OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E TARİHİ DEVAMLILIK
Halim KAYA
Vahdettin Engin’in “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Tarihi Devamlılık” kitabının tanıtımını görücünce Hüseyin Nihal Atsız’ın ileri sürdüğü tek ve bir, bütün olarak kabul edip devletlerin değil sadece hanedanların ve rejimlerin değişmiş olduğunu ifade ettiği Türk Tarihi tezini anlatan bir kitap olabileceği ismi dolayısıyla dikkatimi çekti. Daha önceden “Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamit” adlı kitabını okuduğum Vahdettin Engin Hocanın yazdıklarında objektif ve belgelere dayanan gerçekçi bir tarih anlayışına sahip olması da bana güven vererek “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Tarihi Devamlılık” kitabını da okumaya itti.
Vahdettin Engin’in “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Tarihi Devamlılık” kitabı 1. Baskısını 2015 yılında yapmış, kitap satıcılarının zaman zaman abi, bu kitap piyasada yok nereden haber aldın dediği, kitapların bazılarından çıkmadan veya dağıtıma verilmeden önce haberdar olan ben ancak bu kitabın birinci baskısının yapıldığı 2015 yılında o zamanda kitaptan haberdar olamamışım. Bu eksiklik de bana yeter. Şuan elimizde bulunan kitabın 3. Baskısı da Kasım 2019 da yapılmış ve bu eksikliğimiz çığ gibi büyüyerek kitap takibindeki noksanlığımızı artırmıştır. Kitap Yeditepe Yayınevi tarafından 152 sayfa olarak yayınlanmıştır. Kitap “Önsöz”, “Tarihi Devamlılığa Dair”, “Selçuklu Türkiye’si Mirasının Osmanlı Türkiye’sine İntikali”, “Osmanlı’dan Cumhuriyete Geçişte Tarihi Devamlılık Örnekleri” gibi on altı başlıkta incelenmiş olup sonuç yerine “Son Birkaç Söz” ve “Dizin” ile sonlanmaktadır.
Vahdettin Engin Türkiye’de tarih konusunda yanlış olsa da kabul görmüş bir kanaatin “… sürekli olarak devlet kuran ama bu devleti yaşatmaktan aciz kalan ve sonuçta yerine başka devlet kuran ama istikrarı yakalayamayan bir Türk milleti” (S:7) algısı oluşturduğu için karşı çıkmakta. Hüseyin Nihal Atsız’ın yolundan giderek Batı Türk Devleti’ni “Türkler yüzyıllar boyunca varlığını devam ettirmiş, dünyaya nizam vermiş uzun soluklu devletler oluşturmuştur.” (S:7) şeklinde savunurken Türk milletinin kurmuş olduğu devletlerin adları ve hanedanları ile rejimlerinin değişmiş olmasının bunların Türk devleti olduğu ve birbirlerine bir geçiş işle tevarüs ettikleri gerçeğini ihmal etmemizi gerektirmediğini ifade etmeye çalışmıştır.
Vahdettin Engin bilim namusuna sahip bir akademisyen olarak “Kitapta konu edilen devamlılık sadece Anadolu merkezli Türk Devleti’ni kapsamaktadır. Diğer bir ifade ile buna Hüseyin Nihal Atsız’ın tespitinde olduğu gibi “Batı Türk Devleti” de diyebiliriz” (S:10) diyerek ilimde de bir devamlılık olduğunun altını çizmektedir.
