Asena Kınacı Moral
İşimden çıktıktan sonra evime gitmek için bindiğim otobüs Kızılay’dan geçerken cam kenarında oturduğum koltuktan etrafı izliyordum. İnsanların telaşlı gidiş gelişleri, kalabalık kaldırımlar, Ankara’da akşam saatinin telaşını ne de güzel anlatıyordu. Önümde oturan iki genç kızın yüksek sesli konuşmalarını duymamak mümkün değildi. Dinledim.
Kızlardan biri çok sevdiği ve kendine yakın hissettiği bir kız arkadaşı ile bir başkasının yine ortak bir arkadaşları hakkında ileri geri konuşmasına şahitlik etmişti. Lisede okuduklarını varsaydığım bu gençler konuşan da hakkında konuşulan da arkadaşları olduğu için bu durumdan rahatsızlıklarını birbirlerine anlatıyordu. Sevdikleri biri hakkında başka bir sevdiklerinin kötü konuşması her ikisini de hayal kırıklığına uğratmıştı. En yakın arkadaşına da güvenemeyeceksen kime güvenecektin ki? Üstelik her ikisine göre hakkında konuşulan arkadaşlarına gıyabında söylenenler asılsız ve isnatsızdı. Öyle bir durum vardı ki; hakkında konuşulan kişi hakkında konuşulduğunu bilmediği için de hakkındaki eleştirilere yanıt veremeyecekti. Aynı sınıfta, aynı takımda ve aynı kulüpte olmaları da kızları inciten konuların başında geliyordu. Aynı şeyleri düşündüklerini zannettikleri kişilerin aynı geminin yolcusu olmadığını görmek her ikisinde de derin bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Biri diğerine şöyle çok güzel bir soru soruyordu. O bu kadar kötüyse aynı yolda bu kötü ile neden yürüdün, ve neden yürüyorsun diye sormazlar mı adama? Otobüste önümde oturan bu iki genç kız, arkadaşlarının arkadaşları hakkında dedikodu yapmasına ilişkin duygularını ve üzüntülerini yüksek sesle anlatırken ben insanların ve dünyanın gerçekliğine dalmıştım bile. Zaman zaman hepimiz insanlara güvenimizi kaybettiğimiz buna benzeyen olaylar yaşıyoruz. İnançlarımızın ve kırılan kalbimizin onarılması için zaman, çaba ve emek gerekiyor.
Olayları, konuları önce İslam değerleriyle yorumlarım. Sonra Türk töresine göre terazide tartarım. Dinimiz dedikoduyu yasaklamıştır. Töremiz pek çok ahlaki değerin bir araya gelmesiyle örnek bir millet olmamızı sağlamıştır. Doğruluk, dürüstlük, yardımseverlik, sevgi, saygı, dayanışma gibi pek çok konuda Türk milleti tarihin örnek milletlerindendir. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” diyen Sevgili Peygamberim ve onu hakkıyla örnek alan atalarım aklıma gelirken onlara duyduğum hayranlık ve muhabbet yüreğimde heyecan ve gözümde biriken gözyaşına sebep oldu. Gözlerime dolan yaşı sildikten sonra İslam ahlak ve fazileti ile Türklük gurur ve şuurunun birleşmesiyle bütünleşen ideal dünyayı hayal ederken bir ses de kulağıma mütemadiyen “Şahsiyetçilik” “Şahsiyetçilik” diye fısıldıyordu.
