“Bey” bir Ebulfez Elçibey kitabıdır. Bey Kitabı “Rıhtım Kitaplar/Söyleşi” tarzında yazılmış Eylül 2009 tarihinde Binyıl Yayınevi yayınlamıştır. Kitabın birinci baskısını okuyalı on üç yıl geçmişti. Ebulfez Elçibey hayranlığım nedeniyle bu kitabı bir daha okumam gerektiğine karar verdim. “Kurtarılmamış Türkler” (Bu terim Reşat Gürel hocamdan alıntıdır.) ile ilgili kitaplar, romanlar, hikâyeler, filmler, türküler her zaman favorimdir. Yüreğim ezilerek, okurdum dinlerdim, izlerdim… Bey kitabı yazılana kadar… Bey kitabı; Kurtarılmamış Türklerin içinden bir dağ köylüsünün Yolbaşçılığında yaşanmış göğsümüzü kabartan bir kurtuluş destanıdır.
Elçibey’in azatlık mücadelesine eşlik eden dava arkadaşı, aile dostu ve o yılların şahidi Kahraman Türk Kadını Profesör Doktor Hanım Halilova ile “Bey” üzerine söyleşiyi Süleyman H. Arslan yapmıştır. Kitabın arka kapağında Hanım Halilova “Azadlığın kolay kazanılmadığını, bu sonucu elde etmek için hayatını ortaya koyup çalışanlardan daha iyi kim bilebilir?” ifadesiyle takdim edilmektedir.
366 Sayfalık kitap Nuri Gürgür’ün takdimi ile başlıyor. 11 bölümden sonra Elçibey’in kronolojik yaşam öyküsü, eserleri, hakkında yazılan kitaplar resmi ve özel yaşamına dair albüm ile “Bütöv Azerbaycan Haritası” üzerine yapılmış yağlı boya resmiyle son buluyor. Bu resim bana;
“Arazı ayırdılar
Mil ile doldurdular
Men senden ayrılmazdım
Zulüm ile ayırdılar”
İle;
“Fikrinden geceler yatabilmirem,
Bu fikri başımdan atabilmirem
Neyleyim ki sene çatabilmirem
Ayrılık, ayrılık, aman ayrılık
Her bir dertten âlâ yaman ayrılık …”
Türkülerinin “Vatan” adlı Sevgiliye yakılmışlığını; Azerbaycan’ın, Güney ve Kuzey Azerbaycan olarak parçalanmasının ağıtı oluşunu anımsattı… Güney Azerbaycanlı Araz Elses’in avazı çıktığı kadar “Haray, Haray Men Türk’em!” haykırışı adeta kulaklarımda çınladı. Bir gün İnşallah Bey’in rüyası “Bütöv Azerbaycan”ı da hep birlikte göreceğiz…
Kitabın 4. Bölümü İzlerin Ardından başlığını taşıyor. Bu izler öyle izler ki 71 yıl boyunca bağımsızlığa giden yolda yeniden dirilişe referans olmuştur. Bu bölümde “Bir Kere Yükselen Bayrak Bir Daha İnmez!” diyerek Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetini 28 Mayıs 1918 tarihinde bağımsızlığa taşıyan ömrünü Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesine harcayan ilk kurucu Cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade’nin önderliğindeki milli
mücadeleye yer verilmiştir. Bağımsızlık ilan edilse de ne yazık ki Rus işgalinden kurtarılamayan Azerbaycan’ın azadlığı kısa sürmüş, 27 Nisan 1920’den 1991 yılına kadar 71 yıl ülke Rus idaresinde kalmıştır. İşgalle birlikte Mehmet Emin R’nin sürgün yılları başlamıştır. Çoğunluğu Ankara, İstanbul, Polonya’da geçmiş, kendisi gibi sürgünde olan vatanseverleri korumak için Atatürk ve Hitler ile görüşmüştür. Sürgün yıllarında Ankara’da Azerbaycan Kültür Derneğini kurmuştur. Mücadelesini 06 Mart 1955’de Ankara’da vefat edene kadar sürdürmüştür. Mezarı Anavatanın bağrında Ankara Cebeci Asri Mezarlığındadır.
Kitabın 5. Bölümü “Bey” Olmak başlığını taşıyor. Hanım Halilova’nın aktardıklarıyla;
Azerbaycan’da herkes “Bey” denildiği zaman O’ndan bahsedildiğini anlardı ve “Bey” kelimesi neredeyse dürüstlükle aynı anlama gelir.
24 Haziran 1938 yılında Nahcivan’ın Ordubad Kentinin Keleki Köyünde doğmuştur. Elçibey’in doğumu sırasında bir kurdun gelip ulumaya başladığı rivayet edilir. Bu rivayetin gerçekliği elbet sorgulanabilir, ancak önemli olan gösterdiği işarettir. Bey çok büyük acılar çeken bir ailenin çocuğuydu, babası II. Dünya Savaşı’nda şehit düşmüştü, annesinin ise ayak parmakları yoktu. Zengizur’da Ermenilerin yaptığı büyük katliamdan kaçan annesinin kaçış sırasında ayakları donuyor ve ayak parmaklarını kendisi kesiyor.
Mücadelesinden dolayı 6 ay KGB tarafından adi suçluların bulunduğu hapishaneye konulan Elçibey, kalan 1 yılda da Bakü’ye yakın Karadağ Cezaevi’nde yattı. Orada mahkûmlar taş çıkarıyordu. oradaki mahkûmlar üzerinde o kadar etkili olmuştur ki onlar da milliyetçi olmuşlardır. Bey’de müthiş bir karizma ve hitabet vardı. O konuştuğu zaman binlerce insan hipnoz edilmiş gibi onu dinlerdi.
