KURTULUŞ SAVAŞI RAMAZANLARI ve MİLLİ TARİHİMİZDE RAMAZAN KÜLTÜRÜ
Mustafa ORAL
Kültürü oluşturan etkenlerin başında “dil”den sonra en çok etkili olan unsurların başında “din” gelmektedir. Din kavramı hem günlük hayatımızı, insanî ilişkilerimizi dizayn etmemizde hem de bireyi, toplumu ve evreni anlamamızda dünya var olduğundan beri etkili olmuştur.
Bir profesör şu cümleyi kurmuştu: “Din, bir milletin kültür potası içinde erimezse o millet yok olur, asimile olur.” Yine bir başka profesör şu cümleyi kurar: “Bir milletin kültürü değişmez, o kültüre yüklenen anlam değişir.” Bu sözler kendi içinde birçok hakikati ifade eder.
Türk milleti de tarihi süreç içinde ilk başlarda Gök Tanrı dinine mensup iken zaman içinde kahir ekseriyeti İslamiyet’i seçmiştir. Uyguladığımız birçok dini ritüelin ark planına bugünden geriye dönüp baktığımızda yukarıda zikrettiğimiz ifadelerin ne kadar doğru olduğunu anlamamıza vesile olur.
…
Kültürel belleğimizi oluşturan etkenleri günlük hayatımızın akışı içinde, kendiliğinden yerine getiririz. Bu ritüeller bizi yığın olmaktan çıkarıp şuurlu bir millet olma bilincine kavuşturur. Mesela “selam, kelamdan öncedir”, “selam vermek sünnet, almak farz” ifadelerine bakalım. İnsani ilişkilere kültürümüzün ne kadar ehemmiyet verdiğini bu ifadelerden misalle anlayabiliriz. Yine bakıldığında perşembeyi cumaya bağlayan geceye, kandil gecelerine, üç aylara ve tabii ki on bir ayın sultanı diye hasretle beklediğimiz ramazana gelirken içimizin ayrı bir sevinç kapladığı, ramazanı uğurlarken hem içsel bir burukluğun hem de bir bayram sevincinin yaşandığı ardından Ramazan Bayramının geldiği bir aydır.
…
Çocukluğumuzun ramazanlarından, uzun kış gecelerinden; orta yaşlarımıza doğru gecelerin kısaldığı günün uzadığı zaman dilimlerini yaşadık. Şimdi de sultanımız tekrardan uzun kış gecelerine doğru her yıl yolculuğuna devam etmektedir. Bizim için ramazanın en özel ve güzel anları o uzun kış gecelerinde saklıdır. Çünkü çocukluğumuzun ramazanları oradadır.
…
Türk milleti olarak dini hassasiyetlere karşı son derece saygılı olmuşuzdur. Tarih boyunca bu hassasiyetlerimizi yansıtan birçok kültür unsuru çağdan çağa aktarılmıştır. Bunların bir kısmı zaman içinde değişmiş, gelişmiş; bir kısmı da unutulmaya yüz tutmuştur.
Gazeteci-tarihçi yazar Muhiddin Nalbantoğlu’nun “KURTULUŞ SAVAŞI RAMAZANLARI ve MİLLİ TARİHİMİZDE RAMAZAN KÜLTÜRÜ” adlı kitabı da bu noktada yaklaşık olarak dört yıl süren “İstiklal Harbi” içinde Ramazan nasıl yaşanmıştır, milli tarihimiz içinde ramazan kültürüyle ilgili unsurlar nelerdir? Anlatmaktadır.
Kitap, Toker yayınları arasından çıkmıştır. Eser, 165 sayfadan ve iki ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Kurtuluş Savaşı Ramazanları, ikinci bölümde ise Milli tarihimizde Ramazan kültürü anlatılmaktadır.
