Süleymaniye Mahallesinde Bir Aile
“Abbas Hilmi Erhan ve çevresi”
Ahmet B. KARABACAK
Hayat hikâyeleri genellikle bir başkası tarafından yazılır. Bunların çoğu kez eksik yanları vardır. Elbette bir başkasının hayatını yazmak, araştırma ister. Ne kadar araştırsanız da tam bir bilgiye ulaşmak hemen hemen imkânsızdır.
Kadim dostum Fethi Erhan yukarıda ismini verdiğim kitapta kendini ve çevresini yazmış; iyi de yapmış. Daha önce rahmetli babası Hacı Hilmi Erhan’ın İstanbul Camilerinden Vaaz Notları ile Hac Günlükleri’ni kitaplaştırmıştı. Şimdi detaylı aile yapısını öğreniyoruz…
Kitapta eski İstanbul’u, Süleymaniye camisinin çevresindeki yüz yıllık konakları, oralarda yaşayan saygı duyulacak insanları ve komşuluk ilişkilerini gözlerimizin önüne getirebiliyoruz.
Kitabına yazar şöyle bir takdimle başlamış:
“Saraybosna’dan anavatanı Anadolu’ya göçen ve hicret eden ailemizle ilgili duyduklarımı, bildiklerimi ve anne tarafından Rumelili olduğumuzdan dolayı anne tarafım hakkında da duyduklarımı ve bildiklerimi yazmaya gayret ettim.
Ailemin 1914’den 1969’a kadar Süleymaniye Mahallesi’nde ikamet etmesinden ve benim de 1944 Süleymaniye doğumlu olmam dolaysıyla Süleymaniye’yi, sokak ve evlerini, o zamanlardaki hayat tarzını, babamın ve ailemizin yakınlarını, komşularımızı, arkadaşlarımızı tanıtmaya çalıştım. Bunlar arasında o yıllarda Süleymaniye’de ikamet eden, bir kısmı orada faaliyet gösteren mütedeyyin camiadaki kişiler de var.
Fethi Erhan ailesini şöyle anlatıyor:
Merhum babam Abbas Hilmi Erhan miladi 1900 senesinde Saraybosna’da dünyaya gelmiştir. Babam ve annemin ataları Fatih Sultan Mehmed’in 1463’te Saraybosna’yı fethinden sonra Anadolu’daki Karaman eyaletinden Saraybosna’ya getirilip yerleşmişlerdir. Osmanlı Devleti fethettiği yerlere Anadolu’dan insanlar getirmiş ve onlara arazi verip ziraat yapmalarını sağlamıştır. Ayrıca bu kişiler Osmanlı Devleti’ne asker olarak da hizmet etmişlerdir. Bu kişilere akıncı diyebiliriz ve Osmanlı Devleti bölgeye ilk Türk mutasavvıflarını, özellikle Bektaşi dervişlerini göndermiştir. Bunlar, ulaştıkları her yeri Türk ve İslâmlaştırmak için büyük çaba harcamışlardır. Halktan hiç kopmamışlar, insanları etkileyebilmek için halkla hep içiçe bir hayat idame etmişlerdir. Bundan dolayı Ömer Lütfi Barkan hoca, bu kabilden olanlara “kolonizatör Türk dervişleri” demeyi uygun görmüştür. Rumeli’de Türkmen aşiretlerinin iskânı ve İslâm’ın yayılması bunlar vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Rumeli’nin fethinden sonra Anadolu’dan bölgeye gönderilip iskân edilen ailelerin torunlarından olan Ömer dedem, 1864 yılında; Saraybosna’nın Krupa kasabasında, babaannem Fatma Behiye ise Saraybosna’nın Banyaluka/Banaluka kasabasında 1885 yılında doğmuşlardır. Ömer dedemin sülalesi Krupic, babaanneminki ise Kapetanoviç namıyla tanınmışlardır. Evlendikten bir müddet sonra yine Saraybosna’da, Sanski Most kasabasında yaşamışlardır. Sanski Most Osmanlının Avrupa’daki en uç kasabasıdır. Aile mensuplarımız 1908 senesine kadar burada yaşamışlardır. Babaannem, vaktiyle İlyas Erhan amcamın kızı Süheyla Erhan Hanım’a, burada bulundukları zamanlarda Sırp asıllı Maria isminde bir kadının da yanlarında hizmetçi olarak çalıştığını söylemiştir. Ailemizin ilk çocukları Hasniye hala 1897’de doğmuş, Anadolu’ya muhaceretten sonra 16-17 yaşlarında vefat etmiştir. Hasniye hala vefat edince eşi tekrar evlenmiş, bu zat Çanakkale’nin Biga ilçesinin eski adı Dimetoka olan Gümüşçay’da oturan Osman Ağa diye bildiğimiz kişidir. Ben Osman Ağa’yı tanımadım. Rukiye abla dediğimiz bir kızı vardı ve eşi Hayri dayı dediğimiz kişi ile beraber Süleymaniye’ye gelirlerdi. Rukiye ablanın nörolojik rahatsızlıkları vardı, bizde kalırlardı. Hayri dayı Belediyede çalışan, şehirli gibi yaşamaya özen gösteren, takım elbiseli, güler yüzlü bir kişiydi, bir müddet sonra Rukiye abla vefat etti. İstanbul’a geldiklerinde bize tereyağı, bal, beyaz peynir ve tavuk getirirlerdi.
