Asena KINACI MORAL
Her kim, Allah’ın razı olacağı daha liyakatli birisi varken, adam kayırmak maksadıyla kendi Müslümanların işini deruhte ederse onların üzerine gösteriş için birini seçer, resmi görev verirse, Allah’ın laneti onun üzerindedir. Allah, onu cehenneme sokuluncaya kadar, ne farz, ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez. (Hz. Muhammed)
İş ehline verilmezse kıyamet yaklaşmış demektir. Hz. Muhammed
“At binenin, kılıç kuşananın” Türk Atasözü
“Kurbağayı koltuğa oturtsan, o yine çamura atlar.” Arthur Miller
Dünya yaratıldığından ve insanoğlu da var olduğundan beri yani insanlık tarihiyle aynı yaşta “Bilmem kimin bilmem nesi” meselesi hep vardır. “Bilmem kimin bilmem nesi” olduğu için, parası, makamı, şöhreti olduğu için, parası, malı, mülkü, şanı-şöhreti olanların yakını olduğu için değer verilen, kıymet atfedilen kimseler ile gerçekten saygıyı, sevgiyi hak eden, gerçekten kıymet verilen, yâda kıymet verilmesi gerekirken ihmal edilen haklı kişilerin bu dünyada verdiği mücadele belki bu dünyada başarıya da ulaşmayacak ama bu mücadele kıyamete dek haklı dava olarak sürüp gidecek.
Müdür memurlarından birine görev veriyordu. O sırada görev verdiği kişiyi de herkesin içinde aleni şekilde “Bilmem kimin bilmem nesi” diye tasvir edip sıfatlandırıp takdir ve taltif ediyordu. “Bilmem kimin bilmem nesi” diye kayrılan kişiler, sevgi ve saygı gösterilen kişiler ile parası, şöhreti, makamı olan kişiler yâda bu nimetlere sahip olan birilerinin yakını olan kişiler bazı önceliklere bu sebeplerden dolayı sahipse bu haksızlığa kızmadan edemiyorum.
Çocukluğumdan beri mücadele ettiğim kayırma ve iltimas her yerde ve her zamanda da vardı, var olacak. Biliyorum. Bugün işte -bu meseleyi- bir kişiye haksız yere kolaylıklar sağlamayı, iltimas geçmeyi haksız yere, kurallara ve yasalara uymadan kayırma yapmayı ve arka çıkmayı yani iltiması yazmak istedim. Kayırma ve iltimas tabiriyle ilkokul yıllarında karşılaştık. Bu tabirin ne manaya geldiğini öğrendik, anladık yâda öğrenmeye, anlamaya çalıştık. Karşımıza çıkanlar “ birinin kızı, oğlu”,…oldular önce…Hep önümüze geçtiler. “Ben” olarak çıktık karşılarına… Sıfatsız onurlu isimlerimizle kuşandık silahlarımızı…”Ben” olarak ter döktük, emek verdik. Ortaokul, lise yıllarında “Bilmem kimin bilmem nesi” birinin yeğeni, teyzesi, halası, dayısı, emmisi olarak karşımızdaydı. Bizler artık büyümüştük ve anlıyorduk eşitsizliğin de bir dünya kanunu olduğunu… Hak neydi? Haksızlık neydi? Neden zengin vardı, neden fakir vardı… Neden “var” ile “yok”un boğuşmasında “var” lıklılar “yok’sulların yüzünü tırmalıyordu.
Üniversite yıllarında ve hatta üniversiteden mezun olduktan sonra, iş başvurularında hep birilerinin oğlu ve kızı olan silik çehrelerle yarışmak zorunda kaldık. Birinin oğlu yâda kızı olmaktan öte bir özelliği olmayanlar gölgeleri ile bizi ezdiler. Silik çehreleriyle en sonunda gülen hep onlar oldu. Tutmaz elleriyle, konuşmaz dilleriyle, yazmaz kalemleriyle ve silik çehreleriyle parlayan yıldız onlar oldu.
“Bilmem kimin bilmem nesi” diyerek peşinde gezilen, pohpohlanan kişilerin ve onların etrafında pervane olanların olduğu bir dünyada hak eden, liyakat sahibi kişiler daima kırılıp incindi. “Bilmem kimin bilmem nesi “ liyakatli olmasa da alaka gördü. Başkaları tarafından ehil olmayana verilen bu değer, nanköre verilen hediye gibi, koca bir odun kütüğüne anlatılan sözler gibi, boşboğaza emanet edilen sır gibi hep boşa gitti, zayi oldu. Yıllar yılları kovaladı yüzyıllar oldu, hiç değişmedi haksızlıklar…. İltimas gösterilenler, kayrılanlar hiç bitmedi. Tanıdığı olanın, yakını olanın, adamı olanın kazanması bitmedi. Yaş, emek, bilgi, tecrübe gibi değerler saygı görmedi. Hep “Bilmem kimin bilmem nesi” ve onun sahip oldukları, bütün kutlu değerlerden üstündü.
