
İZMİHLAL
İttihatçıların Romanı
Halim Kaya
Kutlu Altay Kocaova’nın “İzmihlal” adlı bir roman yazdığını tanıtım ilanlarından biliyordum. Üst başlığında “İttihatçıların Romanı” yazdığından ittihatçılar üzerine de zaman zaman okumalar yaptığım için alıp okumayı düşünüyordum. Okuma düşüncemi güçlendiren ikinci etken de romanın adının izmihlal olması ve bende bağımsızlıkla ilgili bir his uyandırmasıdır. Romanın yazarında hiss-i kabl-el vuku bularak adımıza imzalı olarak göndermiş. Getiren kimdi, nasıl geldi bilmiyorum ancak romanı bana teslim eden 19 Mayıs Üniversitesi Yaşar Doğu Spor Bilimleri Fakültesinde Öğretim Üyesi olan Hamza Küçük hocam idi. Kutlu Altay Kocaova’ya kitabı gönderecekleri içinde bizi de düşündüğü için, Hamza Küçük hocama da zahmet edip kitabı bize ulaştırdığı için teşekkür ederim.
Kitap elime ulaştığında bizzat yazarı Kutlu Altay Kocaova tarafından hediye edildiği için sırada okunmak için bekleyen elliye yakın kitaptan ilk sırada okuyacağım kitap bu “İzmihlal” romanı olacak diye söz vermiştim. Ve işte sözümü tutuyorum ya da tuttum ve okudum.
Kutlu Altay Kocaova’nın “İttihatçıların Romanı İzmihlal” romanı Karakurum Yayınevi tarafından Haziran 2021 tarihinde birinci baskı olarak basılmış. 303 sayfa olan “İttihatçıların Romanı İzmihlal” romanı sayılarla numaralandırılmış dört kısım ve her kısım da kendi arasında numaralandırılmış farklı bölümlerden oluşmaktadır. Yazar çok genç yaşlarda bu romanından başka “Bozkırın Savaşçısı”, “Türkistan’dan Hindistan’a Uzun Yolculuk”, “Bozkırın İsyanı” adlı romanları da yayınlamış. Biyografisinden ayrıca fotoğrafçılık alanında da başarı ödülleri olan sanatçı bir kişiliği olduğu anlaşılıyor. Editoryal çalışmalarda yer almış, yer aldığı bu editoryal çalışmalarda kendisinin işlediği konular yazarın milliyetçilik, tarih ve İttihat ve Terakki konularında yetkin ve dolayısıyla da daha okumadan bu romanın ana konusuna hâkim olduğu intibaını uyandırıyor.
Bizim oralarda halk arasında bir inanç vardır “Ölümün üzerinden zaman geçse de Şehitlerin kanı akmaya devam eder. Kan kesilmez. Mezarda bile akar.” Kutlu Altay Kocaova’nın “İttihatçıların Romanı İzmihlal” romanında Enver beyin ölümünden bir gün sonra bile kendisini şehit eden ensesinden giren kurşunun açtığı delikten kanların akmasını, bu delikte birikmiş ve pıhtılaşmış kanın yıkanırken tekrar sıvılaştığı ve dışarı çıkmasıyla açıklamış, ayrıca şehitler yıkanmazlar, kefenlenmezler ve olduğu gibi defnedilirler.
Paris’te en ünlü otellerinden birinde Le Meurice’de iki Fransız, bir İngiliz, bir Rus, bir Bulgar, Arap, Yunan, Ermeni, Kürt, Hürriyet ve İ’tilaf Fırkasına mensup bir Türk gizli bir toplantı yapıyor. Bu toplantıya katılan Arap, Yunan, Ermeni, Kürt, Hürriyet ve İ’tilaf Fırkasına mensup bir Türk de işbirlikçilik yapan Türk vatandaşlarından kişiler. Toplantıyı yöneten İngiliz konuşmacı Hürriyet ve İ’tilaf Fırkasına mensup Türk bakarak “hırs” ile ülkesinin parçalanmasını istediğini ve bunun ihanet olmadığını ifadeden sonra “Tarihinde barbarlıktan başka bir şey olmayan ve medeni dünyada yerinin olmaması gereken bir ırka mensup” (S:23) Türk milleti hakkındaki kanaatini yüzüne söylemektedir. Ne yazık ki bütün ihanet edenler gibi kendi hırs ve çıkarları milletine karşı birleşmiş düşmanlığı bu ifadelere rağmen fark etmesine yetmiyor.
