Safter TANIK
“İktisat literatüründe, “maliyet ve talep enflasyonu” gibi iki kavram vardır. Maliyet enflasyonu; üretim girdilerindeki maliyet artışı, talep enflasyonu ise talepteki artış ile ilgilidir. Adından söz edilmemekle birlikte, farklı başlıklarda ele alınan, tanım-açıklaması yapılan, adına “Ahlak Enflasyonu” diyeceğimiz bir enflasyon türü de vardır. Bugün; hemen-hemen her piyasada, maliyet-talep enflasyonu dışında bir de buna rastlıyoruz.
Bunu geçmişte yaşadığımız gibi, hemen-hemen her ülke yaşadı. Savaşlar, krizler ve yüksek enflasyon ise bunu doğuran ortamlardır. Zira böyle bir ortamda ahlaki deprem yaşanır, fırsatçılar kol gezer.
ABD; 1929 buhranında anti kartel-tröst yasalarını çıkardı, İtalya ve Almanya’da rejim değişti. Rusya’da; 2000’de, Putin’i iktidara taşıdı. Öyle veya böyle piyasa disiplini sağlandı, fahiş fiyatla mal satana ve hizmet sunana karşı alıcıda bir boykot kültürü oluştu.
Bugün yaşadığımızı; yakın tarihte, 1970’li yıllarda da yaşadık. Mali dengesizlik yüksek enflasyonu doğururken, IMF-küresel sermayenin dahli büyük sermayenin katılması sonucu, bir ahlaki depremi, piyasa anarşisini yaşadık. Demirel-Ecevit gitti geldi. Bu, 12 Eylül Darbesi ve sistem değişikliğini getirdi.
ABD-AB’nin mali ambargosu, Brunson Krizi, COVID-19 Salgını, Küresel Enerji-Emtia Fiyatları Krizi, Rusya-Ukrayna Savaşı, 2020 Kur Krizi, 2021 Kur-Gıda Fiyatları Krizi maliyet-talep kaynaklı enflasyonu, serbest ekonomi ve ahlaki deprem de fahiş fiyat artışını doğurdu.
Türkiye; 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında, ABD-Rusya arasında dengeli bir siyaset izledi. Bu; ABD-AB’nin, hem Rusya ve İran ile ilgili beklentisini boşa çıkardı hem de Suriye-Ortadoğu politikasına darbe vurdu. Bu da Batı’nın Türkiye’nin Rusya kanadına katılmasına neden olmayacak ölçüdeki mali ambargosunu getirdi.
İktidarın; 2020 ve 2021’de,iki kez başvurduğu düşük faiz denemesi başarısızlıkla sonuçlandı. Sermaye birikimi ve tasarrufun yetersiz, küresel sermayenin etkin olduğu bir ülkede; bunu serbest ekonomi işleyişinde gerçekleştirmeye çalışması ise hatası oldu. Zira bu ancak faiz kontrolü ve kontrollü kambiyo rejiminde müsbet sonuç verir.
Sıkı para politikası, düşük kur–yüksek faiz; sıcak para girişi ile TC Merkez Bankası döviz rezervindeki artışa, dolardan TL’ye geçişe, talebin daralmasına, tasarrufun artışına fayda sağlasa da, yatırım ve üretimin düşmesi, maliyet artışı sonucunu doğurur. Uzun vadede de sürdürülebilir bir özelliği yoktur.
Sıkı para politikası; talep enflasyonu için çare, maliyet enflasyonu için ise çare değildir.
Mal-hizmet fiyatlarında, bir de maliyet ve talep ile açıklanamayacak ölçüde bir şişkinlik var. Bunun çaresi sıkı para politikası değildir. Zira bu; tekelci piyasa, alt üretici-satıcı davranışı gibi iki nedene dayanır. Bu da ticari ahlak ile ilgilidir.
24 Ocak Kararları-12 Eylül Darbesi ile kontrollü ekonomiden serbest ekonomiye geçtik. Mal ve hizmet fiyatları serbest bırakıldı, KİT’lerin (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) tasfiyesine gidildi. Mal-hizmetin fiyatı, üretici-satıcının insafına bırakıldı.
