve bilgilendirme aracı olarak işlevsel bir rol üstle”nmektedir (S:201).

İnsanın düşünce ve amaçları doğrultusunda insan eliyle yaratılmış her şeyin kültür (S.203) ve kültürün dinin özünün yeniden yapılandırılması (S.205) olduğunu söyleyen Necdet Subaşı İslam toplumlarında karşılaşılan kültürel Müslümanlık hususunda da “Nitekim İslam toplumlarında kültürel Müslümanlık formunda gelişen bir mensubiyet duygusuyla da dine bir bakiye olarak bakılmakta ve onda dinselliğin yanı sıra kültürel niteliklerin de içine katıldığı bir referans özelliği bulunduğu iddia edilmektedir.” (S.203) diyerek kültür temelli atıfların dini temelli olanları gölgelemeye çalıştığını savunmaktadır.

Necdet Subaşı dinin (İslam’ın) hukuk sistemlerinde belirleyici bir unsur olduğunu ve bunu da teokrasi ve seküler sistemleler yoluyla yaptığını, İslam’ın Selçuklu ve Osmanlı hukuk sistemi tecrübesinde din hem hukuksal düzenin bir parçası hem de siyasal/toplumsal sahada meşruiyetin kaynağı olduğunu ayrıca Şeriat ve örf bileşenleriyle Türk hukuk sisteminde din, toplumsal yapının temel yönelimlerini besleyen, kollayan ve kuşatan bir sistem olarak ifade eder (S.207).

İslam toplumlarında sadece ekonomi değil diğer kurumsal yapıların da dinin temel ölçütleri nezdinde onay alması gerekliliği bilinmektedir.” (S:210) diyen Necdet Subaşı “toplumsal yaşamın bütün üniteleri[nin] bir meşrulaştırma ihtiyacı” (S:210) duymasından kaynaklı olarak dinin taşıdığı mihenk taşı olma vasfı dolayısıyla “ekonomik yapılar, bunlardan doğan eşitsizlikler, sınıfsal ayrışmalar ve gerilim noktaları vs. gibi hemen her konu dini değerler ekseninde ele alınıp çözümlenmektedir.” (S:210) Necdet Subaşı ayrıca İslam’ın, temel ekonomik faaliyetlerin ahlaki ölçülere riayet eden faaliyetler olarak gelişmesine müsaade ettiğini ve insan temelli bir huzur arayışı (S:210) içinde olduğunu ifade etmektedir.

Müslümanlar daha başta adil ve ahlaklı bir yönetime ulaşmak için toplum yönetiminin hangi temeller ve sabiteler üzerine oturtularak yönetilmesini tartışırken daha sonra ortaya çıkan Şia, Haricilik, Mutezile gibi mezheplerin ortaya çıkış sebebinin de siyasete dayandığı ve bu mezheplerin kendilerini meşrulaştırmanın yolunu da dönüp yine dinde aradıkları tespitlerini yapan Necdet Subaşı bu konuda müstakil eser verenler arasında İbn Haldun, Farabi, Gazali, Maverdi gibi âlimler zikretmektedir.

Ahlak tarih içinde yer yer dinlere bağlı olarak ortaya çıkmış ve her din, belirli bir yaşama biçimi öngören ahlak anlayışını kendi içinde barındırmıştır. Bununla birlikte ahlak kuralları dinsel kurallardan ayrılır. ” (S.215) ifadeleriyle toplumda yanlış anlaşılan ve ahlakın dinden başka evrensel kurallar olduğunu savunanlara da cevap vermiş ve her dinin kendisine has bir yaşama biçimini ahlak anlayışı olarak oluşturduğunu da ortaya koymaktadır.