Roman tarihi gerçeklerin aksine Enver Bey, Mehmet Rıfat Paşa, Ali Fuat Bey ve Mustafa Kemal’in Bulgar görünümlü organizasyonlarla öldürülmeleri ve Abide-i Hürriyet’teki mezarlarına yan yana defnedilmeleri, daha vatana ve Türk milletine çok hizmet edecek olan Enver Bey ve Mustafa Kemal’in ölümlerine acaba İttihat ve Terakkinin istihbari bir planımı diye düşündürüyor.
Kutlu Altay Kocaova’nın “İttihatçıların Romanı İzmihlal” romanında argo ve cinsel içerikli kelimelere (S:50) hiçbir sansür uygulamadan olduğu gibi yazması İttihat Terakki gibi ciddi bir konuyu işlerken sanki romanı sıradanlaştırmıştır. Yazar argo ve cinsel içerikli sözlerin hayatın içinden tabi ve daha gerçekçi olduğunu düşünmüş olacak ki bu şekilde anlatımı kitabına koymaktan hiç çekinmemiştir.
Romanda İttihat ve Terakki’nin kanunlar dahilinde yaptığı tutuklama ve mal müsaderesi karşısında Hürriyet ve İ’tilaf fırkasının mensuplarının yaptıkları; düşman ile iş birliği ve kendilerine karşı adli bir takibat yapılır zorda kalırsalar takiye yapmak, İttihat ve Terakki mensubu gibi davranmaktır. Bütün bu davranışlar sanki devlete millete düşmanlık edenler tarafından daha önceki tarihlerden beri adet haline getirilmiş, hatta bugün bile günümüz devlet millet muhalifleri için de sık başvurulan bir tedbir ola gelmiştir.
Hepsi romanda anlatılan ölüm şekillerinden farklı şekil ve zamanda ölmüş olan Enver Bey, Mehmet Rıfat Paşa, Ali Fuat Bey ve Mustafa Kemal’in enselerinden vurularak öldürülmesi, ardından padişah V. Mehmet Reşat’in yanında Sadrazam Said Halim Paşa ile Tal’at Bey’in de enselerinden vurularak öldürülmesi sanki bir rüya kurgusu ile romana başlanmış ve her an bir sürpriz ile seksen sayfada anlatılan rüyadan uyanılıp hayatın gerçeğiyle yüz yüze gelinecekmiş gibi bir heyecan ile bekliyor okuyucu, ancak birinci kısmın bitmesine rağmen hala rüya olduğuna dair bir emare yok.
Padişah V. Mehmet Reşat’in yanında Sadrazam Said Halim Paşa ile Tal’at Bey’in de enselerinden vurularak öldürülmesi ardından Hürriyet ve İ’tilaf fırkasına mensup askerlerin devletin meşru gücü ancak İttihat ve Terakki mensubu olan askerlerle çatışmalara girmesi 15 Temmuz tarihinde ülkemizde yaşanan ihtilal denemesi cumhurbaşkanına yapılan operasyon ile Ülkücü milliyetçi asker ve polislerin cemaat taraftarı polis ve askerlere karşı koyarak ihtilale müsaade etmemeleri tarihin tekerrür ettiğini hatırlatmaktadır.
