İNSAN FAKTÖRÜ
Safter Tanık
“Dinlerin ve ideolojilerin, ana konusu insandır.
İnsan faktörünü dikkate almadan bir sistem inşa edilemez, varlığını sürdüremez.
İnsanı iyiliğe sevk eden, kötülükten alıkoyan; akıl-vicdan-iman-ahlak-bilgi-kültürden oluşan otokontrol mekanizması ve devletin cezai yaptırımıdır.
Akıl; insanın bir şey hakkında düşünme, kavrama, anlama, hükme varma kapasitesidir. Sadece düşünme-kavrama-anlama-doğru bir hükme varma aracı değil, bilgi-ahlak ve imanın da kaynağıdır.
Vicdan; insana, iyiyi kötüyü bildiren bir iç sestir. İnsanın; ruhunda-beyninde-kalbinde taşıdığı, en büyük ahlak hocası-hâkim-bekçidir.
İslam’da; iman-amelin anlamı-içeriği farklı olsa da, kişi iman ile Müslim olur, Allah’ın emir-yasaklarına uyma yükümlülüğü altına girer. Bu nedenle; imanın, fiilde sevapla iyiliği teşvik eden, günahla kötülükten alıkoyan, ahiret günü sorgulamasını akla getiren manevi bir yaptırımı vardır.
Ahlaki değerler; bir toplumun huzurlu ve mutlu olmasının, olmazsa olmazıdır. Haliyle ahlaki değerlerini yitiren bir toplum, huzursuzluk- mutsuzluğa mahkûmdur.
İktisadi hayatımızda; talep-maliyet enflasyonu dışında, bir de ahlak enflasyonu var. Ticari ahlakın bozulması ciddi bir olaydır. Zira ıslahı çok zor bir iştir.
Cehaletin olduğu bir yerde; iman, taklidi iman özelliğindedir. Erdem ve ahlak; özde değil, sözden ibarettir. Bunun için bilgi olmadan iman ve ahlakın yaptırımı etkili olamaz.”.
Siyasi-iktisadi-sosyal-kültürel bir sorun ortaya çıktığında; bunu çoğu kez bozuk düzen, yanlış uygulama, müeyyide boşluğu veya hafifliği vb. şeyler ile açıklamaya çalışırız. İnsan unsuru ise pek akla gelmez Oysaki sistemi inşa eden, uygulayan, kanunları yapan-çiğneyen insandır.
Bir sistemin doğru inşası, uyum, uygulamadaki başarı insan kaynağına bağlıdır. Bir ülkede başarılı olan bir sistemin, başka ülkede başarısız olması, bazı ülkelerde ise hangi sistem uygulanırsa-uygulansın başarı ya da başarısızlığı getirmesi bunu gösterir. Öyle ki biz halen sistem tartışması yapar iken, savaşla yıkıma uğrayan Almanya-Japonya; iki farklı sistem ile de başarıyı yakaladı. Bunların ortak özelliği ise eğitimli disiplinli bir topluma sahip olmaları, bunun getirdiği özveri-dayanışma ve çalışmayı göstermeleridir.
Haliyle insan siyasi-iktisadi veya sosyal- bir olayın analizinde, öncelikle dikkate alınması gereken bir faktördür. Zira insan faktörünü dikkate almadan bir sistem inşa edilemez, varlığını sürdüremez. Bu nedenle; insan, hem dinlerin hem de ideolojilerin ana konusudur.
İnsan
İnsan; doğru-yanlış binlerce düşünce üreten akla, bunu süzgeçten geçirdiği otokontrol mekanizmasına, kararını ifade eden iradeye sahip bir varlıktır.
Aklı ile düşünce üretir, bunu otokontrol mekanizması süzgecinden geçirir, kararını iradesi ile ortaya koyar.
Otokontrol Mekanizması
Otokontrol mekanizması; akıl, vicdan, iman, ahlak, bilgi-kültürden oluşur.
Akıl
Akıl; insanın bir şey hakkında düşünme, kavrama, anlama, hükme varma kapasitesidir.
Duyular ve haber; bir şeyin güzel veya çirkin, iyi ya da kötü oluşu hakkında bilgi verse de, düşünce-akıl yürütme olmadan doğru bir hükme varmak mümkün değildir. Bu nedenle; akıl, sadece bir şeyi anlama-kavramaya yarayan bir araç değil, doğru hükme varmamızı sağlayan bir araçtır. Aynı zamanda bilgi, ahlak ve imanın kaynağıdır.
