MHP lideri Devlet Bahçeli grup toplantısında Türk dünyasına yönelik mesajlar verdi:
Değerli Arkadaşlarım,
Biz, içine kapanmış, yüksek gayelerden mahrum, kabuktan dışarı çıkamamış, vizyonu kısıtlı, misyonu kırılgan bir hareket değiliz, çok şükür hiç olmadık, hiç de olmaya niyetimiz yoktur.
Nihai hedefi İ’la-yi Kelimatullah olan kutlu bir davanın soluğunun kesilmesi, mücadelesinin kesintiye uğraması, ufuk ötesindeki ufku görebilen bir kavrayış sırrından uzak olması tabiri caizse hayalin hayalidir.
Milliyetçi Hareket Partisi pergelin çivili ucunu başkent Ankara’ya koyup hareketli ucuyla da dünyayı 360 derecelik açıyla tarayan, tahayyülüyle buluşturan, tarihin alacakları yeri ve zamanı geldiğinde tahsil etmek için hazırda bekleyen Türklüğün zafer nişanesidir.
Muhterem ecdadımızın “Dünyanın Allah tarafından tasarrufumuza tevdi edildiğini” söylemesi, hakimiyet ve hükümran mazimizin omuzlarımıza yüklediği devasa bir sorumluluğun aynı zamanda tarihsel itirafıdır.
Küçük düşünenlerin gölgesiyle beraber gelecekleri de küçüktür.
Türklüğün jeopolitik alanında küçük düşünmek geride kalmaktır, yem olmaktır, yutulmaktır.
Biz ne geride kalacağız, ne yem olacağız, ne de yutulacağız.
Allah’ın izniyle yürüdük mü tozumuza bile yetişemezler; ayağa kalktık mı yükselişimizin hızını idrak bile edemezler.
Kim bizi yutmaya kalkarsa boğazına dururuz, hepsinin birden nefesini keseriz, bununla da kalmayız cüretkar hezeyanlarını çok ağır şekilde ödetiriz.
Bilmeyen varsa hatırlatayım, kabulde zorluk çeken varsa açıkça ifade edeyim, bizim adımız Türk milletidir.
Biz medeniyetlere beşiklik, milletlere bilirkişilik yapan bir yönetim kudretinin, bir tarih kuvvetinin, bir kültür kucaklaşmasının varisiyiz, büyük bir ecdadın bugünkü ahfadıyız.
Bugün 3 kıtada, 34 ayrı ülkede manevi anıtlarımız olan 80 şehitliğimiz izimizin ne kadar derinlerde, ismimizin ne kadar geniş coğrafi alanlarda yankılandığının ispatı ve ilanı değildir de nedir?
“Bir Türk dünyaya bedeldir” inancı öylesine söylenmiş, hamasetle sözleşmiş bir beyan değil, hakikatin beşeriyete ve cihana tebliğidir.
Doğal ve doğru olacağı üzere, nerede bir soydaşımız, hangi coğrafyada bir din kardeşimiz varsa gözümüz oradadır, gönlümüz oralarla ve onlarla birliktedir.
Karabağ’dan Kırım’a, Kaşgar’dan Kerkük’e, Kıbrıs’tan Kudüs’e, Keşmir’den bütün Türk ve İslam yurtlarına varıncaya kadar üç hilalin anıları vardır, ayak izleri vardır, halen sızlayan acıları vardır, silinemeyecek adı ve şanı vardır.
Mesela Hocalı bunlardan yalnızca birisidir.
Tam 30 yıl evvel, yani 1992 yılının 25 Şubat’ını 26 Şubat’a bağlayan zulmet dolu bir gecesinde Dağlık Karabağ’ın Hocalı Kasabası’nda soydaşlarımızın kanı dökülmüş, canımızdan can gitmiştir.
Hocalı hala için için kanayan, kabuk bağlamamış, tedavi edilmemiş bir yaradır.
25-26 Şubat 1992 tarihinde 7 bin nüfuslu Hocalı’da bir soykırım suçu işlenmiştir.
Aralarında çocukların, kadınların ve yaşlıların bulunduğu 613 soydaşımız şehit edilmiş, 487 soydaşımız yaralanmış, geride kalanlar yerinden yurdundan edilmiştir.
1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Soykırım Suçu’nun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme, ilaveten Çocuk Hakları Sözleşmesi Hocalı’da ihlal ve inkar edilmiştir.
Bir defa bu açık ve çarpıcı gerçeğin kabulü bölge barışı açısından şarttır ve kaçınılmazdır.
Hocalı, Dağlık Karabağ’ın incisi, stratejik değeri çok fazla olan yurt köşesidir.
Ne üzücüdür ki, hala tutsaktır, hala zincirlidir, hala feryat etmektedir.
Elbette İkinci Karabağ Savaşı’yla kardeş ve dost ülke Azerbaycan Ermenistan’ın kontrolündeki vatan topraklarının yüzde 80’nini geri almış, 44 gün içinde muazzam bir zafere imza atmıştır.