İslam aşkın bir dindir; modernleşme ise insanı merkeze alan seküler bir faaliyettir. (…) İslam’ın modernleştirilmesine ilişkin her öneri, zaman zaman dinin reforma tutulmasına ilişkin politikalarda olduğu gibi şiddetle reddedilir.” (S.217) İslam ve modernleşme birlikte zikredilince her zaman İslam’ın vahyedilen kaidelerinde reform yapılacakmış gibi düşünülerek bir karşı çıkış söz konusu olmuştur. Burada problem olan ise problemin kaynağı olan modernliğin ne olduğunun ve İslam dünyasının neye değişim ihtiyacı duyduğunun -etrafını cami ağyarını mani- bir tarifinin yapılmamasındandır. İslam dünyası önce dinin itikadî iman esaslarını içeren hükümlerinde mi değişim istiyor yoksa günlük maslahata ait ve daha sonra 1400 yıl boyunca İslam müctehidlerinin vermiş olduğu fıkhî kararlarla oluşan İslam hukuku dediğimiz kuralların ihtiyaç duyulan bazılarında mı değişim istiyor bir karar vermelidir. Dinin iman esasları olan kurallarında değişim olmaz çünkü o zaman İslam olmaktan, Müslüman kalmaktan söz edilemez, ancak içtimai hukuk dediğimiz toplumu düzenleyen fıkıh kuralları ile önceleri uygulanmış örfi hukuk kurallarının değişmesi gereken değiştirilerek ve yeni konulması gereken kurallar konularak ihtiyaçlar giderilir. Modernlik de Batının her yaptığı modernite olarak kabul edilemez. Teknolojik icatlar bir tarafa bırakılırsa teknolojik icatların savaşlarda kullanım anlayışı Müslümanlarda daha hümanist iken Batılılarda “tek dişi kalmış canavar” misali farklıdır. Eğer modernlik diye Batının bu insanlık dışı davranışını da alacaksak olmaz olsun böyle modernlik. Kaldı ki dinler insanları medeniyete ve insanlık âlemine hürmet ve saygıya davet ederken değiştirilip yerine toplumu hercümerç edecek bir anlayışı modernlik diye almamız mı gerekir. Yani modernlik teknoloji ve ilimde ilerleme ise bizim kabulümüz ancak bunların yanında onların sapkın dinlerinin ürünü olan kültür ve medeniyet anlayışından kaynaklanan ve insanları süflileştiren toplumsal kurallar ise bunlara dur demeliyiz. Osmanlı ve Türkiye modernleşmesini ele alan Necdet Subaşı Osmanlı modernleşmesinde dini Batılılaşmanın meşruiyet kaynağı olarak görürken Türkiye Cumhuriyetinde Batılılaşma asıldır ve din gerekirse Batılılaşma için kullanılacak bir işleve sahiptir. Osmanlıda batılılaşma araç olarak görülürken Türkiye Cumhuriyetinde asıl olarak görülmektedir (S.219). Günümüzde Türkiye Cumhuriyetindeki bir modernleşme olarak örnek verebileceğimiz İHA, SİHA teknolojik gelişmeleri göstermektedir ki mesele teknoloji değil teknolojinin arkasındaki medeniyettir. İHA ve SİHA karşı çıkan Müslüman yok çünkü ürünü üretim amaçları doğrultusunda kullanmak anlayışını sağlayan dinimizin oluşturduğu İslam Medeniyetidir. Medeniyet de dini kökenli olması dolayısıyla muharref dinlerin medeniyetlerinin icadı modernliklerin ardında oluşan kültür yanlış olmaktadır. Atom bombasının masum halkın üzerine atılması anlayışı, İsrail’in Gazze ve Lübnan halklarına yaptığı dengesiz bombardıman ve Siber saldırılar gibi. Şu ifade “Modernlik Batı’da ortaya çıkan, gelişip olgunlaşan değerlerin bir skalası olarak önem kazanır.” (S:221) göstermektedir ki Modernlik Batı’nın ürettiği medeniyet olarak görülmektedir. Maalesef İslam Medeniyeti Hristiyan Medeniyetini kabul etmez. Çünkü İslam en son vahyedilmiş mükemmel dindir. Müslümanların ona layık olamaması İslam’ın kusuru değil Müslümanların kusurudur. İnsanoğlu hep batıla meyyal ola gelmiş ve defalarca Rabbi tarafından doğru yola iletilmiştir. Nihayetinde Necdet Subaşı bizim de katıldığımız doğru ifade tarzının “Müslüman modernleşmesi” (S.224) şeklinde olması gerektiğini söylemektedir.

Necdet Subaşı’nın “Türkiye’nin Batılılaşma üzerinden modernleşme arzusu kendi dışında oluşan bir baskının ürünü değildir.” (S.224) ifadesi aslında yıllarca üzerinde spekülasyon yapılan Türkiye Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve laiklik tercihi konusunda Batının dayatması diyenlere de bir cevaptır. Kaldık ki Türkiye’nin modernleşmesinin başlangıcı III. Selim ve II. Mahmut dönemlerine kadar geri gider. O zamanlarda bugün Türkiye’de Batılılaşma adına yapılmış çoğu şey tartışılmış ve denemeleri de yapılmıştır. Tıpkı Latin alfabesinin kabulü gibi daha Osmanlı İmparatorluğu zamanında telsizlerin kullanılmaya başlamasıyla askeri birlikler arasında çekilen telgraflarda Osmanlıcayı Latin harfleri ile ifade etmenin tercih edilmesi en güzel örnektir.