Vahdettin Engin Türk Tarihindeki devamlılığı anlatmak için kurmuş olduğu “Türk Devleti, Cumhuriyet dönemine 20. yüzyılın ilk çeyreğinde [1920 tarihinde] geçmişse de, Osmanlı döneminin son yüzyılında hayata geçirilen birtakım reformlar aslında giderek Cumhuriyet’in zeminini ve alt yapısını oluşturmuştur.” (S:11) cümlesi ile bir taşla iki vurmuş oluyor. Hem Türk Tarihindeki devamlılık- ne zaman başlamış ne zaman geçiş olmuş- hakkında bilgi verirken hem de Cumhuriyeti Batılılaşmak, İslam’dan uzaklaşmak gibi yönlerden eleştirip Osmanlıcılık yapanlara “Cumhuriyetin Kuruluşu Osmanlının son yüzyılından 1800-20’lerden başlamıştır, Cumhuriyetin bazı değerlerini sizin savunduğunuz Osmanlı kurmuş ve toplumda yerleştirmiştir” diyerek cevap vermiş olmaktadır. Vahdettin Engin, Türk Modernleşmesini Batılılaşma olarak anlayanlara yukarıdaki cümlesinden yola çıkarak “Osmanlının Batılılaşmak gibi bir derdi yoktu.” (S:11) ama onun asıl derdi “… birçok alanda sıkıntılar yaşayan, dibe vurmuş olan ülkeyi içinde bulunduğu kötü ortamdan kurtarabilmekti.” (S:12) diyerek Osmanlıdan başlayan Türk Modernleşmesinin bir Batılılaşma hareketi olmadığını, tamamen devleti ve milleti bulunduğu sıkıntılı ortamdan kurtarmanın çabaları sonucu uygulamaya konulan çözümler ve yenilikler (reform ve inkılâplar) olduğunu ifadeye çalışmaktadır. Vahdettin Engin Türk Modernleşmesinin temelinin yapılan reformların ortak noktasının “… dünyada geçerli olan değerler ne ise, geçerli olan kurallar ne ise onu kendi ülkemize uygulamak” (S:14) olduğunu söylemektedir. Yoksa Batılılaşma düşüncesinden kaynaklanan bir reform olmayıp, sadece o gün örnek alınacak geçerli uygulamaların Batı ülkelerinde olmasından kaynakladığını ifade eder.
Vahdettin Engin, Atatürk’ün söylediği “Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” (S:16) ifadesinden yola çıkarak “Cumhuriyet Kuruldu” ifade şeklinin yanlış olduğunu ve Atatürk’ün ifadesinin devletin devam ettiğini sadece rejimin değiştiğini gösterdiğini söylemektedir. Türk Bayrağının şeklinin 1793 tarihinde III. Selim zamanında Kırmız zemin üstüne beyaz ay yıldızlı olarak belirlendiğini ifade eden Vahdettin Engin bayrağın Osmanlıdan Cumhuriyete geçişte, tarih ve devlet olarak devamlılığın bir emaresi olduğu vurgular.
Batı Türk Devletinin kuruluşunu “Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah 1074 tarihinde Antakya’dan Anadolu’ya girdi. Konya ve çevresini Rumlardan alarak 1075’te İznik’i fethederek İstiklalini ilan etti. Böylece, Anadolu coğrafyasını merkez almak suretiyle bin yıldır bu topraklarda hüküm süren TÜRK DEVLETİ kurulmuş oluyordu.” (S:17) şeklinde ifade ederek Selçuklu hanedanın değişimini de “bilgi ve beceri bakımından yeterli olmayan hükümdarlar” ile “küçük yaştaki çocukların tahta oturtulmaları”nı (S:19) iç sebepler olarak sayarken bu sebeplere bağlı olarak “yetersiz hükümdarların malul olduğu yozlaşmanın liyakatsiz ve bencil bürokratlara sirayet etmesi ve hastalığın merkezden çevreye doğru yayılarak devletin içeriden çürütülmesi”ni (S:19) harici nedenlere yol açan dâhili neden olarak görmekte ve çöküşün merkezinde olan sebepler olarak ifade etmektedir.