Ermenistan’ın takip ettiği yayılmacı nitelikli “yeni savaşlar, yeni topraklar” politikası zor kullanılarak çöpe atılmış, Türk coğrafyası dirilmiş ve uyanışa geçmiştir.
27 Eylül-9 Kasım 2020 tarihleri arasında, Azerbaycan ordusunun kahraman neferleri her cephede, her çatışma hattında silahlı Ermenileri ezip geçmiş, vurup yıkmıştır.
Sonuç olarak, Karabağ’da 290’dan fazla yerleşim yeri özgürlüğüne kavuşmuştur.
Türk’ün damarına basanlar, vatanına göz koyanlar, varlığına silah doğrultanlar, bağımsızlığıyla oynayanlar doğduklarına pişman edilmişler, layık oldukları hezimetle tanışmışlardır.
Kubadlı, Zengilan, Cebrail, Fuzuli gibi stratejik reyonların yanında, Laçin, Hocalı, Terter, Hocavend’e bağlı pek çok köy ve yerleşim yeri kurtarılmıştır.
Türkiye-Azerbaycan dayanışması İkinci Karabağ Savaşı’nda zaferi belirleyen iradeyi tesis etmiştir.
Türk’ün Türk’e omuz vermesi müstevlileri paçavraya çevirmiş, bir elin nesi varsa iki elin gücü olduğu tüm haşmetiyle, tüm heybetiyle, tüm görkemiyle cümle aleme gösterilmiştir.
Türk milletinin tek yürek olması zalimlere unutamayacakları bir ders vermiştir.
İHA’larımız, SİHA’larımız destan yazmış, elektronik harp sistemleri hayranlık uyandırmış, bu sayede Azerbaycan lehine sahada üstünlük kurulmasının önü açılmış, Türklüğün jeopolitik gücüne güç katılmıştır.
Azerbaycan ile Ermenistan arasında imzalanan 10 Kasım 2020 tarihli anlaşma muhtırası zaferi teyit, değerli kazanımları ihtiva eden tarihi bir belge hükmündedir.
İnanıyorum ki, Dağlık Karabağ’ın bütünüyle hak sahibi Azerbaycan’a geçeceği dönem de gelecek, başta Hocalı olmak üzere ecdat yadigârı vatan toprakları Türk milletinin emanetine mutlaka tevdi edilecektir.
Çünkü Hocalı Türk’tür, Dağlık Karabağ Türk’tür, bu topraklar Türk’ün ebedi yurdudur.
Bu tarih gerçeğini hiçbir zalim emel, hiçbir muhasım çevre değiştiremeyecek, yürüyen kervana taş koyamayacaktır.
Bir kere kalkan bayrak asla inmeyecektir.
Ezanlarımız susmayacaktır.
Vatanımız bölünmeyecektir.
Mukadderatımız yıkılmayacaktır.
Ankara-Bakü birlikteliğini stratejik bir müttefiklik hukukuyla resmileştiren 15 Haziran 2021 tarihli Şuşa Beyannamesi Türk milletinin ortak irade tezahürüdür.
Bu Beyanname’nin 3 Şubat 2022 tarihinde TBMM’de kabulüyle birlikte resmileşmesi de temin edilmiştir.
Kafkaslar’da fiili işgal ve istila girişimi hevesine kapılanların, Türk yurtlarında yeni oyunlar peşinde koşmaları muhtemel bir tehdit olarak önümüzde durmaktadır.
Kazakistan’da testi yapılan, hitamında Ukrayna hududuna sıçrayan kaotik iklimin bilhassa Azerbaycan ve diğer Türk Cumhuriyetlerine sirayet etmemesi hususunda azami bir dikkat ve uyanıklık içinde hareket etmek hayati önemdedir.
Ortadoğu’dan sonra Orta Asya’nın da istikrarsızlık ve çatışma ortamına çekilmesi felaketler dönemini, iç kargaşa ve ayrılıkçılık emellerini peş peşe tahrik edecektir.
Yazılan senaryo vahimdir, bununla mündemiç şirret oyun sinsidir, tehlike büyüktür, paylaşım ve hegemonya çekişmeleri vites yükseltmiştir.
Türkiye-Ermenistan arasında normalleşme arzuları karşılıklılık esasına göre dile getirilip görüşme ve temas kanalları oluşturulurken, aynı anda Ermenistan’ın Karabağ’da zaman zaman tacizlerde bulunması maksatlı ve marazi bir tutumun göstergesidir.
Biz hiç kimseyle savaşalım, küselim, düşman olalım demiyoruz.
Biz hiçbir devletle ilanihaye husumet kamplarına ayrılmayı da aklımızdan geçirmiyoruz.
Ancak muhatap ülkelerden önce dürüstlük bekliyoruz, dengeli tavır umuyoruz, Türkiye’nin ve Türklüğün egemenlik çıkarlarına, tarihi ve bağımsızlık haklarına önşartsız saygı istiyoruz.
Bu beklentimizi karşılayan ülkelerle iyi komşuluk ilişkilerimizi istikrar içinde sürdürmek elbette vazgeçilmez bir amacımız olmalıdır.
