Ahmet AKALIN
-Zafere yar, kuralı adalet olan Sahipkıran’ı yetiştiren şehir-
Şehri Sebz (Shakhrisabz) Özbekistan Cumhuriyeti’nin Kaşkaderya vilayetinde bir ilçedir (tuman). Geçmişte Keş veya Kiş olarak ta isimlendirilen Şehr-i Sebz, binlerce yıllık geçmişi ile Uluğ Türkistan’ın en eski şehirlerinden biridir. Zerefşan ve Hisar Dağları’nın eteklerindeki verimli ovada yer alan tarihi şehir Kaşkaderya ve Tanhazderya akarsularının kesiştiği bölgededir. Şehri Sebz, Semerkant’a 85 km, Karşı’ya (Nesef) 105 km, Buhara’ı Şerif’e 260 km, Amu Derya’nın güneyinde yani Afganistan sınırlarında kalan Belh’e 350 km uzaklıktadır. Bu yönüyle Şehri Sebz’e coğrafi konumu itibariyle stratejik bir yerdedir diyebiliriz.
Birçok tarihi yapıya sahip olan Şehr-i Sebz’in kültürel alanları, 2000 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir. Çünkü şehrin tarihi merkezi 15. ve 16. yüzyıllarda Emir Timur ve onun soyundan gelenlerin egemenliği altında olağanüstü yapılardan oluşan bir koleksiyonu içermektedir.
Maveraünnehir’in bereketli toprakları içerisinde yer alan Şehri Sebz başkent Taşkent’ten tren ile yaklaşık yedi saattir. Eğer uçağınız Semerkant uluslararası havaalanına inerse taksi ile Emir Timur’un dünyaya geldiği şehre bir saatte ulaşabilirsiniz. Şehrin çevresinin yemyeşil verimli topraklarla çevrili olmasından dolayı Farsça ’de “yeşil şehir” anlamına gelen Şehri Sebz adını aldığı söylenir. Halk arasında ise Şaar Sabiz (Şeer Sebiz) şeklinde de isimlendirilmektedir.
Şehri Sebz’in tarihteki ismi olan Keş, M.Ö. 328 yılında Büyük İskender tarafından işgal edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde şehir Ak Hunlar ve Göktürklerin yönetimine girmiştir. Bu dönemde kent, en parlak devrini yaşamış, Uluğ Türkistan’ın en gelişmiş şehri haline gelmiştir. Keş’in yöneticileri kendi adıyla sikkeler (altın veya gümüş para) bastırmış, Çin’le doğrudan ticari ilişkileri geliştirmiş, Keşli tacirler İpek Yolu’nun üzerinden Uzak Doğu’ya kadar gitmişlerdir. Çin seyyahı Syuan Szyan 629’de Keş’te de bulunmuştur. Emevi fatihleri ise 710-712’de şehri fethettiler. Maveraünnehir’i fethetmeye gelen Horasan Valisi Mühelleb bin Ebu Sufre’nin karargâhını yine Keş’te kurduğu söylenir.
Abdumalik Tuychibaev’in doktora tezinde aktardığına göre Keş’in 9. ve 10. yüzyıllarda büyük ilmi ve kültürel faaliyetlerin merkezlerinden biri olduğu, buradaki medreselerde meşhur âlimlerin ders okuttuğu, hatta itibarı dolayısıyla şehrin “İlim ve Edep Kubbesi” namını aldığı belirtilmektedir.
Ayrıca Sahipkıran Emir Timur’un ehli beyte göstermiş olduğu büyük ilgi ve saygıdan dolayı Onun doğduğu şehir civarı ehlibeyt için çekim merkezi olmuştur. Dolayısıyla Şehri Sebz civarında çok sayıda seyyid ve şerifin yaşadığı söylenmektedir.
Emir Timur’un 1336’da doğduğu köy olan Hoca Ilgar köyü (günümüzde Yakkabağ/ Yakkabog’) de bu bölgededir. Şehri Sebz’e yolunuz düştüğünde şehrinde merkezindeki geniş yeşil alan içinde ziyaretçilerini yine Timur’un ihtişamlı heykeli karşılıyor. Emir Timur heykelinin arkasında yer alan Ak Saray’ın kalıntıları ve çevresindeki tarihi yapılar görülmeye değer yerlerdir.