“Gerçekten de on asırlık Türk tarihinin en hazin ve acı Ramazanları dört yıl süren I. Dünya Savaşı yıllarında yaşanmıştır. Üç kıt’ada on dört cephede savaşan iki milyon dokuz yüz bin kişiden oluşan Türk ordusunda oruç tutulmaması hakkında fetva çıkmıştır. Fakat Türk ordularının fiili Başkumandanı olan Enver Paşa, bütün bu iki milyon dokuz yüz bin kişiye vekâleten oruç tutmuştur.” Bu ifadeler ilgili eserin ön sözünde geçmektedir. Altı yüz yıllık imparatorluk parçalanmaktadır. Tarih boyunca vatansız, devletsiz yaşamayan milletimiz canını dişine takmış var olma, yok olma savaşı vermektedir. Bu savaşı verirken kendinden maddi kuvvet bakımından kıyaslanamayacak derece büyük bir düşman kuvvetiyle vuruşmaktadır. Bu uğurda ölürsek şehit, kalırsak gazi olacağız diyen bir millet için en büyük dayanak noktalarından birisi de sahip olduğu temiz inancıdır. Ne hazindir ki ordumuzun yerine oruç tutan Turan Orduları Başkomutanı Şehid-i Ala ve Gazi-i Namdar Enver Paşaya da yine bir Ramazan ayında Türkistan’da yalın kılıç şehadete yürümek nasip olmuştur.
Yine ilgili eserden Kurtuluş savaşı ramazanlarını anlatan bir ifade:
“Meclis, günler boyu tartıştıktan sonra İstanbul Hükümeti tarafından bütün askerî rütbeleri geri alınan Mustafa Kemal Paşa’ya, bütün askerî rütbelerini iade ettiği gibi, ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanlığı’nı da vermiştir. Mustafa Kemal şimdi bu sıfatla dost ve düşman bütün dünyanın gözlerinin üzerinde toplandığı Ankara’nın Hacı Bayram Caminde, o yılki Ramazanın ilk Cumasına katılmaktadır.” (s. 19)
Peki, Anadolu ramazanda yeni bir istiklali müjdeleyen, gelecek bin yılda da Anadolu’da olacağımızı, bu uğurda her türlü mücadeleye hazır olduğumuzu ifade ederken imparatorluğa başkentlik yapmış payitaht da o mübarek aya işgal altında giriyordu. Peki, İstanbul işgal edilirken; ırzımız, namusumuz ayaklar altına alınırken Mehmedim durur mu?
Elbette durmaz ve bir sese kulak verir:
“Anadolu Ajansının İstanbul gençlerini Anadolu Savaşına çağıran anonsunu alan Kuleli Askeri Okulu‘nun talebeleri, o yılın Ramazan’ının ilk günü büyük bir grup halinde işgal İstanbul’undan firar ederek Ankara yollarına düşerler.” (s. 56)
Anadolu’ya, o sarışın kurdun arkasına, ordusuna katılmak için demir dağları tekrardan eritip Türk’ü yurtsuz bırakmamak için ramazanın ilk günü yola çıkan gencecik askerlerimizin birçoğu subaylar savaşı olarak bilinen Sakarya Savaşında şehadete, en sevgiliye kavuşmuşlardır.
Ya ediplerimiz dururlar mı içlerinden gelen duyguyu dışa vurmakta?
Durmazlar elbette…
İstanbul ramazanı işgal altında karşılamıştır. Bu durum Nazım Hikmet’ten Yahya Kemal Beyatlı’ya kadar birçok edibin kaleminden dökülen kelamlarda yerini alır.
Nalbantoğlu kitabın ilk bölümünde bunun gibi birçok olayı bize anlatır. Kuruluş Savaşı ramazanlarının bir panoramasını gözümüzün önüne serer.
…
İlgili eserin ikinci bölümü Milli tarihimizde ramazan kültürüne dair unsurlara ayrılır.
İlk başta Ramazan kelimesinin kavramına, kelimenin kökenine değinen Nalbantoğlu ramazan ayı içinde İslam tarihi için önemli olan olaylardan bahseder.