“Bilmem kimin bilmem nesi” hep pohpohlandığı için, emeksiz yemek yediği için, ter dökmeden makamı olduğu için ve… …için… sevmeyi değil hep sevilmeyi öğrendi. “Bilmem kimin bilmem nesi”nden maddi ve manevi karşılık bekleyerek gösterilen saygı ve sevgi nedeniyle onlar da kimse için karşılıksız adım atmadı. Ne yolları oldu menfaatsiz ne de yol arkadaşları oldu çıkarsız… Onlar Allah rızası için çalışanı, seveni, konuşanı, yazanı, nefes alanı anlayamadı. İnanmışların Allah rızası için yaptığı her şey; onlar tarafından “enayi” lerin işi olarak tanımlandı. Liyakat sahiplerinin emek ile çaba ile çalışma ile sebat ile sabır ve şükür ile güzelleştirdikleri dünya ile onlar hep alay etti. “Bilmem kimin bilmem nesi” çalışarak kazanmayı şiar edinmişlerin hakkaniyeti, iyi niyeti ve kalplerinin temizliği ile saflaşan ve aklaşan dünyayı sevmedi. “İyi giyin ama dikkat et ki kostümün senden üstün olmasın.” dese de Cenab Şahabettin onların giysilerinin ederi kendilerinin ve yüreklerinin ederinden yüksekti. Liyakat sahiplerinin bileği güçlü de olsa, parmaklarından yetenekler de aksa yöneticilerinden takdir, teşekkür alamadı hiçbir zaman. Çünkü “Bilmem kimin bilmem nesi” bütün takdir ve teşekkürleri şanı, şöhreti, parası, malı, mülkü veyahut nüfuzu ile kendisine saklamıştı. Garibe, fakire, çalışkana, hak edene ne teşekkür ne takdir, ne bir tebessüm ödül olarak kalmadı. Liyakat sahiplerinin aklı, bilgisi, görgüsü, tecrübesi, yeteneği “Bilmem kimin bilmem nesi”ni geçmeye bir türlü yetmedi. Liyakat sahipleri bilgileri, görgüleri, tecrübeleri ve ehliyetleri ile gerçekleri görse de Allah’a açılan elleri, imanlı yürekleri ile çabalasalar da gördükleri ve bildikleri gerçekleri insanlığa anlatamadı. Liyakat sahipleri ise zaman ve mekân değişse de kula kul olmadı. Dünyalık için özden geçmedi. Kimseyi kimseden seçmedi. “Bilmem kimin bilmem nesi” önünde eğilmedi, bükülmedi. Paraya, altına, gümüşe satılmadı. Liyakat sahipleri fakirlik çekip şükretti. Çaba sarf edip sabretti. Doğrunun ve hakkın bir gün muhakkak kazanacağına iman etti. Onlar kısmet dedi, nasibi bekledi. At binenin, kılıç kuşananın: Her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır. diyen atalarımızın söylediklerine inandı. Hiçbir zaman Allah’a yüz çevirmedi, hakka inanmaktan vazgeçmedi. Vefa ve fedakârlık karakterleri oldu. Yalandan dolandan uzak durdu. Sahte yüzler takınmadı. Her görevi kutsal bildi. Onların adı sadakat soyadı liyakat oldu. “Bilmem kimin bilmem nesi” ise oturdu, durdu, kayrıldı, kazandı, oturdu, durdu, hep öne geçti. Liyakat ve ehliyet sahibi olanlar ise çalışarak, koşarak, emek vererek, ter dökerek hep gerilerden, arka sıralardan onları takip etmek zorunda kaldı.. “Bilmem kimin bilmem nesi” karşısında hak edenlerin iyilikleri, yetenekleri, çalışmaları, yok sayıldı. Liyakat sahipleri ağızları ile kuş tutsalar “Bilmem kimin bilmem nesi”ne yetişemedi. “Bilmem kimin bilmem nesi”ne verilen kıymet arttıkça şeref, onur, haysiyet yeryüzünde değer olmaktan çıktı. Sadece artık “bilmem kimin bilmem nesi” isen kıymetliydin. İdareciler, politikacılar, patronlar, işverenler ve hatta bilim adamları dahi “Bilmem kimin bilmem nesi”nin tilki olduğunu bile bile onları tavuklara bekçi yaptı. Liyakatliler ise hep gerilerde kalsa da hep arka sıralardan “Bilmem kimin bilmem nesi”ni izlese de hiç yılmadan, yorulmadan bu çileli dikenli yokuşlu yolu tırmanmaktan vazgeçmedi.
Birinin oğlu-kızı olmak, yâda dayısı, halası, emmisi olmak elbette kimsenin suçu değildir-bu suç da değildir- ve insanlar bunun için yargılanamaz. Ancak herkes bu unvan ve sıfatlardan dolayı bir yerlerde para, mal, mülk, şan, şöhret edinmek haksızlığından uzak durmak zorundadır. Kim ne olursa olsun bulunduğu yeri hak ettiği sürece liyakate uygun bir dünya düzeni yaşanır. Herkes bulunduğu yeri hak etmek için çaba sarf ederse liyakat sadece dillerde kalan bir değer olmaktan çıkar. Liyakat alın terinde, bilekte, yürekte, emekte, yetenekte, cesarette yaşayan bir değer olarak dünyamızda olur.
“Yüksek tepelerde o tepelere hem sürünerek hem de uçarak çıkanları göreceksiniz. Evet! Her ikisi de aynı tepededir amma biri sürünerek çıkmıştır o tepeye, birisi uçarak… .Aynı tepelerde yılan olmak da kartal olmak da yine bizim tercihimizde.
Her Müslüman her Türk Allah’ın verdiği akıl ve iman ile “Bilmem kimin bilmem nesi” ile son nefese kadar mücadele etmek zorundadır. “ Bilmem kimin bilmem nesi” ile liyakatliler arasındaki yarışmada Âdem’den bugüne hep liyakatliler geri kalsa da liyakat sahiplerinin alnındaki teri ile bileğinin hakkı ile dişiyle, tırnağıyla verdikleri mücadele sonunda kazandığı şeref ve saygınlık dinimizde de töremizde de kutsaldır. Ve Allah bu kutlu değerlere kıymet verenleri bu kutlu değerlerin gösterdiği yolda yaşayanları bu dünyada da ahirette de ödüllendirecektir. Vesselam…