Babam Abbas Hilmi Erhan’dan sonra 1901’de amcam İlyas Erhan doğmuş. Bilahare Ömer dedem babaannemden ayrılmış, evlendiği yeni hanımından 1907’de amcam Hasan Erkanlı dünyaya gelmiştir. Bir müddet sonra Ömer dedem tekrar babaannem Fatma Behiye ile evlenmiş ve 1909’da küçük amcam Mithat Erhan dünyaya gelmiştir.
Babam ve İlyas amcam Saraybosna’da sıbyan mektebinde eğitim almışlar, kaç sene gittiklerini bilmiyoruz. Babam ve İlyas amcam hem Kur’an okumayı öğrenmişler hem de Arap alfabesi ile yazmayı ve okumayı öğrenmişlerdir.
BABAANNEMİZ
Ben ve aile efradı babaannemiz Fatma Behiye Erhan’a büyükanne diye hitap ederdik. Okuma yazması yoktu, imza yerine mühür kullanırdı, Türklüğü ile iftihar ederdi. Şehirli bir hayat tarzı vardı. Mütedeyyin bir insandı ama beş vakit namaz kıldığını hatırlamıyorum. Namaz kıldığını çok defa görmüşümdür, orucunu da ihmal etmezdi. Ev içinde büyükanne Hacer yengem ve annem başörtüsü takmazlardı, aile dışından birisi geldiğinde takarlardı.
Büyükannem vefat ettiğinde ben 19 yaşındaydım. Zamanımızın hayat tarzında misafir odası diye bir oda şehirlerde nadir olarak bulunmaktadır. Gerek benim doğduğum evde (1944-1954) ve gerekse ikinci evimizde (1954-1969) misafir odası vardı, evin en iyi eşyaları bu odadaydı. Çarşamba günleri “misafir günümüzdü. Gelecekler daha evvelden haber verir, hazırlıklar ona göre yapılırdı. Genelde börek, poğaça ve kurabiyeler yapılırdı. Misafir odasında Belçika malı, yüksekliği 100 cm., eni 40x40ebadında bir çini soba vardı. İlaveten halen ağabeyimde bulunan sedef kakma bir sehpa ve iki sandalyesi vardı. Ayrıca duvarda asılı takribi 70×100 ebadında üzerinde tacı bulunan sedef kakma bir ayna bulunurdu. Büyükanne antika eşyaya meraklıydı. Beyazıt’taki Kapalıçarşı’nın yanındaki Çadırcılar Caddesi’nden antika objeler almaya giderdi. Bu caddeye Bitpazarı caddesi denirdi, bu objelerden 9 adedi hâlâ bende bulunmaktadır. Misafir odası sadece Süleymaniye caddesinde otururken
Çarşamba günleri açılırdı. Kirazlımescit sokağına taşındığımızda kış aylarında ağabeyim Saadettin ve ben, bu odada yer yataklarında yatardık.
Büyükannem Rumeli’den 1950’den sonra gelenlerle ahbaplık kurmayı severdi, ama oradaki hayatı övenlere çok kızardı. Onlara, o zaman niye geldiniz, gidin dediğine çok şahit olmuşumdur. Netice olarak tahsili yoktu ama güngörmüş bir insandı.