Buna aykırı hareket edenlerle de dişe diş, kıran kırana bir mücadele bizim için milli varlığımızın şeref bahsidir, gereğini yapmak boynumuzun borcudur.
Hocalı’da, İkinci Karabağ Savaşı’nda şehit olan soydaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmetler diliyor, Türk milletinin adı da, şanı da, varlığı da sonsuza kadar yaşasın diyorum.
Vatan şairimiz Merhum Namık Kemal’in dediği gibi, zalim ne kadar pervasız olursa olsun yine zulmün binasını biz yıkarız, dünyanın merkezine atsalar da bizi küre-i arzı patlatır çıkarız.
TARKAN VE ŞARKISI
Tarkan şarkı sözleriyle KOVİD-19 dönemini kast ettiğini söylüyor, hayır diyorlar, iktidarı kast ettin, onların gideceğini söyledin dayatmasında bulunuyorlar.
Niyet okuyucuları mevzi üstüne mevzie girerek fitne yayıyorlar.
Ayıptır ayıp, bu saptırmanın, bu kandırmacanın, bu gafilce inadın kime ne faydası vardır?
İktidar şarkıyla kurulmadı, hükümet şarkıyla oluşmadı, velev ki iddialar doğru olsa bile bir şarkıyla yıkılmaz, yıkılamaz, bu tekerlek bu tümsekte kalamaz.
“Çiçek açar güneş soldursun diye,
Bende Türklük için kurban doğmuşum,
Anamdan Tanrı’ya son bir hediye,
Bende Türklük için kurban doğmuşum.
Dedem değirmenci, babam kaptanmış,
Ninem tarlalarda kavrulmuş, yanmış,
Bir çift ağam yurda sunulan kanmış,
Ben de Türklük için kurban doğmuşum.”
Bir kısmını paylaştığım bu şiiri kaleme alan, davamızın iftihar burçlarından olan saygın büyüğümüz merhum Fethi Tevetoğlu’dur ve onun kardeş torunu Tarkan’dan başkası değildir.
Buradan zillet ittifakına ekmek çıkmaz.
Tarkan’dan zilletin Tarzan’ı çıkartılamaz.
Vehme gerek yoktur, kuşkuları provoke etmenin faydası yoktur, bir şarkı sözünden yeni bir kutuplaşma sayfası açmanın hiç kimseye, hiçbir kesime sağlayacağı bir şey yoktur.
Her şey geçer, kaldı ki hayat geçiyor, ömür geçiyor, hepsinden önemlisi Allah bizlere Sırat Köprüsü’nden geçmeyi nasip ve müyesser eylesin.
Geçmeyecek olan şeyler de vardır:
İhanetin sızısı geçmez, kötü sözün yarası geçmez, şehitlerimizin acısı geçmez, mücadelenin sıcaklığı geçmez, davaya bağlılığımız geçmez, Türk ve Türkiye sevdamız asla geçmez, geçemez, geçmeyecektir.
Özellikle bu haftaki konuşmamın geçtiğimiz günlerde provasını yapanlar, Tarkan’ın şarkı sözlerini beka meselesine bağlayacağımı söyleyenler, şimdi dağılabilirler, aynanın karşısına geçip kendi hallerine katıla katıla gülebilirler.
Konuşmalarıma bu kadar merak saranlar fazla çırpınmasınlar, kendilerini çok zorlamasınlar, kişiliği olmayanların başkasını taklitle zaman geçireceklerini de akıldan çıkarmasınlar.
Bilsinler ki, karga bülbülü taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırırmış.
Tarkan’dan muhalif bir figür üretme peşine düşenler, tavsiyem, önce onun “kıl oldum abi” şarkısını dinlesinler, ya da “başkası olma kendin ol” şarkısına tereddütsüz kulak versinler.
Türkiye’nin geleceğini davranışları taklit, düşünceleri satılık, değerleri savruk, siyasetleri kavruk olan asalaklar tayin edemeyecek, Cumhur İttifakı’nın muazzam iradesine pranga vurmaya hiç kimsenin nefesi yetişmeyecektir.
Merhum Hocamız Prof.Dr. Erol Güngör demişti ki: “Medeniyetleri politikacılar yaratmaz, medeniyet âlimlerin, sanatkârların ve sanatçıların işidir.”
Sanatçı sanatını icra etmeli, alim ilmiyle konuşmayı bilmeli, siyasetçi de siyasetini ahlaki ve milli sınırlar içinde yapmaya çalışmalıdır, yani herkes kendi işine bakmalı, kendi alanıyla sınırlı kalmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle muhterem heyetinizi bir kez daha saygı ve sevgiyle selamlıyor, bu hafta sonu idrak edeceğimiz Miraç Gece’mizin aziz milletimize, Türk-İslam alemine ve siz değerli milletvekili arkadaşlarıma esenlik, selamet ve daimi huzur getirmesini niyaz ediyor, şimdiden mübarek Miraç Kandilimizi dualarımla birlikte tebrik ediyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.