Kemâl ÇOPUROĞLU
Modern çağ, çok hızlı gelişen teknoloji ile birlikte pek çok yeniliği ve kolaylığı insanlığın hizmetine sunmuş fakat çeşitli problemleri de berâberinde getirmiştir.
Modern çağın teknoloji çığırıyla birlikte global- kapitalist sermâye, aynı hız ve şiddetle kendisine yeni kaynaklar yaratmaya devam ediyor.
İhtiyaçları ölçüsünden öte, sınırsızca, sorumsuzca tüketmeyi ve harcamayı alışkanlık hâline getirmiş olan tüketim toplumu, tam bir cinnet hâliyle elindekini avucundakini hoyratça, gözü dönmüşcesine savurmayı bir psikolojik tatmin aracı hâline getiriyor.
İnsanların bu zayıf noktası yine başka insanların; dünya üzerindeki sermâye sahiplerinin, para baronlarının işlerine geliyor, onlar da daha fazla kazanma hırsıyla mallarını, global dünya pazarında akıl almaz reklam ve düzenbazlıklarla pazarlıyorlar. Bu pazardaki yerleri, yıl içerisinde kutlanan meslekî günler, sevgililer ve diğer benzeri günlerdeki hediyeleşmelerden tutunuz da iftar sofralarına kadar giren, zararları, insan sağlığı açısından tartışmalı gıdalara kadar büyük bir alanı oluşturabiliyor.
Geçmişte feodalitenin, ya da tam bir devlet hâkimiyetinin sermâyeye egemen olduğu eski toplum düzeninden ferdî ekonomik hürriyetlere geçiş yapıldığı iddiâ edilen bugünkü toplumlarda da aslında durum eskisinden çok farklı değil. Dünyâ üzerindeki hemen bütün toplumlarda sermâye, hâlâ belirli kişilerin, âilelerin tekelinde ve global ekonomi onların davranışlarına göre şekil almakta.
Bununla birlikte emek sömürüsü özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tam gaz devâm ediyor.
Şâirin şiirinde;
“Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul” yakınma ve ironisinde olduğu gibi bir manzara arz eden bu durum uçurumu gittikçe arttırıyor.
Sermâye ve emek sınıflandırmasını, ” üsttekiler ve alttakiler” şeklinde adlandıracak olursak üsttekilerin hâllerinden oldukça memnun görünmesine karşılık alttakiler de hâllerinden bir o kadar şikâyetçi ve memnuniyetsiz görünmekteler.
Yâni yüzyıllar öncesine dayalı sermâye- emek ilişkisi, kölelik vs.gibi terimleşmiş ifâdeler ayrıntılarda değişerek bugünkü şeklini alsa bile öz ve maksat yönünden hiç de değişmemiş görünüyor.Yine karın tokluğuna çalışan yüz binler vs…
Hâl böyleyken alttakiler,
kendilerini sömürdüklerini, ezdiklerini iddiâ ettikleri üsttekilerin değirmenine
ha bire su taşımaktan geri kalmıyorlar. Bu manzara;
“perhiz-lâhana” deyimini hatırlatır nitelikte…
Bu tezat örneklerinden bir tanesi de yaşadığımız günler içerisinde kundaktaki bebeklerden tutunuz da mezârdaki ölülerin bile duyduğu, bangır bangır bağırtısıyla kulaklarımızı tırmalayan ve pırıltılı. Işıklı reklamlarıyla gözümüzü kamaştıran, Amerikan orijinli ve Türkçe’ye “Kara Cuma” olarak tercüme edilen;
“Black Friday” yâni “Kara Cuma”ifâdesinin, ekseriyeti muhafazakâr Türk toplumu tarafından geçmiş yıllarda tepki görmesi üzerine yerli sermâyedarların çark ederek; “Muhteşem Cuma,” “Efsâne Cumâ,” Müthiş Cuma” gibi isimlerle süsleyip satışa sundukları mallarla ilgili sözde indirim kampanyalarıdır.
İyi güzel de hem içmeye ayran bulamadığından şikâyet eden, hem de bu “Black Friday” günlerinde gecenin belirli saatleri arasında ellerinde kredi kartlarıya sanal alışveriş mağazalarının başında nöbet bekleyip alışverişlerini yaptıktan sonraki rahatlık hâli ve mutlulukları yüzlerine vuran “alttaki”lerin bu cinnet hâlini izâh edebilecek var mıdır acaba?…
Zarurî ihtiyaçlar istisnâ tutulacak olursa, bunun adı açgözlülük ve doymazlıktır.
Keşke biraz daha sâde ve gösterişten uzak yaşamasını öğrenebilseydik o zaman belki kendimize ve topluma karşı daha samimî olabilirdik.