Türk devlet ve tarihinin devam ettiğini ispatlamak için ileri sürdüğü geçişken kültür ve kurumlarla örneklendiren Vahdettin Engin Türklerin 1071 Malazgirt Savaşıyla yerleştiği Anadolu’ya Batılıların Türkiye demeye başladığını (S:17) ve bu isimlendirmenin Osmanlı Hanedanlığı döneminde de devam ettiğini “Avrupalılar için Osmanlı imparatorluğu Türk İmparatorluğu demekti. Osmanlılara Türk diyorlardı. Osmanlı ülkesini Türkiye, Osmanlı Hükümdarını Büyük Türk (Grand Turco” olarak anıyorlardı.” (S:21) şeklinde ifade ederek Türkiye ismi üzerinden devamlılığı göstermektedir.
Vahdettin Engin genetik kodlardan yola çıkarak Türklerin Vatan toprağına sahip çıkışlarını Mete Han’ın atını ve hanımını isteyen Tung-hulara vermesine rağmen toprak isteyence vermek istememesi üzerine kendisine sorulan soruya “At ve Kadın şahsıma aitti, verdim, fakat toprak milletindir.” (S:30) cevabındaki mantık ve Türk Töresinin Napolyon’un Mısır’ı işgali üzerine Mete Han’dan 2000 yıl sonra III. Selim’in yaklaşık aynı cevabı vermesi, II. Abdülhamit’in İran’la yapılan sınır müzakerelerinde ve Atatürk’ün Kurtuluş savaşında gösterdikleri davranışlarını sıralayarak hepsinin aynı töreden beslenen ruhun tezahürü olduğunu “Evet, mücadele etmeden vatan toprağı terk edilemez. (…) [Sıralanan Örneklerin] Hepsindeki ortak nokta, milletin malı olan vatan toprağına sahip çıkma hususundaki tarihi devamlılık”(S:31) şeklinde ifadelendirmektedir. Yani vatan toprağına sahip çıkış anlayışı da Mete Han’dan 2000 yıl sonra da tarihi anlayış olarak Türklerde devam etmiştir.
“Bugün kullandığımız ve varlığından gurur duyduğumuz, gölgesinde yaşamakla iftihar ettiğimiz ay yıldızlı bayrağımız Cumhuriyet’e Osmanlı’dan intikal etmiş bir yadigârdır. Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin aynı bayrağı kullanıyor olmaları, tek başına bile tarihi devamlılığı bütün gerçeği ile ortaya koyar.” (S:33) diyen Vahdettin Engin, Türk Bayrağının 1793 yılında III. Selim zamanında kullanılmaya başlanmış olduğuna da işaret eder. Yani bugün kullandığımız Türk Bayrağı 1793’ten 2023 kadar geçen 230 yıldır Türk Devleti tarafından kullanılmaktadır, Türkiye Cumhuriyetinin de 100.yılı olması dolayısıyla diyebiliriz ki bayrağımızın yaşı 130 yıl daha büyüktür Cumhuriyetimizin yaşından.
Cumhuriyet Döneminde askerlikte uygulanan “Âli Okulları” Osmanlı döneminde askerlere moral destek versinler diye her bölüğe bir tane ataması yapılan imamlardan askerlere okuma yazma öğretmesini istemesiyle başlamıştı. Vahdettin Engin bu konuda ilk uygulamayı gündeme getiren kişinin II. Mahmud (S:43) olduğunu söylerken Osmanlıda akim kalan uygulamanın Cumhuriyet döneminde çok yararlı olduğunu ve “Âli Okulları”nda askerlere okuryazarlık öğretildiğini ifade etmektedir.
