Kenan EROĞLU
Geçmişimiz ve tarihimiz konusunda söz açıldığında, ortalama Türk aydını genellikle eleştiri yolunu seçerek “Tarihte şu yok, bu yok, ilim yok, fikir yok ve hatta kılıçla elde edilen devletler ve zenginliklerden” söz edilir. Hatta Türk milleti olarak bir medeniye meydana getiremediğimiz gibi biraz uçuk biraz kaçık fikirler ileri sürülür.
Daha da gerilere gidilerek İmam’ı Gazali tarafından yazılan eserlerle Türk-İslâm düşüncesinin duraklatıldığı Gazali’den sonra Türk-İslâm dünyasında kayda değer bir ilim fikir adamı yetişmediği gibi insanlığa mal olacak bir buluş da yapılmamıştır.
Batı kaynaklı bu ve bunun gibi düşünceler bizim aydınlar arasında da maalesef rağbet görmektedir. Biz de ilk kez bu konuya Prof. Dr. Osman Turan Hoca’nın “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi [1] ” kitabını okuduğumuzda rastlamış ve Kitaba önsöz yazan Prof. Dr. Altan Köymen Hoca’nın Gazali hakkında yazdığı olumsuz sözlerde görmüş ve çok şaşırmıştık.
Daha sonraki okumalarımızda Köymen Hoca gibi düşünmeyen pek çok aydınımızın olduğunu da görmüştük. Bunların başında ise Erol Güngör Hoca gelmektedir.
Erol Güngör Hoca Gazali’den sonra Türk İslâm ilim ve fikir hayatının duraklayıp gerilediği kanaatinde değil. Hoca’ya göre Gazali konusu şöyle ele alınmış.
“Gazali’den sonra İslâm Dünyasına tembellik veya yobazlık hâkim olmuş değildir. Yine alimler ve mütefekkirler yetişmiş ve bunlar kendi sahalarında alabildiğine derinleşmişlerdir. Fakat düşünce yenilikle gelişir; zihne meydan okuyan yeni problemler çıktıkça onlarla uğraşmak mecburiyeti insana o güne kadar fark etmediği veya kullanmadığı yeni boyutlar gösterir. Gazali’ye kadar İslâm Dünyasında büyük fikir inkişafı gösteren yerlerde İslâm düşünürleri farklı medeniyetlerin devamlı tesirine maruz bulunuyorlar ve karşı çıktıkları sistemlerden bile bir şeyler alıyorlardı. Kısaca ifade edersek, tefekkürü geliştirecek her türlü farklılık ve çeşitlilik vardı. Sonraki tarihlerde İslâm’ın doktrin bakımından oturmuş olması ve bu doktrinlerin siyasi iktidarlar nezdinde resmiyet kazanması cemiyette kuvvetli bir istikrar sağlamış, belli-başlı otoritelerin görüşleri dışında bir şeyler aramanın bir manası -görünüşte- kalmamıştır. Siyasi ve sosyal istikrarın zirveye ulaştığı Osmanlı hakimiyeti zamanında bunun tipik örneğini görüyoruz.”
Güngör Hoca, Gazali’ye kadar İslâm düşünürlerinin farklı medeniyetlerin daima tesirinden kaldığından bahisle o medeniyetlerden de birtakım şeyler aldıklarını fakat buna karşılık daha sonraki zamanlarda ve özellikle de Osmanlı devletinde İslâm’ın doktrin olarak oturmuş olduğundan cemiyette istikrarın sağlanması sonucu yeni şeyler söyleme konusunun biraz geri planda kaldığını belirtmektedir. Ayrıca sosyal olayları tek sebebe veya tek bir kişiye bağlamak elbette yanlış olur. On birinci yüzyıldan sonra bir durgunluk olup olmadığı da çok tartışılması gereken bir konudur. Çok uzun yıllar sadece batılı ilim, fikir adamları ile onların buluşları ders kitaplarında okutulduğu için geçmişimizi incelemek, araştırmak ve merak etmek çok partili döneme geçildikten sonra ancak gündeme gelmiştir.
Devam edelim:
“Müslümanlar fikir meselelerini iman meselesi halinde görmekten vazgeçmeli ve düşüncenin doğruluğuna kriter olarak imanı almamalıdırlar. Bu onların imanlarını terk etmeleri manasına gelmez. Fakat, fikre iman ölçüsü hâkim olduğu zaman kimin haklı kimin haksız olduğunu anlamaya hemen hemen imkân yoktur. İman öyle bir konudur ki ana hatlarıyla herkesi birbirine bağlamakla birlikte tartışmaya sokulduğu zaman ufak ayrıntılar bile insanların birbirlerini en ağır şekilde suçlamalarına yol açabilir.”
Hoca’ya göre imani meselelerle, fikri meseleleri birbirinden iyi ayırt etmek gerekir. Fikri meselelere imani bir mesele gibi bakmak insanı çok yanlış anlamalara ve suçlamalara götürür. Halbuki fikri meseleler tartışılabilir fakat imani meselelerin ulu orta yerde tartışılmaması gerekir.
“Benim kanaatimce Müslümanları bugün en çok düşündürmesi gereken şey on birinci yüzyıla bağlanmak değil, bugüne ayak uydurmaktır. Her nedense Müslümanlar geçmiş yüz yılların otoritelerine bir çeşit kudsiyet izafe etmekte ve İslâm düşüncesi denince hemen onlara müracaat etmektedirler. Bizim bugüne ayak uydurmamız için eskileri inkâr etmemiz gerekmez, ama onların bıraktığı yerde durmak veya oradan başlamak zorunda da değiliz.”
Hoca’ya göre önemli olan on birinci yüzyılda takılıp kalmadan bugün için yeni şeyler söylemek veya günümüz problemlerine yorumlar getirmektir.
“İslâm’ın mukaddes kitabı Kur’an’dır; Kur’an değişmemiştir ve değişmez. Buna karşılık Kur’an’ın verdiği ilham her devirde aynı olmaz.”
“İslâm düşüncesinin gelişmesi her şeyden önce İslâm dünyasına kaybolan benliğini kazandırmak ve dünyayı başkalarının gözüyle görmekten kurtarmak suretiyle bundan sonraki gelişmeler için de sağlam bir zemin hazırlanmış olacaktır.[2] ”
Netice olarak; Türk-İslâm düşüncesi ve gelişmeleri üzerine düşünmek gerektiği zaman bu düşünceyi batılı bakış açısı yerine kendi bakış açımızdan değerlendirmeliyiz. Batıl ölçülerin bize uymadığı apaçık ortadadır. Türk-İslâm medeniyeti de fikri dünyası da tarihi birikim ve geçmişi de kendine özgüdür. Başkaları ile kıyaslamak bizi her zaman yanlışa götürür.