
LİDER TEŞKİLAT DOKTRİN
Halim KAYA
Biliyorsunuz MHP’de bir kongre süreci yaşandı, genel başkanlığı ele geçirmek isteyen bir grup bu girişimlerinde istedikleri neticeyi elde edemeyince MHP’den ayrılarak farklı bir parti kurdular. Bu ayrılıştan sonra da ayrıldıkları MHP’de kalanları “Lider Teşkilat Doktrin” umdesinden yola çıkarak sorgulamadan itaat edenler olara suçlamaya başladılar ve ilkeyi de lidere itaati esas alan çağdaş olmayan bir ilke olarak lanse etmeye başladılar.
Hâlbuki yaşı ellinin üzerinde olan ve ömrü Ülkü Ocaklarında ve MHP’de geçmiş ülkücüleri –günümüzde eski ülkücü bilinen bir kısmı kendine dahi itiraf edemese de- biliyorlardır ki bu ilke hâlihazırdaki yönetimin değil Başbuğ Alparslan Türkeş’in zamanından beri mevcuttur. Ve 1980 öncesinde ki o ateşten günlerde birliği sağlamak ve bütünlüğü korumak için zamanın teşkilatçı ve mütefekkir ülkücüleri tarafından ilan edilmiştir. Çünkü Ülkü Ocakları kurulmadan önce milli manevi değerlere saygılı vatan evlatları sokak sokak, okul okul, sınıf sınıf bir mücadeleye girişmişler ancak bu dağınık ve birbirinden habersiz grupların başarısının pek mümkün olmadığını görünce birleşerek okul ülkü ocaklarına, okul ülkü ocakları da birleşerek il Ülkü Ocaklarına dönüşmüşler ve Ülkü Ocakları Birliği adını almışlardır.
Şimdi işine gelmediği için “Lider Teşkilat Doktrin” ilkesini eleştirenler bu ilkeyi kendilerinin Ülkü Ocaklarında yönetici olduklarında belki de en vazgeçilmez ilke olarak gençlere seminerlerde beyinlerine çivi gibi çakarcasına empoze edenlerdi.
“Lider Teşkilat Doktrin” aslında istişareyi de yasaklayan bir ilke değildir. Bu ilke ile lidere, teşkilata ve doktrine itaat değil, Dündar Taşer’cesine bağlılık öngörülmektedir. Lider olma ve liderin söylediklerini kabullenme konusunda Dündar Taşer’in vecize haline gelmiş sözlerini yeniden burada tekrarlamayı gerek görmüyorum çünkü o sözleri her ülkücü kendi adı gibi bilir.
“Lider Teşkilat Doktrin” işte yukarıda anlatmaya çalıştığımız zamanlarda her noktada bir çoban ateşi gibi yanan ortaya çıkan ülkücü mücadele erlerinin duyduğu zaruret ile birleşmeleri sonucu oluşturulan ülkücü teşkilatları ayakta tutabilmek ve mensubiyet duygusunu kuvvetlendirmek için ortaya konulmuş bu ilke, nasıl insan vücudunda iskeleti ayakta tutan omurga ise “Lider Teşkilat Doktrin” ilkesi de teşkilatların omurgasını teşkil etmiş, ülkücü hareketi ayağa kaldırmış ve birliği kuvvetlendirmiştir. Şimdi bu ilkeye karşı çıkanların iki amacı olduğu anlaşılıyor. Birincisi lider ve teşkilatı etkisiz kılarak mevcut MHP içinde kalan ülkücüleri başıbozuk hale getirmek, ikincisi de dağılacak bu yapıdan kendilerine taraftar devşirmek.