Birçok iş kolunda; 3-5, hatta 1-2 üretici-satıcı var. Yani rekabetçi değil, tekelci piyasa var. Enflasyonist ortam-kartelleşme onlara arzu ettikleri fiyatı belirleme fırsatı verdi. Alt üretici-satıcılar ise maliyet bedeline % 100 kar koyma alışkanlığını sürdürdü.
Enflasyonla mücadelede; mali disiplin, piyasa disiplini gibi iki başlık vardır. Mali disiplin, denk bütçe-cari fazla ile olur. Piyasa disiplini ise reel ve istikrarlı fiyatın oluşumu ile sağlanır.
Bizde almak-daha fazla almak alışkanlık hale geldi, kimse vermeyi düşünmüyor. Birileri için; fahiş fiyatın anlamı yok, nasıl olsa birisine fatura çıkarırım düşüncesi var. Bir de % 15-20’lik yüksek gelir grubu için bir konu değil. Oysa enflasyonla mücadele; toplumsal katılımı, fedakârlık-dayanışmayı gerekli kılar. Bu da; çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi almakla olur.
Ahlak enflasyonu ile mücadelede; ticari ahlakın inşası, satıcı-alıcı kültürünün oluşması önemlidir. Ancak bu uzun vadeli bir tedbirdir. Kısa vadede; para cezasından, ifşa, kapatma, mala-mülke el koyma, hapse varan müeyyideleri gerekli kılar. Bu; ekonomiye hükmettiğini sananların karşı duruşunu getirse de, halkı kazanmayı getirir. Bu da cesur-liyakatli-erdemli-ahlaklı kadrolarla olur. Tarih bunu yapanların iktidarda kaldığını, yapamayanların ise gittiğini gösteriyor.“.
İktisat literatüründe, “maliyet ve talep enflasyonu” gibi iki kavram vardır. Maliyet enflasyonu; üretim girdilerindeki maliyet artışı, talep enflasyonu ise talepteki artış ile ilgilidir. Adından söz edilmemekle birlikte, farklı başlıklarda ele alınan, tanım-açıklaması yapılan, adına “Ahlak Enflasyonu” diyeceğimiz bir enflasyon türü de vardır. Bugün; hemen-hemen her piyasada, maliyet-talep enflasyonu dışında buna rastlıyoruz.
Bu, bize ve bugüne mahsus bir olay mı?
Bunu; geçmişte yaşadığımız gibi, hemen-hemen her ülke yaşadı. Savaşlar, krizler ve yüksek enflasyon ise bunu doğuran ortamlardır. Zira böyle bir ortamda ahlaki deprem yaşanır, fırsatçılar kol gezer.
ABD; 1929 buhranında, anti kartel-tröst yasalarını çıkardı. Bunu, Batı’nın diğer ülkeleri takip etti. Satıcı disipline edilirken, fahiş fiyatla mal satana-hizmet sunana karşı alıcıda bir boykot kültürü oluştu.
Almanya’da Hitler’i iktidara taşıdı. Dile getirilmemekle birlikte, Hitler; sermaye-işçi sendikalarına hükmetti, stokçuluk-manipülasyon yapanı sert şekilde cezalandırdı, mali ve piyasa disiplinini sağlayarak iktidarını pekiştirdi.
Rusya; sosyalist ekonomiden, liberal ekonomiye geçişte bir buhran yaşadı. Halk temel tüketim malları tedarikinde sıkıntı yaşarken küresel sermaye ile işbirliği yapan elit bir grup, kısa sürede inanılmaz servete sahip oldu. Bu da eski KGB ajanı Putin’i iktidara taşıdı.
Putin; ekonomiye hükmeden, her biri bir iş kolunda tekel olan, piyasasında fiyatı belirleyen, adına oligark denilen kişiler ile toplantı yaptı. Önce; bir ceza bileti kesti, sonra da uygulamaya koyduğu yeni ekonomik sistemin kurallarından söz etti. Kabul eden kaldı, etmeyen ya kaçtı ya da canından-malından oldu.