Necdet Subaşı Batılı iki kavram olan laiklik ve sekülerlik hususunda sarf ettiği “Laiklikle, dinin devlet işlerinden elini çekmesi öncelenirken, sekülerlikle de dinin gündelik hayata içendeki görünürlüğünün azaltılması hatta zayıflatılması hedeflenmektedir.” (S.230) cümlesiyle laiklik ve sekülerlik kavramlarına çalışma alanı tayin etmiş birbirinin yerine kullanılmasının önüne geçmiştir.

Cumhuriyet modernleşme deneyimi din konusunda ihmalkârdır. (…) devletin dikkatine çok düşük bir düzeyde muhatap olabilmiş ve neredeyse gözden çıkarılmıştır.” (S.231) Aslında başta din konusu Cumhuriyette Anayasaya “Devletin dini İslam’dır” maddesini koyarak ve Saltanat ile Halifeliği ayırarak doğru bir istikamette gelişme gösterirken daha sonra hem Anayasadan “Devletin dini İslam’dır”  maddesi çıkarılmış hem de Halifelik makamı kaldırılarak halifelik görevi Büyük Millet Meclisinin manevi şahsiyetine tevdi edilmiştir. Aslında Osmanlıdan devir alınan güçlü bir İslam devleti anlayışı ve halifelik Türkiye Cumhuriyetini kuranların elini güçlendirecek, dini muhalefetin elinde bir itiraz aracı olarak kullananlara karşı ve geçmişe siyasal rejim manasında duyulacak özlemi azaltacak bir enstrüman olarak işlev görmesi, daha sağlıklı ve daha samimi olarak bu enstrümanlara tutunarak modernleşme ile kastettiğimiz teknolojik ilerlemenin ilk adımları daha güçlü gerçekleştirilebilirdi. Her ne kadar halifelik kaldırılmakla elleri zayıflamış olsa da Diyanet İşleri Başkanlığı kurarak bir nebze bu kaybedilen destek temin edilmeye çalışılmıştır. Eğer bizim ifade etmeye çalıştığımız gibi dinin modernleşmeye destek olması Cumhuriyetin kurucu önderleri tarafından istenseydi Necdet Subaşı’nın ifade ettiği gibi “belki din, bugün tanık olunduğu gibi, toplumda bir cepheleşmenin başat bir ögesi olmayacaktı.” (S.232)

Tarihin ilk önce “kutsal tarih” olarak dini yaşanmışlıkların tarihi olarak başladığını ancak sonradan tarihin ve sosyolojinin sekülerleştiğini profan-din dışı bir tarih ve sosyoloji insan eliyle oluşturulduğunu ifade eden Necdet Subaşı buna rağmen seküler ve laik modern dünyada da insanın kutsallaştırmalara devam ettiğini düşünmektedir. “Oysa [insan] kendisini ister dinsel ya da dinsel olmayan [profan], isterse inanan ya da inanmayan olarak tanımlasın, insan her zaman değişik dereceler ve araçlarla temel faaliyetlerini kutsallaştırma eğilimindedir.” (S.252)

Kemal Karpat’tan yaptığı alıntıda Necdet Subaşı Cumhuriyet Türkiye’sindeki dini politikalara müdahale eden ve biçimlendiren anlayışın aslında dini yok etmek için değil de geçmişten gelen eski rejime bağlı devletin temel referansı olan dinin tarihsel bir gelenek içinde muhalefet dilini kullanarak Türkiye Cumhuriyetine karşı oluşundan hareketle Cumhuriyet taraftarı bir din oluşturmak için olduğunu söyler. “Gerçi bütün bu çabalar [Cumhuriyetin dini düzenleme ve kontrol çabaları], dini yok etmek şeklindeki kolaycı kestirmelerle açıklanmaya hiçbir zaman izin vermez. Burada söz konusu olan, öteden beri devletin ideolojik aygıtları arasında yer aldığı düşünülen dinin, bundan böyle de yeni rejimin tabiatına uygun bir şekilde düzenlenmesine ihtiyaç duyulmuş”tur (S.269). CHP tarafından dinin ihmal edilmesi ve nihayet yine CHP tarafından dinin ihmal edildiğinin farkına varılıp bizzat devletle özdeşleşen CHP tarafından nispi dini bir rahatlama olarak değerlendirilebilecek adımların atılmasına rağmen DP’nin fark edilir bir üstünlük ile iktidarı ele geçirmesini önleyememiştir (S.272).