Vicdan
Vicdan; insana, iyiyi kötüyü bildiren bir iç sestir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu, hükmüne varmasını sağlar. Diğer bir ifade ile insanın ruhunda-beyninde ve kalbinde taşıdığı en büyük ahlak hocası-hâkim ve bekçidir.
İman
Genel olarak; iman, bir şeyi hür irade ile benimseme, ona şartsız-tereddütsüz-içten-yürekten inanmadır.
İmam Maturidi’ye göre iman; kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. Ancak; esas olan, kalp ile tasdiktir. Buna; delil olarak, Hucurat suresi; 14. Ayeti, “…İnanç henüz gönüllerinize yerleşmedi…” ile Mücadele suresi; 22. Ayetini (…Allah’ın kalplerine imanı nakşettiği…” gösterir.
Kişi; Allah’ın birliğini, Hz. Muhammed’in resul olduğunu gönülden benimsemesi ile Mümin ve Müslim sıfatını kazanır.
Bilmek, mümin olmak için yeterli değildir. Zira bir şeyin mahiyetini bilmek; onu tasdik etme anlamını taşımaz. Bu nedenle bilgi ve iman farklı şeylerdir. Ancak; bilgi, kalple tasdikte önemli bir rol oynar. Zira inkârcılığın bir nedeni de cehalettir.
İman, “tasdik etmek, onaylamak” demektir. Aksi ise tekzip, diğer bir ifade ile inkâr ve yalanlamadır. Tekzip, “inkâr” niyetini ifade ediyorsa bu da “küfür” dür.
Hürriyet, iman ve küfrün varlık şartıdır. Metazori iman ya da küfür olmaz. İsteyen imanı, isteyen ise küfrü tercih edebilmelidir.
Şartlı ve şüpheli iman olmaz.
Asıl iman; Hak ve hakikati sağlam bilgi ve delili ile bilmek ile olur. Bunun dışındaki iman ise Taklidi İmandır.
Asıl iman sahipleri; hür, bilen ve aklı kullanan insanlardır. Bunların doğru yoldan saptırılması ise mümkün değildir.
Taklidi iman sahipleri; hürriyet, bilgi, düşünceden yoksun kişilerdir. Bu nedenle bunlar, her zaman başka bir dinin mensubu tarafından doğru yoldan saptırılma tehlikesi altındadır.
Ameller imanın bir parçası değil, imanın dışında birer farzdır.
Amel ile iman; ne artar, ne de azalır. Kişi; iyi amel ile sevap, kötü amel ile günah kazanır. Günahkâr, ameli hafife alır veya inkâr ederse imanı kaybeder.
Kısaca; İslam’da iman-amelin anlamı-içeriği farklı olsa da, kişi iman ile Müslim olur, Allah’ın emir-yasaklarına uyma yükümlülüğü altına girer. Bu nedenle; imanın, fiilde sevapla iyiliği teşvik eden, günahla kötülükten alıkoyan, ahiret günü sorgulamasını akla getiren manevi bir yaptırımı vardır
Ahlak
Ahlak sözcüğü; Arapça kökenli bir sözcük, “hulk” kökünden geliyor. Hulk ise; “insanın karakteri, tutum ve davranış tarzı” demek. Haliyle ahlak, insanın doğuştan ya da sonradan kazandığı zihni-ruhi haller ile bundan kaynaklanan iyi veya kötü tutum-davranışı ifade ediyor.
Ahlak için, “bir toplumun değer terazisidir” diyen de vardır
Etik-Moral Kavramları
Batı’da; ahlak sözcüğü yerine, etik ya da moral sözcüğü kullanılıyor.
Etik kavramı; her zaman ve her yerde, geçerli temel kuralları ifade eder. Felsefi bir temele dayanır.
Etik bilimi; her zaman ve her yerde, geçerli kurallar ile farklı kuralların nedenini açıklamaya çalışır
Moral kavramı ise; bir toplumda genel kabul görmüş temel kuralları ifade eder, sosyolojik-kültürel bir temele dayanır.