Bugün yaşadığımızı; yakın tarihte, 1970’li yıllarda da yaşadık. Mali dengesizlik yüksek enflasyonu doğururken, küresel sermayenin dahli büyük sermayenin katılması ile bir ahlaki depremi, piyasa anarşisini yaşadık. Demirel-Ecevit gitti, geldi. Sonuçta 12 Eylül Darbesi ve sistem değişikliğini getirdi.
Yüksek Enflasyonun Ortaya Çıkış Süreci
Dış Siyaset
Türkiye; 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında, ABD-Rusya arasında dengeli bir siyaset izledi. Bu; ABD-AB’nin, hem Rusya ve İran ile ilgili beklentisini boşa çıkardı hem de Suriye-Ortadoğu politikasına darbe vurdu. Bu da Batı’nın Türkiye’nin Rusya kanadına katılmasına neden olmayacak ölçüdeki mali ambargosunu getirdi.
Siyasi Müdahale
Türkiye; 25.07.2018’de, ABD Başkanı Trump’un Brunson dayatmasıyla başlayan, yabancı sermaye çıkışı ile mali yapıyı sarsan Brunson Krizi’ni yaşadı.
Küresel Salgın ve Küresel Enerji-Emtia Krizi
Türkiye; 2018 Brunson Krizi’nin etkisini atlatamadan, ekonomiye ikinci bir darbe vuran COVID-19 salgını ile karşılaştı. Salgın, ek bütçe harcamasını gerekli kıldı. Sonrasında, tedarik zincirinin bozulması ve Rusya-Ukrayna Savaşı ile doğan küresel enerji-emtia krizinin etkisini yaşadı.
Ekonomi Politikasındaki Zikzaklar
İktidar; 2002’de IMF Programı ve küresel işbölümünü bağlı olarak, inşaat-taahhüt sektörü ile altyapı yatırımların öne çıktığı, hizmetler sektörüne (Turizm, inşaat-taahhüt, gemi inşaat, taşımacılık, transit ticaret, perakende-toptan ticaret, bankacılık ve sigortacılık hizmetleri vb) dayalı bir büyümeyi tercih etti. Tarım ve sanayi ise ikinci planda kaldı.
Düşük kur, reel faiz politikasını benimsedi. KİT’lerin (Kamı İktisadi Teşebbüsleri) hızla özelleştirilmesine gitti, Tüketimi, bireysel krediler ile özendirdi.
Yani “tüketim-ithalat-borçlanma” endeksli, bir büyüme politikasını uygulamaya koydu.
2013 Mayıs’ta, IMF’ye olan borcumuzun son taksitini ödedik. Bu; iktidara, ekonomide daha bağımsız hareket etme imkânını sağladı.
Değişikliğe İhtiyaç Duyulması
2016’da; sermaye girişi durdu, dış kredi bulmada zorlukla karşılaşıldı, büyüme hızı % 3,2’ye kadar düştü. Bu; hem siyasi, hem de iktisadi bir nedene dayanıyordu. Bu da izlenen ekonomik politikada bir değişikliği gerekli kıldı. .
Değişikliğe Gidilmesi
İktidar, üretim-tasarruf-ihracat eksenli büyümede karar kıldı.
2017’de; Varlık Yönetim Fonu’nu kurarak, bu konudaki ilk adımı attı. Açık olmasa dareelkur-düşük faiz politikasını benimsedi. Bu; önce yürürlükteki ekonomi politikasında ısrarcı olan ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in istifasını, ardından küresel sermayenin tahvil-hisse senedi satışlarını getirdi.
Faizde Geri Adım Atılması
Sıcak para çıkışı, döviz açığını doğurdu. Döviz açığı; 2018 Nisan’dan itibaren, dış krediler ve sermaye girdisi ile karşılanamadı, TC Merkez Bankası rezervine başvuruldu. Bu da; TCMB’nin, 2018 Mayıs’ta300 baz puanlık faiz artışına gitmesini gerekli kıldı.