Batı Türk Devleti olarak tarih ve devlette devamlılığın başka bir unsuru olarak Vahdettin Engin Türkçe konuşulmasını ve öğrenilmesini görmüş ve bu konuda III. Selim zamanından başlayan bir hassasiyetin olduğunu hatta II. Mahmut’un Tıbbiye açılışında yaptığı konuşmada Tıp eğitiminin Türkçe yapılması için uzmanların yetişmesiyle Tıp dilinin Türkçeleştirilip artık Türkçe Tıp eğitimi yapılması gerektiğini ifade etiğini (S:46) hatta yabancı misyoner ve gayrimüslim okullarında Türkçe öğretilmesini ve mezuniyette öğrencilerin Türkçe öğretiminin yeterli olup olmadığı hususunda kontrol sınavı yapılmasını istediği (S:47) Cumhuriyet döneminde de Atatürk’ün Türkçe öğrenilip Türkçe konuşulmasına önem verdiğini Atatürk’ün ifade ettiği cümlelerle örneklendirerek anlatmıştır.(S:48) “… aslında Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügat-i Türk’ünden, Karamanoğlu Mehmet Bey’in ‘Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya’ fermanına kadar sözü edilmesi gereken pek çok örnek de mevcuttur.” (S:48) diyerek aslında Türkçenin tarih ve devlet bazında devamlılık konusunun 1072-1074 yıllarına dayandığını ancak kendisinin daha çok son 200 yıllık hassasiyete dikkat çektiğini ifade etmiştir.
Başka bir tarihi devamlılık olarak 30 Mart 1856 yılında imzalanan Paris Antlaşmasına Sultan Abdülmecid’in, 1878 yılında imzalan Berlin Antlaşmasında da II. Abdülhamit’in “bilütfülmevla Türkistan” (S:55) ifadesini koymalarını Vahdettin Engin devletin ve tarihin devamlılığından sayar. Biliyorsunuz ki asıl Türkistan Asya’da ki Türk yurdunun adıdır. Daha sonra Rus, Moğol, Çin ve farklı devletlerin işgaline uğrayarak Doğu Türkistan, Batı Türkistan, Afgan Türkistanı, İran Türkistanı gibi adlar alarak farklı egemen devletlerin sınırları içinde kalmıştır.
Osmanlı da nezaret olarak adlandırılan bu günün banklıkları kuruluyor. “II. Mahmud kurulan nezaretlere yenileri eklendi. Bu çerçevede Ziraat Nezareti (1846), Nafia Nezareti (1848) Maarif Nezareti (1857) kuruldu. (…) Meclis-i Vükela üyelerini padişah tayin ederdi. (…) günümüzde Bakanlar Kurulu olarak işlev görmeye devam etmektedir.” (S:57) Vahdettin Engin Osmanlı müessese ve kurumlarının Cumhuriyette işlev görmeye dem etiğini ifade etmektedir.
Tarih ve devlette devamlılığın göründüğü iki farlı müessese daha olduğunu söyleyip örnek olarak eğitim için ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite ile yönetim şekli olarak Vilayet yapısını sayan Vahdettin Engin bunları “İlköğretim kapsamında sıbyan mektepleri, orta öğretim kapsamında ise rüştiyeler açıldı” (S:60) ve “lise seviyesinde modern eğitim verecek ve Avrupa okullarıyla rekabet edebilecek bir eğitim müessesine şiddetle ihtiyaç vardı. (…) bu düşünceler ve gerçekleştirilen faaliyetler sonucu Mekteb-i Sultani (Galata Saray Sultanisi) adı verilen okul 1 Eylül 1868 tarihinde eğitime başladı.” (S:60) bunların üstünde üniversite olarak “Darülfünun kurulması esas itibarıyla 1846’da kararlaştırılmış, 1863 yılında hayata geçmiş” (S:61) böylelikle batıdaki ilk, orta, lise, üniversite seviyesinde okullar kurulmuş bu şekli ile de tarih ve devlette devamlılık esasınca Cumhuriyete intikal etmiştir. Eğitimde Fransız modelini esas alan Osmanlı Şehir yönetim tarzında da Fransızları esas almış ve “Osmanlı toprakları idari dairelere taksim edilerek bunların en büyüğüne vilayet adı verilmekte, vilayet sancaklara, sancaklar kazalara, kaza köylere bölünmekte ve her köy bir belediye idaresi olarak kabul edilmektedir.” (S:62) bu ölçüler ile Osmanlı ülkesinde “1876 yılı itibariyle ülke genelinde, İstanbul hariç, 27 vilayet bulunmakta idi.” (S:63) diyerek vilayetlerin kurulduğunu ve bu yönetim taksimatı daha sonra Cumhuriyete intikal etmiştir.
