ELMA VE BIÇAK*
BİZİM MAHALLEDE BİZDEN BİRİ
Asena Kınacı Moral
Bir edebiyat kursuna gitmeye başladım. Yirmi yıldır doğru düzgün kitap okuduğum söylenemez. Kalem tutmayı da çoktan unutmuştum. Memuriyetin getirdiği tek düze günler, çocuklarımla ilgilenme telaşı, iyi bir eş olmak için koşuşturmak derken ne kitap okuyordum, ne bir şeyler yazıyordum.
Bu edebiyat kursunda birbirinden değerli yazar hocalarımızla tanışma fırsatı buldum. Hocalarımızdan biri de Ş. Adnan Şenel’di. Ben hocamızla tanışana kadar Adnan Şenel isminde bir yazarın varlığından da habersizdim. Hocamızın bilmediğim ve okumadığım pek çok romanı varmış. Kendi cahilliğimden utandım, hocama karşı da mahçup oldum. Hem bu eksikliğimi gidermek adına hem de hocamın kalemini tanımak adına edebiyat kursundan arkadaşımın elinde olan bir kitabını ödünç alarak hemen okumaya başladım. Elma ve Bıçak…
Kitap oldukça kalın görünüyordu, korkutmadı beni desem yeridir. Ama kitabı okumaya başlayınca sayfaların birbiri ardına nasıl açılıp gittiğini, kitabın nasıl bittiğini anlamadım bile. Bir çırpıda bitirdiğim kitabı o kadar çok sevdim ki bu kitabı herkes okusun diye yazarak da tanıtmalıyım, anlatmalıyım diye düşündüm.
Bu roman bir 12 Eylül romanı. Romanı okurken romanın içindeki olayları, kahramanlarla birlikte o mahallede ben de yaşadım. Bu nedenle hem o mahallenin sakinlerine hem de o günlerin gençliğine doyamayan güzel çocuklarına karşı yaşananlardan dolayı sanki borçluydum. Bizim mahalleyi anlatan bu romanı ve kahramanlarını onları bilmeyen tanımayan herkese anlatmaya, tanıtmaya borçluydum.
Bu romanın kahramanı Ömer’dir. Ömer’in annesi, babası ölmüştür. Ömer amcasının hanımı Nezahat, amcasının oğlu Osman ve amcasının kızı Zeynep ile birlikte yaşamaktadır. Bu dört kişilik aile Ankara’nın Abidinpaşa semtinde oturmaktadır. Ömer ve Osman Başkent Lisesi’nde öğrencidir. Ömer ailesinin maddi durumu iyi olmadığı için okuldan arta kalan zamanda bir matbaada çalışmaktadır. Ülkücü görüşe sahip olduğu için de ülkücü yazarları, gazetecileri takip etmektedir. Ülkücülerin gittiği derneğe gitmektedir. Yakın arkadaşlarını da bu görüşe mensup gençlerden seçmektedir.
Başkent Lisesi’nde Ömer’in edebiyat öğretmeni Sevda Hanım komünist fikirlere sahiptir. Ömer’in karakterini ve çalışkanlığını takdir etmektedir. Sevda öğretmen öğrencileri arasında sağ-sol görüş olarak ayrım yapmayan idealist, çalışkan bir öğretmendir. Tüm öğrencileri gibi Ömer’i de sevmekte ve onun derslerinde başarılı olması için uğraşmaktadır. Sevda öğretmen o günlerde babaların bile oğulları arasında sağcı-solcu ayrımı yaptığı bir zamanda öğrencilerini ayırmadan tarafsız davranarak örnek bir öğretmen-insan olarak romanda karşımıza çıkıyor.
Ömer’in Başkent Lisesine giden amcasının oğlu Osman lisenin komünist lideri Salih’in kız kardeşi Nurgül’ü sevmektedir. Salih’in, Nurgül ile Osman’ın bu ilişkisinden haberi olur. Osman ile telefonda tartışırlar, sonra da Salih’in evinin önünde buluşurlar. Osman kazara Salih’i vurur. O akşam işten dönen Ömer, bakkal komşusundan Osman’ın sinirli bir şekilde Salih ile buluşmaya gittiğini öğrenir. Telaş ve endişe içerisinde Osman’ın peşinden yanlış bir şey yapmasına engel olmak için gider. Ömer’in Osman’ın peşinden bu sinirli gidişi pek çok kişinin kaderini değiştirecek bir olaya neden olur.