Ahlakın Kaynağı
Ahlakın kaynağı tartışması, “iyi, kötü nedir?” sorusu ile başladı. Bu konuda; tarih boyunca ortaya çıkan dini, felsefi ve sosyolojik temele dayalı olarak üç görüş vardır.
a-) Felsefi Temele Dayalı Görüş
“İyi ve kötü vardır”, bu da; akıl, bilgi ve vicdan ile ayırt edebilen bir şeydir.
Bu, “bir kişi için iyi olan bir şey, diğer kişi için nasıl kötü oluyor?” sorusunu akla getirmiş. Örneğin; Aslanın geyiği yemesi, aslan için; “iyi”, geyik için ise “kötü” dür.
Bunun cevabı; “bu, tabiatın dengesi ile ilgilidir” şeklinde olurken, insan fıtratının yanı sıra tabiat gibi ikinci bir ahlak kaynağından söz edilmiş. Ancak; kuralın, evrensel ve değişmez olması için de İlahi bir iradeden kaynaklanması gerektiği ileri sürülmüş.
Bu sefer de; “Bir şey; Allah öyle istedi diye mi iyidir, yoksa o şeyin bizzat kendisi iyi olduğu için mi Allah onu istedi?” sorusu sorulmuş.
Mu’tezile “Allah iyiye iyi, kötüye kötü” derken, Eş’ari; “iyi ve kötüyü Allah’ın emir ve yasakları belirler” der.
b-) Sosyolojik Temele Dayalı Görüş
Ahlak, toplumun bir ürünüdür.
Toplum, örf-adap gibi değerleri üretebilir. Bu; her zaman, her yerde geçerli türde de olabilir. Örneğin; “kasten adam öldürmek”, insanlık tarihi boyunca, her yerde men edilmiştir. Ancak; genelde bir topluma özgün, zaman içinde değişen kurallardır. Ayrıca; bireyin bencil olması doğru kural koymasını engeller, kutsala dayanmayan bir kural birey üzerinde bağlayıcı-yaptırımcı olamaz.
c-) Dini Temele Dayalı Akılcı Görüş
“İyi, kötü” diye bir şey vardır.Bu;akıl, bilgi ve vicdan ile anlaşılabilir. Tabiattaki uyum-disiplin de bu konuda bize bilgi verir. Aynı zamanda; ahlakın, bir de sosyolojik yönü vardır. Din ise; buna anlam ve derinlik verir, yeni değerler kazandırır.
Ahlakın hem değişmez, hem de zaman içinde değişen kuralları vardır. Değişen kuralları ise örf ve adap ile ilgilidir
Ahlakın Önemi
Ahlaki değerler; bir toplumun huzurlu-mutlu olmasının, olmazsa olmazıdır. Her toplumun, ahlaki değerleri vardır. Ahlaki değerleri erozyona uğramış bir toplum, huzursuzluk-mutsuzluğa mahkûmdur.
Din Ahlakın Koruyucusudur
Din, toplumdaki ahlaki değerlerin koruyucusudur. Ahlaki değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlar, kaybolup gitmesini engeller.
Her dindar, ahlaklı mıdır?
Bu; “özde mi, sözde mi” sorusunu, akla getiriyor.
İslam’da var olan bir kavram da “hesap günüdür”. Dindar, güzel ahlak sahibidir; her fiilinden dolayı ahiret gününde hesaba çekileceğini bilir, ona göre bir tutum-davranış sergiler. Aksi tutum-davranış sergileyen ise şeklen dindardır.
Dinsizin, ahlakı olur mu?
Çevremizde; dini inancı olmamakla birlikte, ahlaki değerlere sahip kişilere rastlıyoruz. Ancak; bu, “kutsalı olmayan bir kişinin, ilkelerine bağlılığı ne kadar olur?” gibi bir soruyu akla getiriyor.
Kısaca; ahlak, akıl-vicdan-din ve toplumun insana kazandırdığı bir değerdir.
Ahlaki değerler; bir toplumun huzurlu ve mutlu olmasının, olmazsa olmazıdır. Haliyle ahlaki değerlerini yitiren bir toplum, huzursuzluk- mutsuzluğa mahkûmdur.
İktisadi hayatımızda; talep-maliyet enflasyonu dışında, bir de ahlak enflasyonu var. Ticari ahlakın bozulması ciddi bir olaydır. Zira ıslahı çok zor bir iştir.