Ekonominin Yara Alması
25 Temmuz 2018’de ABD Başkanı Trump’un Brunson dayatmasıyla başlayan Brunson Krizi; 13 Ağustos’ta TC Merkez Bankası-BDDK’nın sermaye piyasasına müdahalesi, iktidarın tasarruf-sermayeye güven vermesi, şok faiz-siyasi gelişmeyle son buldu. Ancak; mali-ekonomik durumda, olumsuz sonuçlar doğurdu.
IMF Tartışması ve Konkordato Talepleri
Mali-ekonomik yapıdaki zayıflama; önce IMF tartışmasını, ardından yerli ve yabancı sermaye çıkışı ve TL’den altın-dövize dönüşü getirdi. Bunu bazı büyük sermayenin nedeni anlaşılmaksızın başlattığı, birçok şirketin konkordato tehdidiyle başvurduğu banka borçlarının yeniden yapılanması talebi takip etti.
Bir kısım aydın-siyasetçi “IMF’ye başvuralım” derken, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Türkiye, IMF defterini yeniden açmayacak” dedi. Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak ise üretim ve ihracatın öne çıkacağını söyledi.
2019, 2020 Haziran-Ekim Uygulaması
Olumsuz gelişmeler karşısında; BDDK, bankaların zayıflayan mali yapısını güçlendirmek için kararlar aldı. TCMB; yurtiçi üreticilerden olan altın alımını arttırdı, bankaların nakit ihtiyacını karşıladı. TCMB varlığından 40 milyar TL’lık bir kaynak hazineye aktarıldı. Katar ve dış ticarette büyük açık verdiğimiz Çin ile Swap anlaşması yapıldı.
2019’da, dış ödemeler bilançosu; 1,6 milyar dolar cari fazla verdi, TC Merkez Bankası brüt rezervi; 91 milyar dolardan 104,8 milyar dolara yükseldi (76,9 milyar dolar döviz+26,5 milyar dolar altın= 104,8milyar dolar), brüt dış borç stoku; 443,7 milyar dolardan 436,9 milyar dolara düştü. Enflasyon da % 20,3’ten 11,5’e indi.
Bu durum; iktidarı cesaretlendirdi, önemli kararlar almasını getirdi.
Alınan Karar ve Uygulamalar
Parasal genişlemeye başvuruldu, kredi faizleri düşürüldü, Dolar/TL kuru sabit tutuldu, lüks ithal otomobillerde ÖTV arttırıldı, 800’den fazla İthal ürüne ek gümrük vergisi getirildi, iflas-konkordato talebi reddedildi, stratejik şirketlerin batışına izin verilmedi, bu amaçla da Varlık Yönetim Fonu’na başvuruldu.
Petrol-doğalgaz ithalatında Azerbaycan’a ağırlık verildi, Katar ve Çin ile yeni bir SWAP anlaşması yapıldı, Rusya ile ticarette milli paraların kullanım limiti arttırıldı.
Hedeflenen
Büyüme, iflas-konkordatoların durdurulması, bankaların zayıflayan mali yapısının güçlendirilmesi, ithalatın kısılması, üretim ve ihracatın artırılması, üretiminden vazgeçilen birçok ürünün üretilmesi, devam eden TL’den altın-dövize olan dönüşün engellenmesi hedeflendi.
Eleştiriler
İktidarın bu ekonomik politikası; muhalefet, liberal yazarlar, sermaye tarafından serbest ekonominin işleyişine aykırı bulundu, “heterodoks ekonomik politikalar” olarak isimlendirildi
Sonuç
2020 ikinci çeyreğindeki % 9,9’luk daralma büyümeye dönüştü, brüt dış borç stoku 436,9 milyar dolardan 421,8 milyar dolara düştü ise de TCMB döviz rezervi eridi.