Necdet Subaşı DP eli ile ezanın tekrar Arapça okutulması ve dini politikalardaki değişime rağmen demokrat Parti siyasi kadrolarını dindar bulmaz ve bunu “Aslında DP önderlerinin çoğunun, kişisel düzeyde dindar olduklarına ilişkin bir gözlem Kemalist seçkinler tarafından bile dile getirilmemiştir.” (S:275) diyerek CHP’nin laik politikalarını uygulayan kadro ve önderlerinin zihniyetiyle DP kadro ve önderlerinin zihniyetinde pek fark göremediklerini ancak benzer zihniyete mensup farklı kadrolar eliyle dini politikalarda ters bir uygulama gerçekleştirildiğini ifade ederken bunun da “dini hayatın canlandırılması konusunda devletin DP’yle birlikte bir rota değişikliğine gittiği” (S.275) ifadesinde olduğu gibi devlet eliyle yapıldığını ifade eder. Görüldüğü gibi CHP ile DP kadrolarının dindarlık bazında birbirlerinden pek de farkları yoktur. Cumhuriyetten yaşça daha büyük bir Cumhuriyet zengininin “iki duble viski içiyorum uyuyorum kalkınca iki duble viski daha içip namaz kılıyorum” dediği gibi ya da bir siyasi parti genel başkanının “ben cumayı evde kılıyorum” demesi gibi din ile alakalı olmayan dini olmayanları da dini sayan siyasi kadrolara benzeyenleri Allah’ın hikmetiyle dine hizmet ettirilmişlerdir.

Tipoloji ve ideal tip oluşturma ve Dindarlık ölçümlerinin (S.294) hala diğer dini alanlarla ilgili araştırmalarda olduğu gibi Hristiyanlık ve Yahudilik orijinli bir yapıya ilişkin ölçümler en kestirme biçimde İslam için de geçerli sayılarak bütün yanlış ve çarpıtmalar aynen kopyalanarak tatbik edilmeye çalışılmaktadır. Necdet Subaşı’ya göre “Dünyevileşme/sekülerleşme süreci dindarlık tipolojilerini değiştirmiş ve yenilerini eklemiştir.” (S.306)

Türkiye’deki laikliğin değerlerle eylemlerin tutarlı bir projesi olmadığını söyleyen Necdet Subaşı bunu da “ortaya çıkan sonuçlar ne sıkı laiklik yanlılarını tatmin edebilmekte ne de dinsel taleplerinden vazgeçmeyen çevrelerin duygusal bir iyimserliğe izin vermeyen tarihsel tecrübelerinden yeni bir model inşa etmelerine izin vermektedir. Tersine Türkiye’ye özgü laiklik uygulamalarının her iki tarafın hışmına maruz kaldığına sık sık tanık olunmaktadır.” (S:301) şeklinde izah etmektedir.

İslam dünyasındaki dini hareketlerin etkinleşmesi ve Batı dünyasındaki seküler eğilimin zayıflaması Türkiye’deki dini hayatı da müspet yönde etkilemiş, 12 Eylül 1980’de yönetime el koyan askeri idarenin popülist yaklaşımları da dinsel yaklaşımları meşrulaştırmıştır (S.308). Hatta “Modernleşmenin kendi tabiatı da dinsel eğilimleri etkilemiştir. Artık modern kavramlarla kendini inşa eden yeni bir Müslüman düşüncesinin yolları açılmıştır.” (S.308) bu değişime de modernleşmenin görünür tezahürleri olan göç, eğitim ve öğretimdeki gelişmeler, kentleşme, kentlileşme gibi sosyolojik olaylar etki etmektedir.

Batıdaki reformasyon anlayışının eksiksiz ve mükemmel olarak inmiş dinin mensupları Müslümanlara kabul ettirmenin güçlüğünden bahseden Necdet Subaşı İslam’da reformasyondan bahseden batılı araştırmacı ve düşünürlerin bu düşünceye kapılmalarının sebebini aslında İslam’daki geleneksel Tecdîd, İhya ve Islah ile ilişkilendirmelerinden kaynaklandığını (S.315) düşünmektedir.

Her ne kadar biz sıradan Müslümanlar İslam’da içtihad kapısının kapanmadığını düşünüyor olsak da konunun hem uygulayıcı yetkin bir makamda olması hem de düşünce üreten bir ilim adamı vasfına sahip olan bir uzman olması dolayısıyla aksi yönde görüş beyanı ile “Ne var ki zamanla fıkıhçılar yetkin olmayan kişilerin de içtihat yapabileceğinden endişelenerek fıkhî çıkarım kapısını kendilerine ve kendilerinden sonra gelenlere kapatmayı tercih etmişlerdir. Bu gün içtihat kapısının yeniden açılması için bu eşik, modern ihyacılar tarafından sürekli olarak zorlanmaktadır.” (S.315) diyerek içtihat kapısının kapandığını savunmaktadır. Ancak içtihat kapısının açılmasıyla asıl amaçlananın da ulemanın dinsel külliyat üzerindeki tekelinin kırılarak bireysel bir dini çabanın sonucu herkesin anladığı kadar ya da anlama çabasının ürünü olan bilgi kadar bir din anlayışının öncelenmesinin hedeflendiğine de işaret etmektedir. Aslında din bizim bireysel kendi istek ve arzularımıza göre hüküm tesis etmez. Din hükümlerini kitap ve sünnete dayanan bir akıl süzgecinden geçirerek tesis eder.  Biz Müslümanlar da İslam’ın bu şekilde vazettiği hükümlere hayatımızı uygunlaştırmaya çalışırız. Necdet Subaşı’ya göre İslami “gelenek içinde tecdit ve ıslah, geçerlilikleri ilerleme kavramına bağlı olmayan birer değişim arzusuyla sınırlıdır.” (S.320).