Bazı düşünceler eski zamanlara ait olsa da bugüne ve geleceğe ışık tutarlar. Dokuz Işık Doktrini yazıldığı zamanın özelliklerine sahip olsa da milli ve manevi değerleriyle ve Türk milleti için gösterdiği kurtuluş yolu ile hep taze ve diri kalacaktır. İnsan bedeni maneviyat ile donanarak şahsiyet oluşur. Kişilik ve kimlik beden ve ruhumuzun birleşmesidir. Duygularımız davranışa dönüşerek bize şekil verir, kimlik verir, şahsiyet verir. İnançlarımızın davranışa dönüşmesi ahlakımız ile birlikte şahsiyetimizi de ortaya koyar. Bir Türk milliyetçisinin şahsiyetli olması gerektiğini düşünürken Dokuz Işığın Şahsiyetçilik ilkesinden satırlar da gözümün önünden geçiyordu:
“İnsanlar şahıslarına karşılıklı saygı ve karşılıklı teminat içinde bulunmalıdırlar. İnsanlar her zaman hakarete uğrarlarsa, her zaman haklarından emin durumda bulunmazlarsa, o insanların o memleket içinde faydalı olmalarına, huzur içinde olmalarına ve mesut olmalarına imkân yoktur. “
“Milliyetçi Hareket, insan sevgisine dayanır; Milliyetçi Hareket insan şahsiyetine inanır, insanı sever ve sayar. Milliyetçi Hareket, Türk insanını sevmek, saymak, onun yücelmesini istemektir. Milli Doktrinimiz Dokuz Işık, milletimize, insan sevgisini ve insan haysiyetini sonsuz bir saygıyı esas alan yeni bir yol işaret etmektedir. Bu yolun temel kaynağı İslam inancı ve Türklük şuur ve gururudur. Cihanın ufuklarından yeni bir güneş gibi doğacak olan Büyük Türkiye’nin meşalesi yakılmıştır. Bu meşaleyi sizlere verdim. O’nu yurdumuzun her köşesine götürünüz ve her Türk’ün gönlünü onunla tutuşturunuz.”
Alparslan Türkeş tarafından kaleme alınan Dokuz Işık isimli kitapta Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik Bölümünün içerisinde yer alan “MİLLİ DEMOKRASİ İNSAN SEVGİSİNİ ESAS ALIR” başlıkta “Dokuz Işığın diğer kaynağı İNSAN SEVGİSİ, İNSAN HAYSİYETİNE SONSUZ SAYGI’dır. Türk milleti olarak bizim milli karakterimizin bir hususiyeti vardır. Biz Türkler ne başkalarına uşaklık etmeyi, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul ederiz. İnsanlık haysiyetine saygı duymayan, Türk insanına karşı gönlünde sevgi taşımayan, Türk milletini Türk halkını hor gören zihniyete karşıyız. Dokuz ışıkçılar olarak biler Türk halkını, Türk insanını Allah’ın mukaddes bir emaneti telakki etmekteyiz. İdareci ve aydınların milletimizin bütün fertlerine bu anlayış içinde hizmet etmeleri, hangi mevkide olurlarsa olsunlar, mevki farkı, zenginlik farkı gözetmeksizin herkesin hakkına hukukuna riayetkâr olmaları, ancak gönüllerini insan sevgisine haysiyetine sonsuz saygı ile dolu olmasına bağlıdır.” ifadelerine yer verilmektedir.
“İNSANIMIZI SEVELİM” başlığı ile de şu ifadelere yer verilmektedir; “Her şeyden evvel insanımıza hürmet ve insan sevgisi. En ıssız köydeki çoban olsun, şehirdeki çöpçü olsun, fakir esnaf olsun, işçi olsun, veyahut zengin, yüksek mevkii vatandaş olsun; milletimizin memleketimizin insanlarının her birini teker teker Cenab-ı Allah’ın yarattığı mukaddes bir emanet olarak kucaklamak ve fakirliğine, elbisesinin kirine, yırtıklığına, pejmürdeliğine, düşkünlüğüne aldırış etmeksizin sevgi ile hürmet ile kucaklamak ve birbirimize sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. “
İNSANIMIZA SAYGI DUYALIM VE KENDİMİZDEN UTANMAYALIM BÖLÜMÜNDE Başbuğ Alparslan Türkeş bize şöyle seslenmektedir.