30 Mayıs 1876 tarihinde II. Mahmud’un kurduğu modern ordu Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Mithat Paşa öncülüğünde Sultan Abdülaziz’e bir saray darbesi yaparak tahtan indirmiş, kendileri ile işbirliği yapan V. Murad’ı padişah yapmıştır. (S:68) Her ne kadar övünülecek, örnek alınacak iyi bir şey olmasa da darbe yapma geleneğinin de Osmanlıdan tevarüs ettiğini ve Cumhuriyet döneminde de bu darbe yapma alışkanlığının devam ettiğini ifade ediyor Vahdettin Engin. “Olumlu bir örnek teşkil etmemekle birlikte, bu alanda da tarihi devamlılık kendini gösterecek, gerek II. Meşrutiyet, gerekse Cumhuriyet döneminde ordunun darbe yaparak iktidarı değiştirdiği görülecektir.” (S:69) Görüldüğü gibi her zaman iyi sağlıklı adet ve kurumlar miras olarak tarih ve devlette devamlılık adına yeni devlete aktarılmıyor. Bu manada sosyolojik ve tarihi aktarımlar genetik aktarım gibidir. Tıpkı genetik aktarım gibi ebeveynde bulunan hastalıklı genler de genetik yoldan evlada, yeni nesle aktarılmaktadır.
Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık fikir akımları hakkında sırası ile bilgi veren Vahdettin Engin “Aslında sözü edilen fikir akımları birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılmış değildi. Bu bağlamda bir İslamcı aynı zamanda Osmanlıcı, Türkçü ve Batıcı olabilirdi. Benzer şekilde bir Türkçü de kısmen İslamcı, Osmanlıcı veya Batıcı sayılabilirdi. Bu düşünceleri savunanlar esas itibarıyla Batı’nın üstünlüğünü kabul ediyorlar ve Batı uygulamalarının model alınmasını benimsiyorlardı.” (S:82-83) şeklinde Osmanlıda girift bir fikir sistemi olduğunu ancak ortak noktalarının Batının üstünlüğü ve Model alınması olduğunu da ifade etmekte, bu fikir akımlarının hala bu gün Türkiye Cumhuriyetinde partilerin fikirleri olarak devam ettiğini söylemektedir. 1908 yılı Kasım ve Aralık aylarında yapılan seçimde kazanan 275 mebustan 160 kadarı İttihat ve Terakki partisine mensubu idi. Diğerleri de cemiyete yakın olanlardandı. Muhalif Ahrar Partisi ancak bir üyesini seçtirebilmişti.(S:84) İttihat ve Terakki iktidarında merkeziyetçi bir politika uygulamasının Cumhuriyet dönemindeki merkeziyetçi (üniter yapıyı savunan) partilerde devam etiğini ifade eden Vahdettin Engin Hürriyet ve İtilaf fırkasının Adem-i Merkeziyetçi fikrinin de Cumhuriyet döneminde Adem-i merkeziyetçiliği savunan partilerde devam ettiğini söylemektedir. Hatta İttihat ve Terakki cemiyetinin yapmış olduğu değişim ve uygulamaların milli kurtuluş hareketinin temelini oluşturduğunu dillendirmektedir.
“Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin belirlemiş olduğu Misak-ı Milli metninin Cumhuriyet döneminde hala gündemde olması, Musul, Boğazlar ve Hatay meseleleri gibi Atatürk döneminde üzerinde hassasiyetle durulan konuların Misak-ı Milli hedefleri içinde yer aldığı için Türkiye lehine çözümlenmeye çalışılması, Misak-ı Milli’nin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden en önemli değerlerinden birisi olduğunu gösterir.” (S:97) diyerek Misakı Milli’ye dikkat çeken Vahdettin Engin Cumhuriyet Türkiye’sinin de “Misak-ı Milli Osmanlı’nın meselesidir, bizi ilgilendirmez” (S:97) demediğini de vurgulamaktadır. Osmanlı Mebusan Meclisinin almış olduğu karar üzerine devam ederken Osmanlı Mebusan Meclisinin İngilizler tarafından dağıtılması dolayısıyla Ağnam Vergisi kanununu çıkaramamış olmasını dikkate alan Türkiye Büyük Millet Meclis hem Osmanlının dağıtılmış meclisinin azalarını yaptığı ilk toplantıya katarak hem de ilk yaptığı iş olarak Ağnam Vergisi Kanununu çıkararak bir devamlık sergilemiştir. Vahdettin Engin bu konuyu “İstanbul’daki Meclis işgalciler tarafından dağıtılmış olsa da biz buradayız ve çalışmalarımıza kalmış olduğumuz yerden devam ediyoruz.” (S:100) şeklinde yorumlamış ve TBMM’nin Dünya’ya bu mesajı vermek istediğini ifade etmiştir.”İşte tarihi devamlılığa bir başka somut örnek de yasal süreçte karşımıza çıkmaktadır. 1876 yılında, yani Osmanlı döneminde, ilan edilen Anayasa bazen değişiklikler, bazen de ilaveler yapılmak suretiyle Cumhuriyet kurulduktan sonraki bir tarihe, yani 1924 yılına kadar devam etmiş ve değişmeyen kısımları uygulanmıştır.” (S:103) diyerek de Anayasanın bile 1924 de değiştiğini ve Cumhuriyet kurulduktan sonra bile Osmanlı Anayasası devam ettirilerek tarih ve devlet devamlığı sağlanmıştır.
Vahdettin Engin Osmanlıdan Cumhuriyete Tarih eğitimi konusunda devalılık hususunu muhteva yönünden olduğunu ancak Osmanlıda daha önce hanedan tarihi şeklinde bir tarih anlayışı ve eğitimi varken II. Meşrutiyetten sonra “Milli Tarih” anlayışının ve eğitiminin kabul edildiği (S:104) ve Cumhuriyet döneminde de bunun 1930 tarihinde Türk Tarih Kurumu kuruluncaya kadar devam ettirildiğini ifade etmektedir. Hatta 1923 tarihinde M. Fuat Köprülü’ye yazdırılan ilkokul 1. ve 2. Sınıf tarih kitaplarının adı “Milli Tarih”tir.(S:105) “1928 yılına ait ilkokul beşinci sınıf tarih ders kitabı içeriğine bakıldığında, tarihi devamlılığın bir göstergesi olarak, Osmanlı döneminin ‘Türkiye’ olarak zikredildiği görülmektedir.” (S:107) nitekim aynı kitabın 128. sayfasındaki 9 numaralı konu başlığı da “Türkiye’de Teceddüt Hareketleri: Tanzimat” (S:107) adını taşımakta, 10 numaralı konu başlığı da “Türkiye’de Birinci Meşrutiyet” (S:107) adıyla isimlendirilmişken sanki “1876 yılında da ülke ismi Türkiye’dir” (S:107) denilerek devamlılık iddia edilmiştir. Kitabın 140 sayfasında 1878 yılında yapılmış Berlin Antlaşmasında elimizdeki mevcut topraklarımızı gösteren haritanın altında ise “Berlin Muahedesinden sonra Türkiye” (S:107) denilerek tarihi devamlılık ifade edilmiş, 11 numaralı başlıkta ise “Türkiye’de İkinci Meşrutiyet” (S:107) en sonunda ise “Türkiye’de Cumhuriyet” (S:107) denilerek devlette devamlılık vurgulanmış ve Vahdettin Engin’in ifadesiyle sadece bir rejim değişikliği yapıldığı anlatılmaya çalışılmıştır.