Eğer bu böyle olmasaydı kendilerine bir lider seçip yeni bir parti kurarlar mıydı? “Lider Teşkilat Doktrin” ilkesinin çağdışı olduğunu ve istişareyi engellediğini iddia eden teşkilatçı ülkü devleri neden kendileri yaşadıkları yerlerden tek başlarına bağımsız aday olarak belediye başkanlığı ve milletvekili adaylıklarına aday olma yoluna başvurmamışlar da parti kurarak bir genel başkan etrafında toplanarak seçime girme ihtiyacı duymuşlardır? Şu an genel başkan olarak seçtikleri kişi seçimlerden hemen sonra partiden kendileri gibi kurucu olan kurucuları ihraç ederken hiç antidemokratik davrandığını düşünmüşler midir? Bu soruların cevabını biz verelim. Her şeyden önce tek tek seçilmiş olmak ülkeyi milliyetçi bir bakış ile yönetmeye yetmiyor. Ortak hareket etmeyi sağlayacak asgari müştereklerde insanları birleştirecek bir lidere ve teşkilata ihtiyaç vardır. En son seçimde gördük hiç seçime girmemiş, henüz ne kadar oyu var bilinmeyen partiler yaptıkları pazarlıklar sonucu ana muhalefet partisinden grup kuracak kadar milletvekili almışlar ve teşkilatlanmanın ve liderin gücünü göstermişlerdir.
“Lider Teşkilat Doktrin” ilkesi öyle istişare edilmeden parti içi iktidarı korumak için uydurulmuş, despot bir ilke değildir. Doktrin dediğimiz parti düşüncesini oluşturan fikri sistem her şeyden önce zamanın parti meclislerince kabul edilmiş, yazıldıkları ortamlardan okuyan vatandaşların kabul edenleri tarafından onaylanmış, bu yolla kabul ettikleri fikirleri savunarak onu savunan parti MHP’ye ve Ülkü Ocaklarına üye olarak, taraftar olarak istişareyi tamamlamışlardır. Görüldüğü gibi “Lider Teşkilat Doktrin” ilkesi liderin, teşkilatın ve doktrinin çeşitli yollarla ve farklı kişilerce (parti meclisi, okuyucu, taraftar ve üye bazından) kabul edilmesi ile istişare edilmiş olmaktadır. Ha, biz bunu kastetmedik, şu an ki yönetim istişare etmiyor diyorsanız. O da yanlış. Çünkü bir insanın partinin bütün işlerini ve düşünce yapısını, programını tek başına yürütmesi, üretmesi her şeye yetişmesi mümkün değildir. Bu işleri yürüten komisyonlar, ekipler vardır. Onların üretimleri bir kontrolden geçirilip parti programı veya parti görüşü haline getirilmektedir.
Diyorsanız ki bizimle istişare etmiyor, sizinle de istişare etmişti. Size de partide yönetim kurulunda, parti meclisinde, milletvekilliklerinde, belediye başkanlıklarında, il, ilçe yönetimlerinde yer vermişti. Ama siz bu görevleriniz sırasında hiç kılınızı kıpırdatmadınız, başarmak oyu artırmak için bir çaba göstermediniz. Ancak lider çalışmıyor, kabul görmüyor bahaneleri ürettiniz. Sizlere verdiği görevlerle yetinmediniz, hepsi bizim olsun istediniz. Sanki baba mirasını kardeşler arasında pay etmeden yıllarca kendi hesabına çalıştıran kardeş gibi diğer kardeşler bize de mirastan pay ver bizde yönetici olalım, bizde milletvekili olalım, bizde belediye başkanı olalım biraz da biz yararlanalım deyince, mirasın tamamını ele geçirmeye çalışıp oldubittiye getirmeye çalıştınız, mirası ele geçiremeyince de baba ocağını tahrip ederek evi barkı terk ettiniz.
Bu gün ülkücü hareketin iktidar olamamasından sorumlu olan tek kesim vardır; o da Başbuğ Alparslan Türkeş’in sağlığından buyana MHP’de siyaset yapmayıp ferdi veya parti kurarak ayrılmış başka partilere gitmiş ve hala kendisine Ülkücüyüm diyen herkestir.
Kısaca MHP’nin “Lider Teşkilat Doktrin” ilkesi uzun yıllar istişare edilerek kabul edilmiş ve istişareye de engel değildir. Yukarıdaki serzenişleri yapanlar sadece bizimle istişare etmiyor demek istemektedirler. Eğer istişare edilenler kendileri olsaydı bu iddialara kesin olarak karşı çıkarlardı.