Ömer, Osman’ın peşinden Salih’in evinin önüne geldiğinde hava kararmıştır. Silah sesleri birbirine karışmış ve polis sirenleri de duyulmuştur. Bu karmaşa içerisinde Osman’ı sağ-salim karşısında gören Ömer sadece oradan Osman ile birlikte kaçmaya uzaklaşmaya odaklanır. Salih, Osman’ın rastgele ateşlediği silahtan çıkan kurşunlarla ölmüştür. Osman’ın da Ömer’in de bundan haberi yoktur. Osman polislerden kaçarak eve varır ama Ömer bacağı yaralandığı için polisten kaçamaz, polisler tarafından yakalanır. Silah seslerinin aktörü ve Salih’in katil zanlısı olarak tutuklanır.
O gece hem Ömer’in hem de Salih’in ailesinin hayatını değiştiren olayların müsebbibi Osman’dır. Osman, yaptığından ve suçunun da Ömer’in üstüne kalmasından vicdan azabı çekse de avukat Galip Abilerinin de olayların gelişimi sırasındaki şartları yorumlayarak suçunu itirafını uygun görmemesi nedeni ile suçunu itiraf edemez. Ömer ise ifadesinde-sorgusunda- suçsuz olduğu için önce suçu inkâr eder. Ancak silahın üzerindeki parmak izi delilinden ve olay sırasında orada bulunduğu gerçeği ile yüzleştiğinden Ömer bu suçu kabul eder. Bir yıllık bir süreç -bin yıllık bir eziyet, çile, işkence- Mamak Cezaevi süreci hem onlar için hem de okuyucu için böylece başlamış olur.
Başkent Lisesi’nin edebiyat öğretmeni Sevda olayları ertesi gün okulda duyar. Bir öğrencisi ölmüş, bir öğrencisi katil olmuştur. Bir gün Ömer’in Nedret Neşe’nin “Milliyetçi Gence Notlar” kitabını okuduğunu görmüştür. Bu “faşist yazar”ın kitabını okuyarak öğrencisinin katil olduğu fikrine kapılan Sevda öğretmen gazeteci Nedret Neşe ile görüşmeye gider. Gençleri eylem adamı olmaya davet ederek cinayete azmettirdiğini söyleyerek gazetede Nedret Neşe’den hesap sorar. Bu tanışma Nedret Neşe’nin onun önyargılarındaki adam olmadığını gösterir. Sevdikleri, güvendikleri ve inandıkları bir genç olan Ömer müşterekinde birbirleri ile aralarında büyük bir dostluk, arkadaşlık ve adı konulmamış bir aşk başlar. Sevda öğretmen önyargılarıyla Nedret Neşe’yi suçlarken onu gerçek kişiliği ile tanıdıkça önyargılarından arınıyor ve Nedret Neşe’yi gerçek yüzüyle tanıyıp seviyor.
Romanda ağabeyinin Ömer tarafından vurularak öldürüldüğünü zanneden Nurgül’ün Osman’a olan aşkı ağabeyinin ölümünün gölgesinde kalır. Daha sonraki zamanlarda ise Nurgül, Osman’ın bu olayın gerçek zanlısı olduğunu öğrenir ve aşkını yüreğine gömer. Osman’a da bu hatanın bedelini peşini bırakmayan derin bir pişmanlık duygusu ile ödemek ve Nurgül’süz bir hayat yaşamak kalır.
Romanın kahramanlarından Polis Mustafa da tüm kahramanlar gibi Abidinpaşa Mahallesinin mensubu bir polis memurudur. Üç çocuğu ve karısı Cemile ile mutlu mesut yaşayıp gitmektedir. İşinde gücünde çalışkan bir polis ve aile babasıdır. 1979 ve 1980 yıllarında sokakların durumu onun tüm kahramanlarla zaman zaman yolunun kesişmesine neden olur. Bu mahallenin bir sakini ve polis memuru olarak günlük yaşantısında bu kesişmeler o kadar gerçek, bizden ki, yazarın akıcı diliyle de buluşunca mahallemizdeki komşumuz sanki karşımızda duruyor.