Bilgi
Tanımı
Bilgi; genel olarak eğitim-öğretim, tecrübe, araştırma, sezgi, gözlem ve deney yoluyla kazanılan bir şeydir.
Faydası
Bir şeyin; ne-nasıl bir şey olduğu, ne tür değer ifade ettiği, işimize yarayıp yaramadığı, zararı dokunup dokunmayacağı hakkında bize imkân sunar. Bilgi olmadan; hiçbir şey anlaşılamaz, tanımlanamaz, açıklanamaz ve ondan istifade edilemez. Bu nedenle bizim için hayati bir önem taşır.
Çeşidi
Gündelik, dini, teknik, sanatsal, bilimsel ve felsefi olmak üzere altı çeşit bilgi mevcuttur.
Bilimsel bilgiler; formel bilimler (matematik, mantık, istatistik v.b), doğa/fen bilimleri (fizik, kimya, biyoloji, astronomi, yer bilimi) ve insan/sosyal bilimleri (antropoloji, psikoloji, sosyoloji, siyaset, dil, tarih v.b.) olmak üzere üç bölümde tasnif olunur. Formel bilimleri, fen bilimleri içinde gösteren de vardır.
Özelliği
Hangi bilgi olursa olsun, bilgi; her zaman vardır, keşfedilmeyi bekler, insan beynine kaydedilir, sürekli kullanılır, değerlendirilir, aktarılır ve geliştirilir.
Bilgi, mutlaka bir şey ile ilgilidir. Bu; bir madde, bir nesne, bir bitki, bir insan, bir kurum, bir toplum ya da başka bir şey olabilir. Ama mutlaka bir şeyle ilgilidir.
Bunun dışında; bilginin, doğru olması da önemlidir. Zira yanlış bilgi, hiçbir işe yaramadığı gibi, zarar verir.
Doğru Bilgi
Dün doğru kabul edilen bir şey, bugün yanlış kabul ediliyor. Aynı şekilde bir kişi için doğru olan, başkası için ise yanlış oluyor. Bu da “doğru bilgi var mıdır?” gibi bir soruyu akla getiriyor.
Sofistler, septikler (şüpheci) ve akademi kuşkucularına göre; doğru bilgi diye bir şey yoktur. Zira bilgiler, yalnızca duyular aracılığı ile elde edilir. Duyu bilgisi de bulanık ve karanlık bir bilgidir. Ayrıca duyuların sağladığı bilgiler kişiden kişiye göre değişir. Rasyonalist-pozitivistlere göre ise doğru bilgiye ulaşmak mümkündür.
Bana sorarsanız; matematikte iki kere iki dört yapar, fizikte “yer çekimi” kanunu diye bir şey vardır, zira bırakılan bir taşın havada kaldığını hiç görmedim.
Yani doğru bilgiye ulaşmak mümkündür, ancak “mutlak doğru” diye bir şey yoktur. Erdemli kişilerin; akıl yürüttükten sonra, “doğrusunu Allah bilir” sözü buna dayanır. Kesin konuşanlar ise takıntılı olanlar ya da haddini aşanlardır.
Doğru Bilginin Kaynağı
Doğru bilgi; bilgi kaynağı ve bilgi birikimi ile ilgilidir.
Bilgi kaynağı, kimine göre; duyu verileri, kimine göre; akıl, kimine göre; sezgi, kimine göre de deney ve gözlemdir.
Genel olarak; akıl-araştırma-gözlem ve deneye dayalı bilimsel bilgiler ile bilgi birikimi, doğru bilginin ölçüsü olarak kabul edilir.
Bilgi Birikimi
Bilgi birikimi; bir şey veya şeyler hakkında, sahip olduğumuz bilgi seviyesidir. Bize bir şeyi anlama, analiz ve yorum yapma, doğru ile yanlışı ayırma imkânı verir, adeta bir ölçü görevi görür.
Bilgi birikimi ile toplumsal gelişmişlik arasında bir paralellik vardır. Zira çağın gerektirdiği bilgi birikimine ulaşamayan toplumlara, “geri kalmış toplumlar” deniliyor.
Kısaca, cehaletin olduğu bir yerde; iman, taklidi iman özelliğindedir. Erdem-ahlak; özde değil, sözden ibarettir. Bunun için bilgi olmadan iman ve ahlakın yaptırımı etkili olamaz.
DEVAM EDECEK