Necdet Subaşı’ya göre Türkiye Cumhuriyetindeki modernleşmenin sebeplerinden biri “bidat ve hurafeler şeklinde tanımlanan davranışların din ile ilişkisinin kesilmesine bağlı olarak, sağlam ve ölçülü bir dindarlığın temelinin yeniden atılabileceği düşünülmüştür.” (S.330) Aslında Tanzimat’tan beri Türk modernleşme taraftarlarının asıl amacı Müslümanların geri kalmasına sebep olarak gördükleri İslam’ın içine girmiş bidat ve hurafeleri temizlemek ve İslam’ı Hz. Muhammed ve ashabının zamanındaki asıl yapısına kavuşturmaktır. Müslümanlar aslında İslam’ı geri kalmalarına sebep olarak görmemişlerdir, geri kalmaya İslam’a girmiş bidat ve hurafeler sebep olmuştur. Modernleşmenin sebeplerinde birsi de “[Cumhuriyet önderlerinin] ağırlıklı talebi dini olabildiğince yeni rejimin güçlü bir sacayağı haline getirebilme”ktir. (S.333)

Necdet Subaşı İslam içinde insan eliyle oluşturulan bidat ve hurafeler ile kendini İslam olarak isimlendiren sapkın küçük fırkalarla mücadeleyi hiç hesap etmeden Türk Modernleşmesini “İslam’ın devlet denetimi altında tutulması tercih edilmiştir.” (S.335) diyerek İslam’a serbesti vermemekle itham etmektedir. Ancak yüz yıl sonra Atatürk ve Türk modernleşmesinin açtığı yoldan günlük dini hayatlarını yaşamanın yanında yeni taraftarlarda edinerek demokratik yoldan hem de Atatürk’ten daha fazla –Erbakan ve Tayip hükümetleri süresince- iktidarda kalacak şekilde kendi siyasal iktidarlarını kurmaya fırsat vermesi konusunda hiçbir şey söylememektedirler. Dinde reform yapmak ile bidat ve hurafelerle mücadele etmeyi ayırmak gerekir. Dinde reform isteyenler aslında yeni bir din öngörmüşlerdir. Reform adına bazı önerileri de akim kalmıştır. Kısaca Türk Modernleşmesinde din sorunu iki farklı açıdan ele alınmıştır. Birincisi bidat hurafeler ve aşırı sapkın düşünce akımlarıyla mücadele şeklinde ikincisi de İslam’ı Batı düşüncesine göre reforme etmek. İlki kısmen başarılı olmuşsa da ikincisi önü açık bırakılmış muallâktadır.

Necdet Subaşı Toplumsal statü ve nüfuz elde eden insanın sosyal statüsünü ortaya çıkarmak için bir rol yaptığını ve bu role sosyal rol dendiğin sosyal statünün sadece sosyal rollere dayanmadığı aynı zamanda toplumda geçerli değerlere de istinat ettiğini “Sosyal Statü, başkalarının bizim ne olduğumuz hakkındaki düşüncelerini, sosyal rol ise başkalarının bizim yaptıklarımız hakkındaki düşüncelerini yansıttı”ğını (S.345) ve bu kavramların içi içe geçmiş vaziyette kişinin statüsüne uygun davrandığını ya da davranışlarının statüsüne uygun olup olmadığına dikkat ettiğini izah etmektedir. Necdet Subaşı ayrıca sosyal statü ile birlikte dini itibar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde şeyh, seyit ve molla denilen dini önderleri ortaya çıkardığını, aşiret olgusunun Nakşibendîlik ve Şafi mezhebinden beslendiği, yerleştikleri coğrafyanın sağladığı imkân sayesinde Türkçe, Farsça, Arapça ve Kürtçe dillerine hâkim olan mollaların Hindistan’da Farsça konuşan ve yazan Müslümanlar ile Türkçe ve Arapça konuşan diğer Müslümanlar arasındaki ilişkilerde tarihsel anlamda kültürel aracılık vazifesi gördükleri, Mekke ve Medine de ders veren mollaların Endonezya kadar tesir ettiklerini ifade etmektedir (S.354). Necdet Subaşı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da dini statü ve mevki elde etmenin yolunu “bölgede dini etkiye sahip bir mevki ve statü elde etmenin, dinsel bir itibar kazanmanın iki ana yolundan rahatlıkla söz edilebilir. Bunlardan bir tamamlandığında öğrencinin molla payesini kazanacağı, bir şeyhin himayesinde ve belirlenen müfredat süreçlerinin sonunda kazanılan mertebedir. Kendi muhitinde itibar kazanan bir molla geniş bir topluluğu kendi kontrolüne çekebilir ve onların isteği ile yerini koruyabilir. Dinsel itibarı elde etmenin bir diğer yolu da Peygamber sülalesinden gelmiş olanın sağladığı dokunulmazlıktan geçmektedir. Seyyit olarak anılan bu aileler toplumun zengin ve etkili bir kesimini oluşturmaktadırlar.” (S.359) şeklinde ifade etmektedir.