Eş, çocuk, ana-baba, kardeşlerinin durumu sorulursa Bey’in buna cevabı “Bunlar küçük meseleler…” şeklinde olurdu. Onun için asıl önemli olan davasıydı. O herkesle ister dost ister düşman olsun bire bir ilgilenirdi.
Elçibey hiçbir aile ferdini siyasete bulaştırmadı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra dahi ailesine geniş imkânlar sunmadı. Kendisi zaman zaman Cumhurbaşkanlığı köşkünde kalsa bile ailesi köşkte onun yanında kalmadı. Ağabeyinin Bakü’deki evinde kaldılar. Makam arabasına bile ailesinden bir kişi binemezdi.
İdareci konumunda bulunanlar, milli potansiyel, maddi ve manevi kaynakları iyi kullanarak, doğru yöneterek problemlerin çözümünü sağlar. Halk Cephesi, gerçek manada bir halk hareketinin çıktısı olduğu için bünyesinde inanılmaz derecede zıt fikirler barındırıyordu. Şöyle ki; İran yanlısından komüniste, sosyal demokratından Türkçüsüne kadar birçok fikirden insan vardı. Bu insanları bir arada tutan şey ise Karabağ meselesi ve Moskova’ya karşı olmalarıydı. Bu kadar karmaşık bir yapıyı ancak Elçibey birleştirebilirdi. Elçibey hiçbir zaman şunu yapın demezdi, işaret ederdi.
Elçibey Türkiye’yi çok seviyordu ve buraya ilk geldiğinde toprağı öpmüştü. Anıtkabir ziyaret defterine; “Ey büyük Türkün büyük komutanı! Sizi ziyaret etmekle kendim ve milletim adına şeref duydum. Senin askerin Ebulfez Elçibey.” yazacak kadar Atatürk’e karşı büyük bir saygı ve hayranlık duyuyordu.
Başbuğ Alparslan Türkeş 1992 yılında 3 Mayıs Türkçüler Gününde Bakü’ye gider ve havaalanında Elçibey karşılar. Bu Büyük kavuşmayı HALİLİOVA; Başbuğ Alparslan Türkeş ile Elçibey beş dakika hiç konuşmadılar, birbirlerine sarılıp ağladılar şeklinde aktarıyor. İkisinin de gözlerinden yaşlar akıyordu çünkü istedikleri şeyi başarmışlardı!.. Alparslan Türkeş’in de
katıldığı mitingde herkes bozkurt işareti yapıyor, azatlık diye bağırıyordu. Türkeş, Elçibey’e bu işaretin ne olduğunu soruyor. O da “Bu bize Göktürkler ’den kalma bozkurt işaretidir.” diyor, Türklüğün işaretidir bu.
Ebulfez Elçibey gerek eğitimci kimliği ile gerek devlet adamı kimliği ile hem yılmaz bir savaşçı, hem de bilge bir önder olarak yalnızca Azerbaycan Türklüğünün değil, bütün Türk dünyasının sevgi ve saygısını kazandı. Elçibey’in hayali bütün Türk soylu toplulukların birleşmesiydi. Ancak şu bir gerçek ki Türkiye’ye, Türkiye Türklerine sevgisi başkaydı. Turan’a giden yola Türkiye ve Azerbaycan’ın yakınlığı ile başlamak istiyordu. (Onun temelini attığı ve dilediği)
“Ben peygamberimizden daha çok yaşamak istemiyorum.” Prostat kanseri teşhisi konduğunda ameliyat yapılmasının gerekliliğinin vurgulanmasına karşın Bey bu sözlerle ameliyata karşı çıktı. Elçibey 22 Ağustos 2000’de 62 yaşında prostat kanseri nedeniyle tedavi gördüğü Ankara’da Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesinde vefat etti. Defin törenine sekiz yüz bin kişi katılmıştır. Nuri Gürgür, Esenboğa’da tabutu başında hıçkırarak ağlayan delikanlıya; “Şimdi Elçibey sizlersiniz. Onun fikirlerini, ideallerini, amaçlarını siz gerçekleştireceksiniz. Her biriniz birer Elçibey olmaya hazır mısınız?” demiştir.
Türklük ve Türkiye sevdalısı Azerbaycan’ın kurucu Cumhurbaşkanları ömürlerini azadlığa ve Türk birliğine adayan Mehmet Emin Resulzade gibi Ebulfez Elçibey’de Ankara’da vefat etmiştir. Ne hazindir ki mücadeleleri gibi ölüm yerleri de kesişmiş. Ölüm mutlak kaderdir. Kaderleri de kederleri gibi kesişen her iki Yolbaşçı’yı saygı ile selamlıyorum. Ruhları şad mekânları cennet olsun İnşallah…
Bu kitabı her Türk; genci de, yaşlısı da okumalı ve okutturmalı. Azerbaycan azadlığı kolay kazanmadı. Yüreğimizi dağlayan 20 Yanvar 1990’da 147 sivil tanklarla ezilip katledilmiş, karanfil bu şehitlerin simgesi olmuştur. Hocalı soykırımı dün gibi aklımızda. Vatan uğruna katliama maruz kalanların, aziz şehitlerimizin ve gazilerimizin hepimiz üzerinde hakları vardır. Bir ve diri kalmak için sürekli hatırda tutmak zorundayız. Elçibey’in dediği gibi, “Sen Türk olduğunu unutsan da, düşmanın asla unutmaz!..” Satın alan alsın tabi ki ama bu kitabın çok satmaya değil, çok okunmaya ihtiyacı var. Elden ele dolaşması ümidiyle…
Zehra DURAK