Faizde Geri Adım Atılması
Yabancı sermaye çıkışı, yerli sermaye ile tasarruf sahibinin döviz-altın talebi; kurun sürekli yükselişini, ekonomi yönetiminin değişmesini ve düşük-kur-reel faiz politikasına dönüşü getirdi.
2021 Eylül-Aralık Uygulaması
2020 Kasım’dan itibaren, düşük-kur-reel faiz politikası uygulandı. Bu; TC Merkez Bankası döviz rezervinde bir artış sağladı ise de, merkezi yönetim iç borç stoğu 906,5 milyar TL’ye (2021 Eylül) yükseldi.
Hedef
İktidar; bir miktar kur artışını göze alarak, faiz indirimi ile tahvil-kredi maliyetini düşürmeyi, ekonomik büyümeye katkı sağlamayı hedefledi.
Uygulama
TC Merkez Bankası; 2021 Eylül’den itibaren, ard arda faiz indirimine gitti. Ancak; 3-5 bankanın manipülasyonu, banka-şirket ve tasarruf sahiplerinin yoğun döviz talebi ile karşılaştı. Bu; hem anormal sürekli kur artışını, hem de zincir marketlerin başlattığı-piyasaların geneline yayılan fiyat artışını getirdi.
Sonuç
Kur Krizi; “Kur Korumalı Mevduat” kararı, BDDK-Merkez Bankası’nın operasyonu ile20 Aralık 2021’de son buldu. Ancak Dolar/TL 8,60’tan 18,36’ya, iki yıllık tahvil faizi (gösterge faizi) % 17,81’den 24’e çıktı, TC Merkez Bankası brüt rezervi de 121,3 milyar dolardan 110,9 milyar dolara geriledi.
Her iki deneme de neden başarısız oldu?
Sermaye birikimi ve tasarrufun yetersiz, küresel sermayenin etkin olduğu bir ülkede; serbest ekonomi işleyişinde, mutedil kur artışını göze alarak faizi düşürmek mümkün değildir. Bu; ancak faiz kontrolü, kontrollü kambiyo rejimin olduğu, kontrollü ekonomide mümkündür.
Kısaca
ABD-AB’nin mali ambargosu, Brunson Krizi, COVID-19 Salgını, Küresel Enerji-Emtia Fiyatları Krizi, Rusya-Ukrayna Savaşı, 2020 Kur Krizi, 2021 Kur-Gıda Fiyatları Krizi maliyet-talep kaynaklı enflasyonu, serbest ekonomi ve ahlaki deprem de fahiş fiyat artışını doğurdu.
Ortodoks Ekonomik Politikalara Dönüş
İktidarın; kur-faiz politikası, 2023 genel seçimlerine kadar, TC Merkez Bankası döviz rezervine göre sürekli değişti. Bundan sonra enflasyonla mücadeleyi, Merkez Bankası döviz rezervini güçlendirmeyi esas alan bir kur-faiz politikasını benimsedi. Faizlerin hızla artırılmasına gidildi.
Fayda-Zararı ne olur?
Sıkı para politikası, düşük kur–yüksek faiz; sıcak para girişi ile TC Merkez Bankası döviz rezervindeki artışa, dolardan TL’ye geçişe, talebin daralmasına, tasarrufun artışına fayda sağlasa da, yatırım ve üretimin düşmesi, maliyet artışı sonucunu doğurur. Uzun vadede de sürdürülebilir bir özelliği yoktur.
Mal-Hizmet fiyatlarındaki köpüğü alır mı?
Sıkı para politikası; talep enflasyonu için çare, maliyet enflasyonu için ise çare değildir.
Mal-hizmet fiyatlarında; bir de, maliyet ve talep ile açıklanamayacak bir şişkinlik var. Bunun çaresi, sıkı para politikası değildir. Zira bunun tekelci piyasa ve alt üretici-satıcı davranışı gibi iki nedeni vardır. Bu da ahlak enflasyonu ile ilgilidir.
