MİLLİYETÇİ MÜTEFEKKİRLER VE TARİHİ SORUMLULUKLAR
Gazi KARABULUT
Devletlerin kuruluş iradesi, mensup olduğu milletin mütefekkirleri ile belli bir istikamet kazanır. Çünkü mütefekkir insan, düşünen insandır. Bu sebepten, S. Ahmet Arvasi “Düşünen insana saygı duyulur,” der. Devamında “Şartlanmış insan” kavramına yer verir ve saygı görmediğinden bahsedildikten sonra, düşünen insanın hakikatlere özlem duyan kimseler olduğunu açıklar.
İşte burada mütefekkirin, iradesi ile ortaya koyacağı şuurlu bir düşünce diyalektiği anlamlı bir yönelişi ortaya koyacaktır. Yine Arvasi, Kendini Arayan İnsan adlı kitabında, kavramları felsefi bütünlük içinde izah ettiği bölümün sonuç kısmında “İrade, şuurlu yönelişlerimizin ve davranışlarımızın adıdır.” demektedir.
Mütefekkir olmak, irade ortaya koymayı gerekli kılar. Ortaya konan iradenin de şuurlu yöneliş ve davranış örgüsü doğrultusunda şekillenmesi beklenir.
Peki Türk milliyetçisi olduğunu ifade eden mütefekkirlerin geçmişten günümüze ortaya koyduğu fikri yaklaşımlar; bir şuurlu iradenin ve davranışla bütünleşen yönelimin izlerini taşımakta mıdır?
Yeniden yukarıdaki soruya dönecek olursak ülkemizde milliyetçi mütefekkirler, hangi fikri dalgalanmaları oluşturabilmişlerdir.
Türk milletinin aydınlanma hareketine ivme kazandıran isimlere baktığımızda, Türkistan coğrafyasından Anadolu’ya yayılan bir istikamete şahit oluruz.
Gaspralı İsmail ‘in “Dilde, fikirde, işte birlik” yaklaşımı ve Usul-ü Cedit Hareketi, ardından Akçuraoğlu Yusuf’un Üç Tarz-ı Siyaset makalesi, Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları “Milliyetçi Mütefekkir” tanımlamasını somutlaştıran örnekler olmuştur.
Ziya Gökalp’in “Türkçülük nedir?” sorusuna “Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir.” cevabını vererek başlattığı fikri mücadele somut bir yapılanmanın temelini de atmıştır.
Art arda üretilen eserler, ortaya konan tezler milliyetçi düşüncenin köklü bir yapılanmaya kavuşmasını sağlamıştır.
Yakın tarihimizde bazen, “aydınlanmanın” mecrasından çıkarak, özellikle batı kültürüne yönelme şeklinde anlaşıldığı da olmuştur. Cemil Meriç’in büyük bir sitemle kaleme aldığı “Hangi Batı” başlıklı yazısında, Tanzimat’tan sonra “Aydın, kendi tarihinden koptuğu ölçüde aydındır; kendi tarihinden, yani kendi insanından.” diyerek yanlış bir aydın kavramına dikkatleri çeker. İşte bu yanlış aydın kavramı, milliyetçi mütefekkirler sayesinde asli mecrasına oturmuştur.
Hüseyin Nihal Atsız’ın, dergileri, makaleleri, eserleri milliyetçi mütefekkirlerin çelik yüzünü ortaya koyarken Prof. Dr. Mümtaz Turhan “Kültür Değişmeleri” ile bilimsel milliyetçiliği kökleştirmiştir.
Yine Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Milliyetçi Eğitim Sistemi’nde eğitimin ana prensiplerini “milli ve ilmi” ölçülerle ortaya koymuştur.
Prof. Dr. Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik kitabında ifade ettiği gibi yazdığı eserlerle, tam olarak işlenmediğini düşündüğü milliyetçiliği köklerine bağlı, geleceği kapsayacak bir “Kültür Milliyetçiliği” şeklinde sistemleştirmiştir.
Elbette yine Erol Güngör’ün “ Taşer bizim milletimizin dün yaşadığı gerçeği, bugün de gördüğü büyük rüyayı temsil ediyordu.” diye yad ettiği Dündar Taşer, Millet Duygusunun Sosyolojik Esasları ile Sadri Maksudi Arsal, baş ucu eser niteliğine bürünmüş Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi ile Prof. Dr. Osman Turan Hoca, gönüllerin fethini sağlayan fikir dünyamızın çilekeş devi Galip Erdem aklımıza gelen ilk isimlerdir.
Türk milliyetçiliği fikir sisteminin, güncel meselelere çözüm üretip gündem oluşturabilmesi; çağı okuması ve çağlar ötesine ışık tutması; köklerinden kopmadan ve aslını inkar etmeden metodolojik yeni yaklaşımlar ortaya koyması gerekmektedir.
Çünkü…
Türk milliyetçisi olmak…
Hele de Türk milliyetçiliği çizgisinde kitap, makale, yazı kaleme almak.
