Fazlı Köksal
Aslında bu yazıyı yazmaya; Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’ndan demiryolları için ilk özel yolcu taşıma lisansı alan, TCDD ile iş ilişkisi içinde bulunan Sun Group şirketinin yönetim kurulu başkanı, Adnan Hoca Müridi Abdülkerim Murat Atik’in TCDD Genel Müdürü olarak atanmasının yerleşik devlet geleneklerine aykırı olduğunu yazmak için başlamıştım… Kamuoyunun duyarlılığı nedeniyle Murat Atik görevinden istifa edince, bu yazıyı yarım bırakarak, geçen hafta yayımlanan “Bir İstismar Alanı: Öğrenci Yurtları” başlıklı yazımı kaleme aldım.
Murat Atik’in TCDD Genel Müdürlüğüne atanması bana Bekri Mustafa’yı hatırlattı… Bekri Mustafa’yı ve onun Sultanahmet’te cenaze namazı kıldırma hikâyesini muhtemelen duymuşsunuzdur… Yine de hatırlatayım.
1593 İstanbul Sultanahmet’te doğan ve vefat ettiği 41 yaşına kadar İstanbul’da yaşayan Bekri Mustafa Medrese öğrenimi de almış nüktedan birisidir. Genç yaşta içki müptelası olduğu için “Bekri” lakabıyla anılmıştır…
Bir gün Bekri Mustafa, Sultanahmet Camisinin önünden geçmektedir… O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaatin, beklemekten canı sıkılmıştır. Başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı ‘hoca’ zannederek namazı kıldırmasını isterler. “Ben Hoca değilim” diye itiraz etse de cemaatin ısrarı ile vakit namazını da ve cenaze namazını da kıldırır.
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder. Bekri Mustafa: ‘Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Sultanahmet’e imam oldu dersin. Onlar durumu anlar…’ dedim.”
Ve o günden bu yana, uygunsuz bir atama yapıldığında bu olay anlatılır… Aynen her rüşvet olayında Fuzuli’nin “Selam verdim rüşvet değildir deyü almadılar” mısrasını hatırladığımız gibi…
Son yıllardaki makam sahibi olan bazı kişileri gördükçe, Bekri Mustafa’nın bir namaz süresince değil, sürekli olarak Sultanahmet İmamı olması bile çok masum bir görevlendirme olarak kalıyor…
Kendi kendinize sorun, son yıllarda kaç yetkili hakkında “Bu makama hiç yakışmıyor” diye düşündünüz? Benim bunu düşünmediğim gün yok diyebilirim…
Vaktiniz varsa bazı bakanlıklardaki bakan yardımcılarının, üst yöneticilerin, kamu şirketlerinin yönetim kurulu üyelerinin özgeçmişini inceleyin atandıkları görevlere ne kadar yabancı olduklarını görüp şaşıracaksınız. Mesela Tarım ve Orman Bakanlığı Bakan Yardımcılarından birisinin iş deneyimini aktarayım; “İş hayatına 1991-1995 yılları arasında GİMA A.Ş’de Satın Alma Asistanı olarak başladı. 1996-2016 yılları arasında Metro Cash & Carry’de Satın Alma Asistanı olarak başladığı görevini taze ürünlerden sorumlu Satın Alma Grup Müdürü olarak 2016 yılında tamamladı. 2016-2018 yılları arasında ise CarrefourSA’da İcra Kurulu Üyesi ve Satın Almadan Sorumlu (gıda) Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. 18 Ağustos 2018 tarihinde TİGEM Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak atandı, iki yılı aşkın bir süredir bu görevini yürüttü. 8 Ocak 2021 tarihinde Tarım ve Orman Bakanlığı Bakan Yardımcılığı görevine atandı.” Tarım ve Orman Bakanlığının görev sahasındaki tüm deneyimi de kamudaki hizmet süresi de TİGEM Genel Müdürlüğünü yürüttüğü iki yıl ile sınırlı. Böyle olunca da gerekli kurulların görüşlerini almadan, doğacak sonuçları dikkate almadan ‘İnekler fazla karbon salıyor beslemeyeceğiz’ şeklinde demeçler verebiliyor. Bu tür atamaları ilgili bakanlığın omurgasını oluşturan Ziraat Mühendisleri, Veteriner ve Orman Mühendisi gibi meslek mensuplarının kabullenmeleri mümkün mü? Bakanın da konunun yabancısı olduğu herkesin malumu. Ört ki ölem…