Romanda Abidinpaşalı taksici Hayati de aynı mahallede oturan genç bir delikanlıdır. Evlidir. Eşi ilk çocuklarına hamiledir. Babası Cemali Bey ve annesi Pakize Hanım ile birlikte yaşamaktadır. Romanda Taksici Hayati’nin sadece Abidinpaşa Taksi’de çalışması nedeniyle Tuzluçayır’da linç edilmesini-masum birinin göz göre göre öldürülmesini- anlatan satırları okurken harfleri, kelimeleri, cümleleri durdurmaya çalıştım ama olmadı. Hayati’nin farklı görüşteki bir grup genç tarafından öldürülüşünün anlatıldığı satırlarda o son nefesini verirken ben de nefessiz kaldım. İstesem de istemesem de gözlerimden akan bir damla yaşa engel olamadım. Eşinin o gün doğurmuş olduğu küçük oğluna Hayati adını vererek babasının hatırasını yaşatması da “tesadüflerin” değil “tevafukların” hayatımıza yön verdiği gerçeğini pekiştiriyor.
Romanın kahramanlarından Ersagun ve Rafet ise Abidinpaşa’da otururken bir yıl önce işlemedikleri bir suç ile ilgili aranırken Almanya’ya kaçmış ve gurbette kalmak zorunda kalmışlar. Aynı mahallenin aynı ülküye gönül veren çocuklarının dramatik hayat hikâyelerinin Abidinpaşa’da kesişmesi romanın heyecanını artırıyor. Yine romanın sonunda da taksici Hayati’nin öldürüldüğü gün doğan oğlu Hayati, Ersagun’un kızı ve yıllarca yüreğinde Ömer’in masumiyetinin vicdan azabını yaşatan Osman’ın Karşıyaka Mezarlığında yollarının kesişmesi olayları gerçek, anlamlı, heyecanlı kılıyor.
12 Eylül ihtilalinin kahramanları yaptıkları ve yarattıkları terör olayları nedeniyle yargılanırken yıllar sonra o günlerin ve olayların tanığı Nedret ile Sevda artık yaşlanmıştır. Birbirlerinden ise hiç haberleri yoktur. 12 Eylülcülerin yargılandığı günler, mahkeme süreci de vesile olur ve birbirlerini bulurlar. Mutlu sona ulaşırlar. Nedret Neşe ve Sevda Öğretmen’in kalplerine gömerek uzaktan yaşadıkları aşkları böyle de olsa mutlu sona ulaştığı için ben de onlar kadar mutlu oldum diyebilirim.
12 Eylül 1980 ile ilgili beni en çok üzen konulardan biri bazılarının “…ölümü kutsayacaklardı. Öleni ve ölümü kullanacaklardı” ifadesi ile propaganda da tavan yapmaları bazılarının da haksızlıklarını-haklılıklarını hiç anlatamamalarıdır. Bu yönüyle yazarın 12 Eylül ihtilali ile insanlık onuru çiğnenen adsız sansız masumların hakkını insanca hatırlatması yazarın takdiri hak ettiği yönlerinden biridir. Yine yazarın Nedret Neşe’yi Sevda öğretmenin gözünden önyargılardan uzak gerçek kişiliği ile tanıtması yazar tarafından önyargılarla karar verdiğimiz herkese karşı önyargısızlık düşüncesinin ve eyleminin bize yansıtıldığı romanın büyük başarısı diye değerlendiriyorum.
Romanda Ömer’in talihsiz bir kaza ile değişen hayatı ve Mamak cezaevinde geçen günleri, 1979’ da başlayan olaylar zinciri 12 Eylül 1980 ve sonrasında yaşanan olaylara kadar sürüyor. 12 Eylül idamları ile yüreğimiz delinirken kahramanlarla kurduğumuz bağ ve yakınlık ile yüreğimizi kızgın bir demir dağlıyor. İşin kötüsü şu ki bu olaylar yalnızca kurgu değil. Gerçek!
Gelelim Avukat Galip Abi’ye… Ömer’in-ve hatta diğerlerinin- masumiyetini bilerek ve olaylara, haksızlıklara şahitliğini, yardım etmek için çabalamasını, çaresiz kalışını, zor hayat mücadelesini bir kez daha hatırlıyoruz. Mamak Cezaevi, C-5 , hücre, kafes, işkence, idam gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Bugünlere şükrediyoruz.
Romanda o günlerde yazısı güzel olan Osman gece kalkıp duvarlara yazı yazıyordu. Yüzümde gülümseme ile kitabı okumayı bitirip onun duvarlara o gün yazdıklarını bugün yine sessizce bağırarak kitabın kapağını kapatıyorum.
“Ne Amerika ne Rusya Ne Çin
Her şey Türk’e göre Türklük için…”
* ELMA VE BIÇAK Ş. Adnan Şenel tarafından yazılmış roman