İslam dünyasında saygı ve hürmet gören seyyit ve şerifler, Nakibü’l-Eşraf adı verilen bir kurum sayesinde şecereleri tutulmuş, II. Abdülhamit zamanında halk arasındaki farklılıkları gidermek için şeyhler gibi kendilerine başvurulmuş ve Osmanlı toplumunda statüleri yükseltilmeye çalışılmıştı. Öyle ki “Bir kişinin kendisini Peygamber soyundan geldiği yönünde açıklaması mümkünse de bunun ispatlanması her zaman mümkün değildir. Çünkü bunun bir şecereyle doğrulanarak ispatlanması gerekmektedir.” (S.370) ve “Birden çok seyyit soyu söz konusudur ve seyitler soylarının korunması için genellikle aynı soydan bir kadınla (seyyide) evlenmektedirler.” (S:371) ancak seküler ve modern İslami yaklaşımlar bu tür ayrıcalıkları tartışılır hale getirmiş şeyhlik gibi seyitlik de itibar kaybetmiştir.

Aleviliği ele alan Necdet Subaşı Sözlü kültürden yazılı kültüre geçerken yaşanılan farklılaşmalar ile seküler laik dünyada Alevilik ve İslami bir inanç olarak Alevilik, siyasi sosyal demokrat bir Alevilik ayrışmalarına dikkat çekmekte ve Aleviliğin “bir kısım Alevi tarafından Müslümanlığa dâhil ama bağımsız bir mezhep veya gerçek İslam olarak algılanırken, bir kısım Alevi tarafından da İslam’dan ayrı görülmektedir. Aleviler arasında diğer bir farklılaşma ise etnik bileşen eksenindendir.” (S.387) etniklik bakımından Türk Müslümanlığını savunanlar olduğu gibi sınırlı sayıda birkaç Kürt yazar arasında Kürt temelli bir inanç felsefesi olduğunu da savunanlar mevcuttur. Aleviliğin günümüzde öne çıkan problemleri İslami bir inanç mı İslam dışı bir inanış mı olduğu, buna bağlı olarak İslami bir inanış ise ibadet haneleri cami mi cemevi mi, Necdet Subaşı’nın da tespit ettiği diğer bir problem de sol Marksist ve ateist bir Alevilik mi asıl Aleviliktir.

Küreselleşmeyi “insanlar arsındaki modern etkileşimin bir sonucu olarak iletişim, enformasyon ve ulaşım gibi etkileşim ağlarının yarattığı mekânsal genişleme” (S.401) ya da mekânlar arsındaki sınırların kalkması veya mekân birleşmeleri olarak tarif eden Necdet Subaşı “Bir anlamda küreselleşme, Batı’nın kendi kök paradigmasından hareketle gerçekleştirdiği ilerleme fikriyatını ifade etmektedir.” (S.403) diyerek küreselleşmenin batının icadı onun anladığı kabul ettiği bir ilerleme fikri olduğunu da beyan etmektedir.

Necdet Subaşı Diyanet İşleri Başkanlığında çok önemli bir görevde bulunmasına rağmen Diyanet İşleri Başkanlığını kuran anlayışa muhalefet edenlerin penceresinden bakan bir Din Sosyolojisi kitabı hazırlamıştır. Necdet Subaşı her ne kadar resmin çiziminden önceki anlatımı icra edenlerin ifadelerinden oluşmasa da Din Sosyolojisi kitabıyla Türkiye’deki dini yapının yüz yıllık bir resmini yaparak dini kurum ve kuruluşların krokisini çizmiş, din binası içersindeki yerlerini göstermiştir.