1985’te annem vefat ettiği zaman Yavuzselim’deki Fatih Caddesi no: 142’deki annemin evini ağabeyim yengem ve ben boşalttık. Burada Ömer dedemin 1912’deki Kumanova savaşına katıldığında kullandığı bir kılıç vardı. (Bu kılıçla ilgili büyükannemin 27 Mayıs 1960 darbesi dolayısıyla Istanbul Valiliği ile yaptığı yazışmalar kitabın eklerindedir. Bkz. s. 93-94). Bu kılıç Mithat amcama verildi ve o tarihten sonra kayboldu.
Ayrıca bu evde ailemizden kalan hatıra eşyalar arasında 1768 yılında Sultan III. Mustafa zamanında ailemize arazi verildiğine dair bir ferman vardı, o da kayıplara karıştı.
Büyükannemizin ailesinde okumuş insan çokmuş. Ömer dedemin ailesi ziraat ile uğraşırmış. Büyükannemin hâkimlik yapan Hamit Bey isimli bir erkek kardeşi varmış, bu kişi babamın
dayısıdır. (Bu kitabın eklerinde Hamit Bey’ in 1937 senesinde devletten alan resmi tercüme-i hali mevcuttur. bkz. s. 98).
Bana göre çok önemli olan bu evrakta medreselerde nasıl bir eğitim verildiği, medresenin ne olduğuna dair bazı bilgiler vardır. Hamit Bey’in oğlu Kemal Kulbak Ödemiş’te oturuyordu, tahminen 1955 senesinde büyükannemle beraber vapurla Bandırma’ ya, müteakiben trenle İzmir’e, oradan da yine trenle Ödemiș’e gittiğimizi hatırlıyorum. Babamın Kemal Kulbak’a maddi ve ayni yardımda bulunduğunu biliyoruz. Hatta Kemal Bey’in kulakları duymadığı için babamın kendisine kulaklık aldığını biliyorum.
Büyükannem Ömer dedemin vefatından sonra 1930’ların başında Osman dede ile evlenmiş, Osman dedeyi hayal meyal hatırlıyorum. Süleymaniye caddesinde oturduğumuz zaman felç olmuştu, konağın bahçe kapısından 1948’de tabutunun çıktığını hatırlıyorum.
“Fethi Erhan’la yarım asrı geçen bir fikir beraberliğimiz var. Çoğu zaman görüşemesek de irtibatımız kopmadı. O bu zaman içinde hiç değişmedi. Her konuşması ve her yazdığı yazı ile Türk-İslâm düşüncesini, Türk Milliyetçiliğini savundu. Gelen siyasî tekliflere sanıyorum sıcak bakmadı. Fakat davâsını hem yaşadı hem de savundu. Kitapta geçen yerleri ve özellikle Süleymaniye çevresini 80 yıldır İstanbul’da yaşayan biri olarak ben de çok iyi biliyorum. Kitabı okurken hep o güzel İstanbul günleri gözlerimin önüne geldi, duygulandırdı. Kitapta geçen, gerçekten hepsi bir kıymet olan kişilerin birçoğunu tanıyorum. Çoğu rahmetli olan bu kişiler Fethi’nin olduğu kadar, onları tanıyanların da üzerlerinde silinmez izler bırakmışlardır.”
Yazar, kitabını arşivindeki pek çok fotoğrafla zenginleştirmiş. Kitapta adı geçen sokakların ve konakların fotoğrafları var. Son kısımda Hazine-i Evrak diye bir bölüme ise aile tarihçesinin evraklarını yerleştirmiş. Peki Fethi Erhan ( arkadaşları arasındaki lâkabı ile Sarı Fethi) kimdir. İşte kitapta kendini şöyle takdim ediyor: “Fethi Erhan1944 yılında İstanbul’da Süleymaniye Mahallesi’nde doğdu. Beyazıt İlk okulu, İstanbul Erkek Lisesi (1961) ve İÜ Fen Fakültesi Kimya Yüksek Mühendisliği’nden (1969) mezun oldu. Ayrıca İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi.1961-1969 yılları arasında talebe dernekleri faaliyetlerine katıldı, 1969 yılında üç buçuk ay MTTB Başkanlığı yaptı. Askerliğini yaptıktan sonra 1972 yılında çalışma hayatına atıldı, çeşitli sanayi yönetici ve ortak olarak çalıştı. 2009 yılında emekli oldu.”
Kitabı müşterek dostumuz Ezel Erverdi’nin kurduğu Dergah yayınları basmış. Birinci hamur kâğıda basılan kitap 104 sayfa.
Dergah Yayınları, Mimar Sinan Mahallesi Selami Ali Cad. No:13/A –Üsküdar –İstanbul adresinden temin etmek mümkün.