Osmanlı devletinde İttihat ve Terakki partisi Milli İktisat alanında yapmış olduğu düzenlemeler ve sermayedarlar oluşturulması ile bankalar kurulması, ekonominin yerli ve Türk vatandaşlar tarafından yapılacak üretimlerle canlandırılması faaliyetleri, çeşitli bankaların kurulması, özellikle ziraat bankasının faaliyete geçirilmesi Cumhuriyet devrinde İzmir Milli İktisat kongresinin toplanması, yerli Türk sermayedarların oluşturulması, Ziraat bankasının devam ettirilmesi, hatta İtibari Milli Bankası Osmanlı döneminde kurulup Cumhuriyet döneminde de faaliyetlerine devam ederken Atatürk’ün İş Bankasının kurulması vazifesini verdiği Celal Bayar İş Bankasını kurduktan sonra 1927 yılın da İtibari Milli Bankası İş Bankası ile birleşerek tüzel kişiliğini sonlandırmıştır. “Türkiye İş Bankası, Türk Ekonomisinin gelişimine büyük katkılar sunan ilk kurumlarımızdan bir olarak devletin iktisadi hayatındaki önemli yerini aldı. Osmanlı’nın son dönemlerinde hayata geçirilen milli iktisat politikasının Cumhuriyet döneminde de uygulanmasında katkı sağladı.”(S:116)
“Osmanlı döneminde yapılan demir yollarının uzunluğu 8334 km’dir. Bunlardan 4138 km’si bugünkü sınırlarımız dâhilinde kalarak Türkiye Cumhuriyetine İntikal etmiştir.” (S:120) Atatürk’ün 1931 yılında Malatya Türk Ocağında yaptığı konuşmada demiryollarına yer vermesi ve demiri işleme konusunda da Orta Asya Türklerine atalarımıza atıf yapması da tarihi ve devlette devamlılığın göstergesidir.(S:120) Hicaz Demir yolunu yapan Türk mühendisler ve işçiler bu birikimlerini Türkiye Cumhuriyetine taşımışlar yeni demir yolu inşasında görev almışlardır. “İzmir İktisat Kongresi’nde, demir yollarının yapımına ağırlık verileceği vurgulanmıştı.” (S:121) ve “Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yoğun demiryolu yapma seferberliği neticesinde 1923-1940 döneminde demiryolu ağı 7381 km’ye ulaşmıştır.” (S:122) ancak daha sonra Marshall yardımları çerçevesinde demiryolu inşasından maalesef vazgeçilmiştir der Vahdettin Engin.
“Osmanlı Devleti 19. yüzyılda birçok defa kapitülasyonları kaldırmak için girişimde bulunmuşsa da diğer ülkeleri ikna edememiştir. Her ülke bir takım mazeretler öne sürmek suretiyle kapitülasyonların kaldırılmasına karşı çıkmıştır. İşin ilginç yönü de şudur. 19. yüzyılda, 1830’da Yunanistan, 1878’de ise Sırbistan, Karadağ ve Romanya olmak üzere dört ülke Osmanlı devletinden ayrılıp bağımsız olmuştur. Osmanlı kapitülasyonlarını kaldırma konusunda direnen büyük güçler, eski Osmanlı coğrafyası üzerinde kurulan bu yeni ülkelere kapitülasyon uygulamayı akıllarına bile getirmemişlerdir.” (S:123) Duyunu Umumiye borçlarını da bu minval üzere sayabiliriz. Osmanlı borçlarının yüzde yetmişini üstelen genç Türkiye Cumhuriyeti bu borçları üstlenmekle Osmanlının devamı olduğu hem kendi hem de dünya devletleri tarafından kabul edilmiş olmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı borçlarını reddi miras ederek ödemek istemeyebilirdi.(S:127)
“Tarihi devamlılığın en bariz bir şekilde karşımıza çıktığı alanlardan biri de futboldur. Bilindiği üzere günümüzde üç büyükler olarak nitelendirdiğimiz Türk futbolunun önde gelen üç kulübü Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe Osmanlı döneminde kurulmuşlardır. Beşiktaş’ın Kuruluş tarihi 1903, Galatasaray’ın 1905, Fenerbahçe’nin 1907’dir. (…) Üç büyük kulüp kesintisiz olarak devam ettikleri spor faaliyetlerini günümüzde [Cumhuriyet devrinde] de sürdürmektedirler.” (S:128)
Tarihi devamlılık olarak gazetecilik ve çıkan gazeteler ile bu gazetelerde yazan yazarlar açısından değerlendirmeler yapan Vahdettin Engin Osmanlı zamanında çıkan gazetelerin birçoğunun Cumhuriyet döneminde de çıkmaya devam ettiğini, bu gazetelerde yazan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Ruşen Eşref Günaydın, Hakkı Tarık Us, Peyami Safa gibi birtakım yazarların Cumhuriyet döneminde de yazmaya devam ettiklerini ifade etmektedir.