YORUM YAP

Bağdar Caddesi Escortmaltepe escortbostancı escortanadolu yakası escortdeneme bonusu veren sitelerhttps://www.tedxpenn.com/https://greenhousecraftfood.com/ataşehir escortstarzbetpiabetbonusxslotistanbul escort bayanbetturkeybetturkeystarzbetxslotzbahiszbahisBetpas thebarbeehousewife.comGrandpashabetdeneme bonusuhttps://www.cafeneve.com/https://www.corkbin.com/istanbul escortdeneme bonusugaziantep escortgaziantep escortporno izleşişli escortistanbul escortbeylikdüzü escortbets10stakemaltcasinomarsbahis girişmarsbahis girişgrandpashabetgrandpashabetjackbetjackbetwww.medlockprimaryschool.comsweet bonanzacasibomKıbrıs night clubKıbrıs night clubTekirdağ escortSultanbeyli escortPusulabetcasibom girisankara escortGrandpashabetbetwoonspincoGrandpashabetjojobet girişnakitbahis güncel girişCasibommeritkingJojobetultrabetultrabettarafbet güncelcasibommatbet güncel girişjojobetjojobetjojobetjojobetjojobet girişextrabetcasibom girişcasibom güncelcasibom girişcasibomcasibommarsbahisjojobetonwinextrabetmeritkingcasibom girişextrabetcasibomcasibomcasibomdeneme bonusu veren sitelerDeneme Bonusu Veren Sitelerdeneme bonusu veren sitelerdeneme bonusu veren sitelerjojobet güncel girişmatadorbet girişmarsbahis girişcoinbarOnwinmarsbahisonwinmeritking girişasyabahis güncelPusulabet güncel girişcasibomcasibomimajbetbetewinotobetmatbetcasibomtipobet güncel girişcasibom girişcasibom girişcasibom güncel girişbetorspincasibom giriş güncelasyabahisngsbahisbahigocasibom girişcasibom girişjojobetjojobetmarsbahis güncel girişmatadorbet güncel girişmatadorbet güncel girişmatadorbet güncel girişgrandpashabet güncel girişbetcupvbetdumanbetsafirbetbetmoonpusulabetsafirbetsahabet güncel girişsekabet güncel girişsafirbetUltrabet güncel girişcasibommeritkingcasibomparibahismatadorbetgrandpashabetsahabetonwinsekabetonwinholiganbetjojobetsonbahisMeritkingklasbahisonwin güncel girişbetwoonzbahissekabet girişMadridbet GirişMadridbetholiganbetAlsancak Escortgoldenbahisdumanbet girişmatadorbetcasibomcasibomcasibom girişgrandpashabetbettilt girişcasibom girişCasibom girişimajbetmarsbahis girişcasibom güncel girişcasibom girişcasibom girişMeritking Güncel Girişdeneme bonusu veren sitelerbetpark girişcasibom girişcasibom girişGrandpashabetbetwooncasino sitelerijojobetpendik escortholiganbetKumburgaz Escortbaywin girişbaywinbetciopusulabetonwingrandpashabetgrandpashabet girişcasibom girişcasinolevantbettilt
escort Bağcılar escort Bahçelievler escort Bakırköy escort Bayrampaşa escort Beylikdüzü escort Güngören escort İstiklal escort Kadıköy escort Sultanbeyli escort Üsküdar escort Avsallar escort Mahmutlar escort Oba escort Mecidiyeköy escort Ölüdeniz escort Güllük escort Kültür escort Ataşehir escort Avcılar escort Başakşehir escort Esenler escort Esenyurt escort Fatih escort Gaziosmanpaşa escort Kartal escort Küçükçekmece escort Maltepe escort Pendik escort Sultangazi escort Ümraniye escort Adapazarı escort Yalıkavak escort güvenilir casino siteleri Yalova escort Muğla escort Aydın escort Çanakkale escort Balıkesir escort Tekirdağ escort Manisa escort Trabzon escort Kahramanmaraşescort Kütahya escort Osmaniye escort Sivas escort Tokat escort Çorum escort Yozgat escort Isparta escort Elazığ escort Ordu escort Edirne escort Erzincan escort Zonguldak escort Rize escort Uşak escort Kırşehir escort Erzurum escort Giresun escort Amasya escort Sinop escort Niğde escort Bolu escort Karaman escort Kırıkkale escort Bayburt escort Ardahan escort Gümüşhane escort Artvin escort Çankırı escort Bartın escort Sinop escort Bilecik escort Karabük escort Burdur escort Nevşehir escort Kıbrıs escort Kırklareli escort Kastamonu escort Düzce escort Aksaray escort Adıyaman escort Afyon escort Arnavutköy escort Bebek escort Beşiktaş escort Beykoz escort Beyoğlu escort Büyükçekmece escort Çatalca escort Çekmeköy escort Eyüpsultan escort Kağıthane escort Sancaktepe escort Sarıyer escort Şile escort Silivri escort Şişli escort Taksim escort Zeytinburnu