Mensubiyeti ifade etmek ve mesuliyete kaynaklık edecek nitelikte fikir beyan etmek.
Yazdığının, söylediğinin, işaret ettiğinin kendisinden ziyade mensup olduğu milletinin maziden atiye taşıdığı ülküleri ifade edeceğini bilerek eser ortaya koymak, millet adına tarihi bir sorumluluğu üstlenmek demektir.
Nitekim;
Türk milliyetçisi aydınlar, dün fikir beyan ederken milletin ikbalinin önüne başka bir kaygı koymamışlardır.
Bir Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları diyerek tarihe yön verirken “Dilde Türkçülük, Estetik Türkçülük, Ahlaki Türkçülük, Hukuki Türkçülük, Dini Türkçülük, İktisadi Türkçülük, Siyasi Türkçülük, Felsefi Türkçülük” gibi halen geçerliliği devam eden bir yaklaşımı ortaya koymuştur.
Hakeza Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak ile memlekette cereyan eden fikir akımları izah edilirken “lisan” ile başlayıp hars, medeniyet, mefkure anlayışları üzerindeki değerlendirmeler “Turan, Türklerin oturduğu, Türkçe’nin konuşulduğu bütün ülkelerin mecmuudur.” tanımı ile Turan’a kadar uzanan değerlendirmelere şahit oluruz.
Bir Nurettin Topçu, Maarif Davası’nda “Milliyetçilik, milletin tarihine gömülü hayat kaynaklarında aranmalıdır. O, dilde ve dinde, sanatta ve devlette bulunur. …
Bunların hepsi terkedilince millet varlığı bir vehim, milliyetçilik bir sahte vesika halini alır.” tespiti ile milliyetçilik anlayışının bulunması gerektiği noktaya vurgu yaptığını görürüz.
Bir Atsız bir milliyetçi aydın olarak hiç susmayacak, hem haykıracak, hakikate tercüman olacaktı çıkardığı dergileri, yazdığı kitapları ve romanlarıyla.
Türk milliyetçiliğinin neye neden itiraz edeceğini ve nerede duracağını çok net anlatır Orkun Dergisi’ndeki “Türkçü kimdir?” adlı yazısıyla.
“Türkçü, milli menfaatleri şahısların üstünde tutan, milli mukaddesata ve maziye saygı gösteren, vazife ahlakı yüksek olan, haksızlığa savaşta pervasız bir insandır.”
Devamında asrımızın milliyetçi aydınlarına kadar uzanacak bir nasihat ile Türk milliyetçisinin neyi neden yaptığını çok net belirtir.
“Türkçü milletine bir hizmet yaparken bunu beğenilmek için değil, vazife bildiği için yapar…”
Erol Güngör, bir milliyetçi aydın sorumluluğu ile yazacak yazacak, Tarihte Türkleri anlatacak, sosyal ve psikolojik meseleleri ortaya koyup İslam’ın ve Türk Milliyetçiliğinin meselelerini ele alacak kültür temelli bir şuurlanma için Türk Kültürü ve Milliyetçilik diyecekti.
Elbette yazmakla bitiremeyiz milliyetçi aydınların ortaya koyduğu eserleri, eserleri ile günümüze uzanan fikri katkılarını ve birileri istediği için değil de iman ettikleri değerleri yüceltmek, mensup oldukları milleti aydınlatmak, devrin devlet adamlarına olması gerekeni göstermek adına yaptıkları çalışmaları.
Şimdi söz günümüzün milliyetçi mütefekkire:
Belki de Cemil Meriç’in, Umran’dan Uygarlığa kitabında “Biz umran gibi geniş ve anlamlı kelimeyi, kavramı bırakıp uygarlık gibi çok dar bir kavramın peşinden koşmaya başlamışız.” dediği gibi “aydın” yerine “mütefekkir” ifadesini kullanmalıyız.
Milliyetçi mütefekkirin ilk duruşu kaleminin ve fikrinin namusunu millet namına korumak olmalıdır. Yazdığı Türk milletinin kökleri, inançları, ülküleri ile örtüşmeli ve ona yarının Milliyetçi Büyük Türkiye’sini göstermelidir.
Milliyetçi mütefekkir, kalemini ve fikrini Türk milliyetçiliği idealinin emrine vermelidir. O idealler, Türk milletine bunalımdan çıkış yollarını göstermelidir.
Milliyetçi mütefekkir, milletinin tarihi birikimlerine sahip çıkarken yaşananları da objektif bir şekilde tahlil ederek yarınlar adına tarihe şerh düşmelidir.
Milliyetçi mütefekkir, itirazlarını ahlaklı bir isyanla ortaya koymalı; milli ülkülerin, hali hazırdan daha mükemmel olması için çaba sarf etmelidir.
Velhasıl Milliyetçi mütefekkir, milli şuuru yeni nesle asli dinamikleri ile aktarmak adına fikir iskeletinin omurgası olma mecburiyetini unutmadan yazmalı, çizmeli, söylemeli ve uygulamalıdır.