Tekelci Piyasa
Birçok iş kolunda; üç-beş, hatta 1-2 üretici-satıcı var. Yani rekabetçi değil, tekelci piyasa var. Enflasyonist ortam-kartelleşme onlara arzu ettikleri fiyatı belirleme fırsatı verdi. Alt üretici-satıcılar ise maliyet bedeline % 100 kar koyma alışkanlığını sürdürdü.
Nedeni, sistem mi?
24 Ocak Kararları-12 Eylül Darbesi ile kontrollü ekonomiden serbest ekonomiye geçtik. Mal ve hizmet fiyatları serbest bırakıldı, KİT’lerin (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) tasfiyesine gidildi. Mal ve hizmetin fiyatı, üretici-satıcının insafına bırakıldı.
Nedeni, ticari kültürümüz mü?
Maliyet bedeline, % 100 kar koymak gibi bir alışkanlığımız var. Bu; sadece bize has değil, ticaret kültüründen etkilendiğimiz Arap-İbrani-Acem-Ermeni-Rum için de geçerlidir. Arapların, bir mal için istenilen fiyatın yarısını vermesi de bu esasa dayanır.
Çarşı pazarda nereye gidilirse gidilsin; rekabetçi değil, sanki birileri fiyatı belirlemiş gibi, maliyetin 2 hatta 3 katı bir fiyat var, kulak asan yok! Herkes; bir diğerine, fatura çıkarma peşinde.
Batı ülkelerinde; kutsal kabul edilen günlerde gıda ve tüketim malları fiyatı düşerken, bizde; ne hikmetse ramazanda veya bayrama doğru fiyatlar yükseliyor, ardından düşüyor.
Mali Disiplin-Piyasa Disiplini
Enflasyonla mücadelede; mali disiplin, piyasa disiplini gibi iki başlık vardır. Mali disiplin, denk bütçe-cari fazla ile olur. Piyasa disiplini ise reel ve istikrarlı fiyatın oluşması ile sağlanır.
Toplumsal Katılım
Bizde almak-daha fazla almak alışkanlık hale geldi, kimse vermeyi düşünmüyor. Birileri için; fahiş fiyatın anlamı yok, nasıl olsa birisine fatura çıkarırım düşüncesi var. Bir de % 15-20’lik yüksek gelir grubu için bir konu değil. Bu da; çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi almayı gerekli kılar.
Fedakârlık ve Dayanışma
Enflasyonla mücadele, bir fedakârlık ve dayanışmayı gerekli kılar. Oysaki birileri için bir fırsat. Bir de bahanesi olanlar var.
Zam yapmaz isem, yenisini yerine koyamam” diyenler var. Dindar tanıdığım kişiler bile bunu söylüyor.
Enflasyon; ticari işletmede, ister-istemez bir işletme sermaye açığı doğurur. Bu nedenle; işletme sahibinin, miktar olarak büyüklüğünü koruması için ek sermaye koyması gereklidir. Aksi halde küçülmeye gitmesi gerekir.
Müteşebbis, kar-zarara ortaktır. Nasıl ki karı alıcı ile paylaşmazsa, zararı da paylaşamaz. Enflasyon; herkes gibi, müteşebbisse de bir fatura çıkarır. Faturası ise ek sermayedir. Bunun için, elini cebine atması gerekir. Karını korur iken, zamla alıcının cebine el atarak ek sermayeyi sağlaması ise en kibar dille ahlaki değildir. Bu; hem İslam ahlakı, hem de evrensel ahlak için geçerlidir.
Sonuç
Ahlak enflasyonu ile mücadelede; ticari ahlakın inşası, satıcı-alıcı kültürünün oluşması önemlidir. Ancak bu uzun vadeli bir tedbirdir. Kısa vadede; para cezasından, ifşa, kapatma, mala-mülke el koyma, hapse varan müeyyideleri gerekli kılar. Bu; ekonomiye hükmettiğini sananların karşı duruşunu getirse de, halkı kazanmayı getirir. Bu da cesur-liyakatli-erdemli-ahlaklı kadrolarla olur. Tarih bunu yapanların iktidarda kaldığını, yapamayanların ise gittiğini gösteriyor