SİZ HİÇ UTANMAZ MISINIZ
Ahmet B.Karabacak
Vatanımızda bol miktarda hain yetiştiren sözde edebiyatçılar ve onların şakşakçıları ile rüzgâr ne taraftan eserse o tarafa yanlayan sözde aydınlar, Nazım Hikmet’in bilmem kaçıncı doğum yıldönümünü kutluyorlarmış diye yazdımdı geçtiğimiz günlerde. Gene Hürriyet gazetesinin kitap sanat ekinde kapağa bu Türk düşmanı ve vatan haini adamın haberini koymuşlar. Bu haine övgüler düzen yeni yayınlanmış bir kitabı bahane ederek yeniden gündeme getirme hevesindeler. Bu hain yüzyılın efsanesiymiş. İç sayfalardan birinde de gene bir övgü yazısı… Nazım Hikmet kimdir, ona şöylece kısaca bir bakalım:
Nazım Hikmet’in büyük dedesi Polonyalı Kostanti Bojenski’dir. Avrupa’da maceralı bir bohem hayatı yaşadıktan sonra, Osmanlı devletine iltica etmiş, sözde Müslüman olmuş, birkaç dil bildiği için ve Rus düşmanlığı sebebiyle Osmanlının sistemi sebebiyle zaman içinde paşa yapılmış ve Ruslarla yapılan bir savaşa katılarak yaralanmış ve ölmüştür. Nazım Türkiye’den kaçıp Rusya sığınınca vatandaşlıktan çıkarılmış, dedesinin soyadını alarak Polonya vatandaşlığına geçmiştir. Şiire meraklı olduğu için, ilk şiirleri, o günkü modaya uygun olarak millî, hatta dinî şiirlerdir. Babası annesinden ayrılınca, annesi meşhur şairimiz Yahya Kemâl’in metresi olmuştur. Nazım’ın, millî bir şair olan Yahya Kemâl’den nefretinin sebebini buna bağlarlar. Ve Nazım onun inandığı her şeyden de nefret eden biri haline gelmiş, komünizmin kucağına düşmüştür. Yazıları ve şiirleri yüzünden hapse girmiş, sonra Rusya’ya kaçarak, dedesinin hatırasına da ihanet ederek onların oyuncağı olmuştur. Atatürk’e, “Burjuva Kemal”, Türk askerine “Burjuva Kemal’in ordusu” diye şiirler yazmıştır. Kore’de komünist Çin emperyalizmine karşı savaşan Türk askerine “Kaç Mehmet, kaç” diye şiirleri vardır. Moskova’ya kaçan bu hain yıllarca Rus’ların oyuncağı olmuştur. Kırım Türklerini. Ahıska Türklerinin tamamını bir gecede hayvan vagonlarına doldurup Sibirya’ya süren, çoğunun daha yollarda ölmelerine sebep olan ASRIN KASABI Stalin’e övgüler düzmüş, “Beni Stalin yarattı” diyerek yazı ve şiirler yazmıştır…
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra bazı arkadaşlarla Bulgaristan’a gittik. Amacımız, komünizmin Türklere neler yaptığını öğrenmekti. Bir Türk mimarının evinde beş ciltlik Nazım Hikmet konuşmaları kitabı gördük. Bunlar bir propaganda kitabı idi. Fransa’da, Sorbon Üniversitesi’ni bitirmiş olan bir arkadaşımız bu kitapların birini okumak için ödünç isterdi. Ben değmez, dedim. Çünkü çok önce, onun Tan gazetesinde takma isimle yazdığı ve kitap haline getirilmiş yazılarını okumuştum. Beş para etmez şeylerdi. Fakat arkadaş aldı ve okudu. Bana, “haklıymışsın” dedi. Okuduğu kitap, Bulgaristan Türklerini komünistleştirmek için hazırlanmıştı. Sayfa aralarına Lenin ve Stalin’in konuşmaları serpiştirilmişti. Bir olay daha var: Nazım Hikmet Türklere bir Türk köyünde komünizm propagandası yapınca, oradaki soydaşlarımız tarafından dövülüp, kolu kırılmıştı. Bir şairimiz, “neden kolunu kırdınız, o menhus başı varken” diye bir şiir yazmıştı…
Rahmetli Peyami Safa, Nazım Hikmeti adam etmek için çok uğraşmıştır. Biz yazılarından, sonra çıkan araştırmalardan öğreniyoruz.
Genç yıllarımda Zeren isimli bir fikir ve edebiyat dergisi yayınlamıştım. Bu arada Nazım Hikmet Moskova ‘da öldü. Biz genç yaşımıza rağmen komünistlerle sözde fikrî alanda mücadele ediyorduk. Nazım Hikmet’in ölümüyle ilgili, pek güzel olmayan bir başlıkla bir yazı yazdım. Bugün olsa o başlığı kullanmam. O yıllarda (1962-63) Türkiye İşçi Partisi kuruldu, eski tüfek komünistler gençlere, özellikle edebiyat sahasında, el attılar. Yazılarımızla ve şiirlerimizle, salon toplantılarımızla onlarla mücadele edip duruyorduk. O sıralarda daha tabanca-tüfek yoktu. Ben takma isimle, bunları hicvetmek için piyes şeklinde, onları konuşturan mizahî bir yazı kaleme aldım. Sıkıyönetimin olduğu günlerdi. Beni, belki de acemice, hicvetmek için yazdığım yazıyı, komünist propagandası yapıyor diye mahkemeye verdiler. Daha karakol yüzü görmemiş 22 yaşındaki amatör yazarı, Balmumcu’daki askerî mahkemede, ağır cezada yargıladılar. Savcı ve hakimler benim savunmam üzerine gerçeği anladılar ve dergimizin yazı işleri müdürü olan rahmetli Mustafa Necati Sepetçioğlu dostum ile beraber beraat ettirdiler. Burada benim söylemek istediğim bir başka şey var: Mahkeme hakimi albay, beraat ettiğimizi söyledikten sonra, dinleyicisiz duruşma salonunda başladı bizimle samimi bir sohbete: “Yahu, dedi, bunlar kimler, ne yapmak istiyorlar?“ O gün anladım ki, bizim genç yaşta gördüklerimizi, henüz devlet görmüyor veya görüyor da ciddiye almıyor. Bu zihniyet yıllar sonra Türkiye’yi kan gölüne çevirdi. Apocular denen PKK öncüleri o zamanlar filizlendi. Görüyorum ki daha geçmiş olaylardan ders alınmamış. Nazım Hikmet sempatizanlığıyla devlet düşmanları belli ki yeni bir yol açmak istiyorlar…