“Kendi insanımıza yalınayak olsa da, kir içinde olsa da bit içinde olsa da sahip çıkmamız lazımdır. O bizim insanımızdır. O maya, aynı asil mayadır. Ona sahip çıkacağız. Kurtuluşumuzun başlangıcı burasıdır. İnsanlarımıza insan sevgisi ve haysiyetine hürmet zihniyetiyle sahip çıkmak gerekir. Memuruz; karşımıza gelir, dairemize gelir, üstü başı dökülür, belki kirlidir. Ama bizim insanımızdır. İnsandır. İnsan sevgisi ve insan haysiyetine hürmet zihniyeti insanları horlamadan kucaklamak, insanlara kötülük etmemek, acı çektirmemek, zulümden uzak tutmak baş düşüncemizdir.”
Makamın, gücün, zenginliğin yanında olup, zayıfı horlamak şahsiyetsizliktir. Şahsiyetsizlerden oluşan bir topluluk milliyetçi olamaz. Taklitçi olur, özenti olur, riyakâr olur. Yalancı olur. Dedikoducu olur. Bu özellikler ile de Türk milliyetçisi olunamaz. Türk milliyetçisi ne olursa olsun kim olursa olsun daima haklının yanındadır. Türk milliyetçisi milleti ve dolayısıyla insanlık için ideal dünyayı kurabilmek için daima hakkı haklıya teslim etmek zorundadır.
Türklük şuur ve gururu ile İslam imanı İslam ahlak ve fazileti Dokuz Işık Doktrininin temelidir. İnsan sevgisi ve insan haysiyetine sonsuz hürmet zihniyeti Türk milliyetçiliği davasının temelini oluşturmaktadır. Bu kaynaklardan beslenmeyenler de aramızda ayrık otu gibi kendisini göstermektedir. Zayıf imanları ve samimiyetsizlikleri ile kayıtsız şartsız inananların heyecanını ve imanını da zayıflatmaktadırlar.
“Büyük şahsiyetler büyük bir milletin tarih, kültür ve ülküsünden gıda alarak doğabilirler.” “Büyük şahsiyetlerin kaderleri, milletlerin kaderlerinden ayrılamaz.” diyen Alparslan Türkeş’i örnek aldığını söyleyen pek çok kişinin de onu gerçekte örnek alamadığını görmek acıdır. Türk milliyetçileri birlikte oturup konuşurken herkes onun dizinin dibinde büyüdüğünden, ondan ne çok şey öğrendiğinden, onun değerlerinden beslendiğinden bahseder. Onu ne kadar çok sevdiğini anlatır. Bu çağda gördüğü, örnek aldığı en büyük Türk olarak adlandırır. O’nun emanetine sahip çıkacağına sözler verir. Oysa O’nu örnek almak için O’nu okumak, anlamak, hazmetmek gerekir. O’nun Dokuz Işık ile vurguladığı her ışığı okumak, anlamak ve hazmetmek gerekir. Okunması, anlaşılması ve hazmedilmesi gereken ışıklardan biri de Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik başlığı altında işlenen Şahsiyet konusudur. Birlikte çıktıkları yolda savrulanların ve çıktıkları yolu ve yolcuyu inkar edenlerin şahsiyetten bahsetmesi mümkün değildir. Kişi geçmişi, bugünü ve geleceği ile bir bütündür. Geçmişini yok saymak geleceğini de belirsizleştirecektir. Rüzgar ne taraftan eserse o tarafa doğru savrulan ağaç dalları ve yapraklar gibi çaresiz ve acizler Türk milliyetçisi olamaz.
Otobüste önümde oturan ve konuşurken onları dinlediğim liseli gençler, otobüs, duraklarından birinde durunca otobüsten indiler. Bu güzel gençlerin arkasından herkesten öğrenilecek ne de çok şey var diyerek sevgiyle baktım. Her şeye rağmen gençlik ümit demekti ve ben evimin durağına kadar yine düşüncelere dalabilirdim.