Suriye’de bulunan Süleyman Şah Türbesinde yatan Süleyman Şah’ın Türkiye Selçukluları kurucusu Süleyman Şah mı yoksa Osman Devletinin Kurucusu Osman Gazi’nin dedesi, Ertuğrul Gazi’nin babası Süleyman Şah mı olduğu konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte bu gün bile Türbenin bulunduğu yer hala bir Türk toprağı kabul edilmesi Türk askerileri tarafından korunması ve Türk bayrağının dalgalanması da Tarihi devamlılık bakımından önemlidir. (S:137)
Osmanlıdan Cumhuriyet aktarılan müesseslerin listesini veren ve tarihi devamlılık olarak sunulabileceklerin sayısını artırmanın mümkün olduğunu ifade eden Vahdettin Engin, tarihi devamlılık konusunda Met handan buyan kurulmuş Türk ordusunun kuruluş tarihinin M.Ö. 209 yılı olarak göstererek asıl tarihi devamlılığın bin yıllardır devam ettiğine işaret etmektedir.(S:143-146)
Her ne kadar savaşlar olup devletler kurulup, devletler yıkılsa da insanoğlunun adet edindiği, bildi, becerileri yıkılan devletten yeni kurulan devlete intikal etmektedir. İnsan ürünü olan kültür ve üretim bilgi ve tatbikindeki beceriler yok edilememektedir. Biz Türkler hep Almanya’yı örnek gösteririz. II. Dünya savaşından sonra sanayisiyle birlikte her şeyi yerle bir edilmiş Müttefik devletler 1945-1949 arası yöneyimi kontrol etmiştir. Ancak Almanya yetişmiş insanları sayesinde yeniden sanayisini kurarak günümüzün kalkınmış devletleri arasına girmiştir. Yani insan zihnindeki bili ve sahip olduğu becerileri yok edip intikalini engelleyemiyorsunuz. Bunu gibi devlet kurmakta mahir Türklerin de bir önceki devlette sahip oldukları kültür, tarih, kurum ve müesseslerin insan intikali ile yeni devlete geçtiği sosyal hayatın hemen hemen aynı ile yeniden tesis edilmesi de kaçınılmaz bir gerçektir. Kabul etmek gerekir ki insan intikal ediyorsa tarih ve devlet de intikal eder. Fiziki varlık bünyesinde var olan soyut varlıkların intikali engellenemez.
Türkleri bu vatanda ve tarih varlık olarak köksüz bir millet sananlara verilmiş bir cevap olarak böyle mükemmel bir eser ortaya koyan hocamıza şükran borçluyuz. Türk gençleri bu ve bunun gibi eserleri okuyarak kestirmeden 8 bin yıl olarak kabul edilen Türk tarihinin ve Türk milletinin devamlılık arz ettiğinin şuurunu kazanacaktır. Bu kitap Türklerin çok devlet kurup yıktıklarıyla övünmek yerine bunların tarihin seyri içinde devam eden tek milletin var oluş çabaları olarak görmesi ve bugün yaşayanların dün yaşamış olanlardan zerre kadar farklı olmadığını, ancak dün yaşamışlara minnet borcu olduğunun şuurudur.