Oturdukları makamı hak etmeyen unvan sahibi o kadar çok ki. İşgal ettikleri koltukları hak etmediklerine kimsenin itiraz etmeyeceği/edemeyeceği bazı makam sahiplerini hatırlayalım:
Bir zamanlar FETÖ Savcıları vardı… En meşhuru da Zekeriya Öz’dü… Zekeriya Öz’ün gizli tanığı İranlı Naci Şerifi Zindaşti 24 Eylül 2007’de Büyükçekmece’de düzenlenen operasyonda 75 kilo eroinle yakalanıp tutuklandı… Aynı Zekeriya Öz; Bilinci kapalı, akciğer kanseri, beyin ve kemik metastazı olan, Kuddusi Okkır’ın tutuksuz yargılanma talebini sağlık kurulu raporuna rağmen; “kaçma şüphesi” nedeni ile 2 saatte reddetmişti… Hukuktan biraz anlayan herkes bu adama(!) lanet okurken, FETÖ’cüler ve kendisinin Ergenekon savcısı olarak görenler ” heykeli dikilmeli” diyorlardı… Ve o anlı-şanlı (!) savcıya daha önce Başbakanın kullandığı zırhlı araç tahsis ediliyordu… Zekeriya Öz 15 Temmuz darbesi sonrası yurtdışına ilk kaçanlardan birisi oldu…
FETÖ’cülerin devletin köşe noktalarını tuttuğu, milletvekillerinin Pensilvanya’ya saygı sunmaya gittiği, yetkililerin Gülen’e “Hocaefendi Seni Özledik” diye methiyeler düzdüğü, FETÖ karşıtlarının telefonlarının dinlendiği dönemde, ÖSYM Başkanlığına Ali Demir’in atanması ve ardından sınavlarla ilgili şaibelerin ortaya çıkması üzerine, 2011 yılı sonlarında facebookta “Ali Demir’i ÖSYM Başkanı Olarak Görmek İstemeyenler” diye bir grup kurmuştum… Oysa ne üniversite sınavına ne de KPSS’ye girecek yakınım vardı. Sadece bir yurttaş duyarlılığı… Zaman, Ali Demir’in ÖSYM Başkanlığı makamına değil, hapishane parmaklıklarının arkasına layık olduğunu gösterdi…
Sadece kamu görevlileri değil; siyasiler, medya mensupları, hukukçular, sivil toplum kuruluşları başkanları için de aynı yetersizlik söz konusu…
Mesela sivil toplum kuruluşu başkanlarına bakalım…
Eskiden; önemli sivil toplum kuruluşlarının başkanlarını radyo tv. haberlerini izleyen, gazete okuyan herkes tanırdı. Mesela Türk İş Başkanları Seyfi Demirsoy, Halil Tunç, Şevket Yılmaz, Bayram Meral hemen aklıma geliyor. Ama Türk İş’in de, DİSK’in de, Hak-İş’in de mevcut başkanlarının ismini bilmiyorum… Hatta 2000’den sonraki başkanlarını tanımıyorum… Keza Memur sendikalarının başkanlarının isimlerini de bilmiyorum..
Aynı şeyi; TOBB ve Barolar Birliği hariç diğer STK’lar (TMMOB, TUSİAD, TİSK, TESK, TÜRMOB, Aydınlar Ocağı, Atatürkçüler Derneği, Halkevi, Türkocağı …….) için de söyleyebiliriz… TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nu, başarısı nedeniyle değil, çok uzun yıllardır aynı görevi yaptığı için tanıyoruz… Feyzioğlu’nu tanınır yapan da görüşlerindeki zikzaklar…
Her görevde yetersiz, kifayetsiz yöneticiler bulunmasına “kaht-ı rical” deniyor… Özetle yönetici kıtlığı…
Aslında yetişmiş insan kaynağımıza baktığımızda, ülkemizde yönetici kıtlığı olmaması gerekir. Ama toplumda gittikçe hâkim olan takımcılık ve kayırmacılık (nepotizm, kronizm, patronaj, klientelizm) bir ekonomik önerme olan “Gresham Kanunu”nu insan kaynakları alanında devreye sokuyor, kötüler iyileri devre dışı bıraktığı için “kaht-ı rical” gündeme geliyor…
Emaneti ehline verebilirsek “kaht-ı rical” gündemden düşer…
Emanetin ehline verildiği günleri görebilmek umuduyla…