escort Aliağa escort Balçova escort Bayındır escort Bayraklı escort Bergama escort Beydağ escort Bornova escort Buca escort Çeşme escort Çiğli escort Karşıyaka escort Fehiye escort Marmaris escort Gaziemir escort Dikili escort Menderes escort Menemen escort Torbalı escort Atakum escort Çerkezköy escort Yenişehir escort Bodrum escort Toroslar escort Tarsus escort Silifke escort Mezitli escort Erdemli escort Anamur escort Akdeniz escort Melikgazi escort Elbistan escort Lüleburgaz escort İzmit escort İlkadım escort Çorlu escort Battalgazi escort Yeşilyurt escort Milas escort Ceyhan escort Çukurova escort Kozan escort Sarıçam escort Seyhan escort Emirdağ escort Sandıklı escort Merzifon escort Suluova escort Taşova escort Altındağ escort Batıkent escort Çankaya escort Çubuk escort Etimesgut escort Haymana escort Kahramankazan escort Keçiören escort Kızılcahamam escort Mamak escort Polatlı escort Pursaklar escort Sincan escort Ulus escort Yenimahalle escort Aksu escort Alanya escort Belek escort Demre escort Döşemealtı escort Elmalı escort Finike escort Gazipaşa escort Kaş escort Kemer escort Kepez escort Konyaaltı escort Korkuteli escort Kumluca escort Lara escort Manavgat escort Muratpaşa escort Serik escort Side escort Didim escort Efeler escort Nazilli escort Söke escort Altıeylül escort Ayvalık escort Bandırma escort Bigadiç escort Burhaniye escort Dursunbey escort Edremit escort Erdek escort Gömeç escort Gönen escort Havran escort İvrindi escort Karesi escort Kepsut escort Susurluk escort Büyükorhan escort Gemlik escort Görükle escort Gürsu escort Harmancık escort İnegöl escort İznik escort Karacabeyescort Kestel escort Mudanya escort Mustafakemalpaşa escort Nilüfer escort Orhangazi escort Osmangazi escort Yıldırım escort Biga escort Çan escort Gelibolu escort Karahayıt escort Merkezefendi escort Pamukkale escort Keşan escort Aziziye escort Palandöken escort Yakutiye escort Odunpazarı escort Tepebaşı escort Araban escort İslahiye escort Karkamış escort Nizip escort Nurdağı escort Oğuzeli escort Şahinbeyescort Şehitkamil escort Yavuzeli escort Bulancak escort Espiye escort Görele escort Altınözü escort Arsuz escort Antakya escort Defne escort Dörtyol escort Erzin escort Hassa escort İskenderun escort Kırıkhan escort Kumlu escort Payas escort Reyhanlı escort Samandağ escort Eğirdir escort Yalvaç escort Foça escort Karabağlar escort Kemalpaşa escort Kiraz escort Kınık escort Konak escort Narlıdere escort Ödemiş escort Tire escort Urla escort Safranbolu escort Akhisar escort Alaşehir escort Kırkağaç escort Salihli escort Sarıgöl escort Şehzadeler escort Soma escort Turgutlu escort Yunusemre escort Akkışla escort Bünyan escort Develi escort Kocasinan escort Talas escort Yahyalı escort Gazimusağa escort Girne escort İskele escort Lefke escort Lefkoşa escort Başiskele escort Çayırova escort Darıca escort Afşin escort Dulkadiroğlu escort Göksun escort Onikişubat escort Türkoğlu escort Kızıltepe escort Mut escort Dalaman escort Gümbet escort Datça escort Kavaklıdere escort Köyceğiz escort Menteşe escort Turgutreis escort Ula escort Yatağan escort Fatsa escort Altınordu escort Ünye escort Düziçi escort Kadirli escort Ardeşen escort Akyazı escort Arifiye escort Erenler escort Geyve escort Hendek escort Karasu escort Kaynarca escort Sapanca escort Derince escort Dilovası escort Gebze escort Gölcük escort Kandıra escort Karamürsel escort Kartepe escort Körfez escort Akşehir escort Beyşehir escort Bosna escort Ereğli escort Karapınar escort Meram escort Selçuklu escort Gediz escort Simav escort Tavşanlı escort Doğanşehir escort Bafra escort Çarşamba escort Boyabat escort Kapaklı escort Süleymanpaşa escort Erbaa escort Niksar escort Turhal escort Akçaabat escort Of escort Ortahisar escort Yomra escort Armutlu escort Çiftlikköy escort Çınarcık escort Akdağmadeni escort Boğazlıyan escort Sarıyaka escort Sorgun escort Alaplı escort Çaycuma escort Devrek escort Ereğli escort Kilimli escort Kozlu escort