“Hz. Peygamber’in Ramazan hilalini görünce orucu tutun, Şevval hilalini görünce iftar edin (bayram edin) şayet hava kapalı olursa Şaban’ı otuza tamamlayın” (s. 69) hadisine binaen ramazan ayının tespitine büyük önem verilmiştir.
Nalbantoğlu eserinde ramazanın müjdecisi üç ayları, kandil gecelerini, ramazan ilahilerini, cuma, Şeker Bayramı ve Kurban Bayramı gibi kavramlar ve kültürel unsurlar hakkında bilgi verdikten sonra ecdadımızın kutsal topraklara karşı olan sevgisinin tezahürlerinden biri olan “Surre Alayı” hakkında detaylı malumat verir. Surre Alayı’nın ilk ne zaman başladığını, ne zaman düzenli hale geldiğini, nasıl uygulandığını ve nihayete erdiğini ayrıntılarıyla eserinde anlatır.
Kültürümüzün ete kemiğe bürünmüş hallerinin birisi de yazılı metinlerimiz olan edebi eserlerdir. Edebiyatımızda, özellikle divan edebiyatında ramazan başlı başına ele alınmıştır. Ramazaniye temalı şiirler külliyat oluşmuştur.
Sözlü edebiyatımızın da en canlı örnekleri olan Karagöz ve Hacivat, ortaoyunu milli tarihimizde, özellikle iftar sahur arası, insanlarımızı eğlendirme adına önemli bir işlev görmüştür.
Günümüzde hâlâ birçok yerde misafire büyük önem verilir. Misafir aç bırakılmaz hatta köylerde misafiri kimin ağırlayacağına dair tatlı bir yarış olur. Özellikle aylardan ramazan ise Tanrı misafirine ayrı bir ihtimam gösterilir. Ramazana has yemekler, tatlılar yapılır.
Geçmişimizde de ecdadımız meseleye daha büyük bir hassasiyet göstermiştir. Hâli vakti yerinde olan eşraf iftar yemekleri vermiştir. İnsanlarımız aç bırakılmamıştır.
Nalbantoğlu eserinin ikinci bölümünde bu hususların bütününe değinmekte olup örneklerle desteklemektedir.
Ramazan kültürel belleğimizde eğlencesiyle (hayal oyunu, ortaoyunu, tasavvuf müziği icrası gibi…) yemekleriyle (kendine has ramazan tatlılarıyla), ramazan davulcusunun söylediği ve sahura davet ettiği manileriyle, ramazana has teravihi ile milli tarihimiz içinde önemli kültürel hareketliliği oluşturmuştur.
Bugün maalesef bu kültürel unsurların ne kadarını yaşatabiliyoruz diye bakacak olduğumuzda önemli bir kısmını temsili de olsa düne kadar yaşattığımızı görmekteyiz. Elbette geçmişi aynen muhafaza edemeyiz. Her çağın enstrümanları farklıdır. Çağın ihtiyaçlarından ve sorunlarından kaçamayız. Bu noktada çağın bize sunduğu teknolojik imkânları da seferber ederek bu milli güç unsurlarımızı, kültürel kodlarımızı yeni kuşaklara aktarmanın yollarını bulmalıyız.
Bundan dolayı Muhiddin Nalbantoğlu’nun eseri ve onun gibi eserler bize bir yol gösterici olacaktır.
Cumhuriyetimizin 100. yılında ecdadımızın varlık yokluk savaşı verirken dahi nasıl sarsılmaz bir inanca, imana sahip olduğunu bilmeliyiz. Gelecek bin yılda da buradayız demek için bizi biz yapan kültürel unsurları çağın bize sunduğu imkânları seferber ederek geleceğe aktarmanın yollarını bulmalıyız.
Nalbantoğlu’nun eseri bu noktada okunmaya muhtaç, ilgililerinin dikkatini bekleyen bir kılavuz kitaptır.
Muhiddin Nalbantoğlu, Kurtuluş Savaşı Ramazanları ve Milli Tarihimizde Ramazan Kültürü, Toker Yayınları, İstanbul 2010