Emir Timur’un doğum yeri olan Şehri Sebz’e inşa ettirdiği yazlık sarayının beyaz mermerler ile kaplı olmasından dolayı buraya Ak Saray adı verilmiştir. Geniş bir bahçeye sahip olan iki katlı bu sarayda kabul töreni gibi merasimler için ayrılmış odalar da varmış. Ak Saray’ın göz alıcı turkuaz, beyaz ve altın yaldızlı çini mozaiklerle bezeli taç kapısının da bulunduğu birçok tarihi yapı varlığını sürdürmüştür. Ak Saray’ın girişinin üstünde bulunan kitabede “Eğer bizim gücümüzden şüphe duyarsanız yapılarımıza bakınız” ifadesi yer almaktadır.
Ak Saray’ın taç kapısından sonra yine sarayın bitişiğinde yer alan Hazreti İmam Mescidi ve yanındaki medrese ziyaret edilebilir. Darü’l Tilavet ve Darü’s Siyadet bölümlerinin de bulunduğu Ak Saray’ın etrafında Timur’un babası Mehmet Taragay’ın (Turgay), hocası Şemseddin Külal’in ve 1376’da vefat eden büyük oğlu Cihangir Mirza ile 1393’te vefat eden diğer oğlu Ömer Şeyh’in mezarları bulunuyor. Burada Emir Timur henüz hayatta iken kendisi için de mezar hazırlatmış, ancak Çin seferi sırasında rahatsızlanarak Otrar’da vefat etmesi üzerine komutanları onu başkenti Semerkand’a defnetmişlerdir.
Özbekistan’ın diğer bölgelerinde olduğu gibi Şehri Sebz’in de güçlü bir mutfağı vardır. Bu mutfak pilav, şaşlık, samsa, mantı çeşitleriyle misafirlerinin damak zevklerine hitap etmektedir. Yemek için bir mekana girdiğinizde bölgenin meyve ve sebzeleriyle üretilmiş meyve sularını ile yeşil (kök) siyah çay ikramlarıyla sofranız kurulmaya başlar. Bıldırcın (bedana) sesleriyle et lokantaları hem damağa hem kulağa hitap eden estetikleriyle sizleri beklemektedir. Bu mekanlarda yemek yerken yan masalardaki müşteri gruplarının çaldığı rubab ve tar dinletilerinin içinde bulabilirsiniz kendinizi.
Restore edilmeyen ancak koruma altında tutulan Ak Saray, günümüzde hala gidip görebileceğiniz en önemli kültürel ve mimari değerler arasındadır. Ak Saray, köklü geçmişi ile görenleri kendisine hayran bırakıyor.
Ak Saray’ın etrafındaki yeşil alandan tarihi surlara doğru yürürken aklıma ünlü Alman filozof Johann Wolfgang Von Goethe’nin Faust’un dan bir pasaj geldi: “Anlayamadığım bir özlem, beni orman ve çimenlerin arasına gitmeye yönlendirdi ve bir gözyaşı seli içinde, benim için artık yeni ve huzurlu bir dünyanın doğduğunu gördüm”…
Özbekistan yönetiminin Şehri Sebz’e önemli yatırımlar yaptığı aşikar. Aksaray ve etrafındaki geniş yeşil alanın yanı sıra geleneksel Türkistan mimarisiyle inşa edilmiş yeni yapılar tarihi şehrin etrafında yerlerini almaya başlamış. Şehri Sebz kongre turizmi için tercih edilebilecek bir yer haline gelmiş durumda. Bilimin ve sanatın her alanında yapılacak kongre, konferans, sempozyum, çalıştay, atölye çalışmaları ve sergiler için cazibe şehri olacağa benziyor.
Özbekistan birçok alanda olduğu gibi kültürel ve tarihsel mirası koruma konusunda uluslararası alanda örnek alınması gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar birçok tarihi eserin ve kültürel varlığın yaklaşık 130 yıllık Çarlık Rusyası ve Sovyet İttifakı döneminde yok edilmiş olsa da geriye kalan eserler aslına uygun şekilde restore edildiğini görebiliyorsunuz. Örneğin Şehri Sebz’de kültürel mirasın etrafına (hatta yakınına) beton binaların inşa edilmesine asla izin verilmemiş. Özbeklerin bu konudaki duyarlılıkları aradan yüzyıllar geçse de 15.-17. Yüzyıllardaki astronomi, hattatlık, musiki, mimari gibi pek çok bilimsel ve sanatsal alandaki ilerlemelerinin nesiller sonrasına aktarılmış olduğunu akla getiriyor. İnsanın kalıtsal belleğinde ya da derilerine yazılmış alışkanlıklarının tarihsel birikim etkisinin sürdürdüğü görülmektedir. Bu da Pierre Bourdieu’ya ait habitus kavramının estetik, mimari, sanat gibi değerlerin ortaya çıkmasında ya da korunmasında olmazsa olmaz öğe olduğunun Özbekistan özelinde kanıtlar niteliktedir.