Prof. Dr. Fethi Gedikli
Perşembe günü (4 Kasım 2021) Büyükadada yazdan kalma bir gündü. Keşifteydik. Bir tepeye doğru Acemin Köşkü yazıyordu. Bu Acem mutlaka İrandan buraya gelip yerleşen bir Türk idi, sırf İrandan geldiği için Acem olarak adlandırılmıştı.
Bu bana bir-iki yıl önce Hukuk Fakültesinden Kayserili çıtı pıtı bir kızın bana gelip “Hocam, bize Acemoğlu diyorlar. Öyleyse Farsım, şimdi Farsça öğrenmeye başladım.” demesini hatırlattı. Acaba öyle miydi?
Geçen yüzyılda, ondan önce de birçok İranlı İstanbulu, Trabzonu, Erzurumu mesken tutmuştu. İranın dışa açılan kapısı Türkiye idi. Uçak icat edilince durum değişti. O zamanlarda da İrandan buraya gelen herkes Acem olurdu, oysa İran’da onlara Türk diyorlardı! Böylece yurdumuzda birçok Acemoğlu peyda oldu. Acem kırathanesi, Acem hamamı, Acem matbaacılar, Acem kitapçılar gibi terkipler doğdu… Yani İran’dan Türk geldiler, burada Acem oldular… Meselenin başka bir yönü de Azerbaycan o devirde ayrı bir siyasi varlık olmadığı için oradan veya Dağıstan’dan Osmanlı ülkesine gelenlere umumiyetle Şirvanî, Şirvanlı yahut Dağıstanlı, Dağıstanî denilmesidir. Hatırlayın Şirvanî Paşayı!
Oysa hepsi orada da burada da öz be öz Türktü…
Bir de Arapoğulları var. Arap kelimesinin dilimizde bir anlamı da kara, hatta kapkaradır. Bir renk adıdır yani… Nitekim Kubbealtı Lugati de “Arap” kelimesinin anlamları arasında hem zenci, hem de derisi zenci gibi siyah olan kimse; koyu esmer anlamlarını vermiştir. Elbette Sami soyundan gelenlere de Arap diyoruz. Ama fotoğrafın arabıda var. Hiç düşündünüz mü nereden gelir bu araplık? Arabın bir anlamının zenci olduğunu belirttik. Konakların Arap bacılarını hatırlayalım… Anadoluda esmer olan çocuklara Arap adı konulmuştur. Birçok adı Arap olan vatandaşımız var. Arapoğulları da böyle türemiştir. Azerbaycan’da da aynı durum gözlemlenebilir.Orada da adı Arap olan adamlar var.
Bu adlandırmalarda olağanüstü bir durum yoktur. Her halk genellikle kendisinden az çok farklı özellikleri olanları, hemen ayırmaya meyilli olur. Aynı dili konuşsa bile telaffuzundan, kılığından, vs.den ötürü hemen onu “başka”laştırır. Çingenelerin bir adının da bazı yörelerimizde “Başka” olması bu yüzdendir. Yavuz devrinde Anadolu’dan İran’a giden kimselere ve aşiretlere de Rumlu deniliyordu. Arap ülkelerinde bu Rumî olmuştur.
Büyükadadaki Acem Köşkü bana o hukuklu kızı anımsattı, ne zamandır onu yazmak istiyordum. Bugüne kısmetmiş. Bunu anlamlı kılan bir şey daha oldu bugün. Ataol Behramoğlu’nun “Sevgilimsin” kitabını almıştım. Biraz önce okuyup bitirdim. Orada çok dokunaklı bir Çerkez Ali şiiri var. Türkiye hasreti çekiyor. 1986-1993 yılları arasında yazılmış. Babası Kırımlı bir Türkmüş Çerkez Ali’nin… Kafkasya yoluyla Türkiye’ye gelip yerleşmiş. İstanbullu bir Türk kızıyla evlenmiş. Beşiktaş’ta bakkallıkla iştigal etmeye başlamış. Ama o zaman Kafkasya’danher gelene İstanbul’da Çerkez denildiği için Kırımlı Ahmed’in adı da Çerkez Ahmed’e çıkmış. İkinci Abdülhamid’in canı kayısı çektiği için Çerkez Ahmed, Kırıma gidip kayısı getirmiş sultana… Bunun üzerine yaver ibacısını Çerkez Ahmet’le evlendirmiş, o da alıp Kırım’a götürmüş. Türkiye’de meşrutiyetçiler, Kırım’da Bolşevikler hakim olunca Çerkez Ahmet dönememiş İstanbul’a. Ali’sini yetim bırakmış Kırım’da. O da olmuş Çerkez Ali.
“O sırada İstanbul’a
Kim gelirse Kafkasya’dan
Çerkez diye anılıyor
Çerkez Ali’ye Çerkezlik
Babası Çerkez Ahmet’ten
Böylece miras kalıyor.”
A Behramoğlu, Sevgilimsin, İstanbul 1993, 42
Ataol Behramoğlu’nu okuyunca, iyi ki, bu yazıyı yazmayı geciktirdim diye düşündüm. Eğer daha önce yazsaydım Çerkez Ali’nin öyküsünü kaçırabilirdiniz!
Yazar Gazetesi