Hiç kimsenin tanımadığı bir adam aniden ortaya çıkıp sadrazam olabiliyor. Kurgu bir karakter olsa da anlattığı olayların gerçekliği bakımından ele alınmalıdır. Ahmet İbrahimî adındaki bu hayali kişi daha sonra İngiliz Büyükelçisi Mallet’e Anadolu’da Kürtler ve Araplar arasında yaşayan Süryani ve Nasturileri kargaşaya sürüklemek için “Çok safsın Mallet, çok. Ne olmuş yani birkaç yüz Süryani ölse…” demiş, bunun üzerine Mallet de “Birkaç kişi desen anlarım. Ama birkaç yüz çok fazla. Hem zamanı değil François, pardon Ahmet İbrahimî. Henüz erken” (S:100) diye cevaplamıştır. Görülüyor ki Osmanlı’da François adlı bir vatandaş Müslüman ismiyle Sadrazam olabiliyor. Devlette ne bir istihbarat ne bir soruşturma araştırma var. Osmanlının halkını isyana kışkırtmanın yollarını İngiltere gibi Osmanlı düşmanı bir devletin büyük elçisine öğretebiliyor. Burada ki mesele kişinin dini veya milliyeti değil mesele önceden tanınmaması ve sahte bir kimlik kullanmasıdır. Yahudi dönmesi bir ailenin çocuğu olan Mehmet Cavid Bey de İttihat ve Terakkinin Maliye Bakanı olmuş ve Osmanlının gelirlerini artırmıştır. Ama Mehmet Cavid Bey ailesi ve kendisi çocukluğundan beri bilinen, eğitimini Osmanlı okullarında yapmış ve hayatının he devresinden bu ülkenin vatandaşı olduğuna şahit insanlar var. François, Andrei olarak bilinen Ahmet İbrahimi yıllardır Avrupa’da Çar’a bağlı gayrı resmi faaliyet gösteren Rus Gizli Servisi ajanıdır. Ama en önemlisi “Yahudi Aaron, Müslüman Ahmed İbrahimi, Hristiyan François” (S:137) bütün dinlere mensup. Yeni bir isimle “William Saxon” ile çıkar romanın ilerleyen sayfalarında (S:243) Sadrazam Ahmet İbrahimi.
Aslında Mısırlı Prens Sait Halim Paşa’nın Sadrazamlık zamanı (12 Haziran 1913 – 3 Şubat 1917) İttihat ve Terakkinin en şiddetli muhalefet yaptığı dönemdir. Sadrazam Sait Halim Paşa İslamcı olarak bilinir, ve romandaki İttihat ve Terakki cemiyeti mensuplarının camilere varıncaya kadar bütün Anadolu sathında Müslüman olmadıklarına varıncaya kadar halk nezdin de kötülenmesi de bu devire rastlar.
Kutlu Atay Kocaova Selanik’ten İstanbul’a gönderdiği Mülazım Mustafa Ethem Efendinin iç sesinden Selanik’in ne uğruna Yunana bırakıldığını da ayan ediyor. “Ah, ulan Tahsin Paşa, değer miydi, Yunan’ın altınına da, sattın şu Selanik’i? Değer miydi, hayali bir krallığa? Sen, şehri satınca, seni Arnavutlara kral yapacaklar mı sandın, hain herif?” (S:165) Selanik’te ki Tahsin Paşa komutasındaki 25.000 kişilik Osmanlı Ordusu tek bir kurşun atmadan bozgun halinde Yunana teslim olmuştu. Basiretsiz ve beceriksiz Tahsin Paşa’nın sayesinde 70 top, 70.000 mavzer tüfek Yunan ordusunun eline geçmişti.
Sadrazam Ahmet İbrahimi her zaman Muhammed’e de İsa’ya da uzağım dese de İngiliz Büyük Elçisi Mallet ile konuşurken Camileri, Medreseleri İngilizler adına Osmanlı Sadrazamı olarak kontrol altına aldığını hatta Tekkeleri Tarikatları da kontrol altına aldıklarını ifade ederken Miskinleri denilen gezgin dervişleri de kontrol etmek gerektiğini ifade eder. “Müslümanların kontrol etmek için camileri ya da medreseleri kontrol etmek yetmiyor. Tekkeleri de kontrol etmek gerekiyor. Hatta anladım ki, onları da kontrol etmek yeterli değilmiş. Miskinler denen, şu gezgin dervişleri de kontrol etmek gerekirmiş.” (S:196) Osmanlının yıkılışı sırasında Camiler, Medreseler, Tekkeler İngiliz gizli servisinin yetiştirip gönderdiği ajanlarla doluydu. Hatta bazıları şeyhlik makamına kadar da yükselmişti. “Bir İngiliz Casusunun İtirafları” adlı kitapta bu sayının beş bin olduğu ifade edilir. Kazım Karabekir yakalanan bir din adamı kılıklı İngiliz ajanını sorguladıklarını da yazdığı kitaplarda dile getirmiştir. Osmanlıda Nüfus kayıtlarının sağlıklı olmaması ve insanların beyan ettikleri esas alınır olduğu için yabancı ülkelerin sahte kimlikle ajan yerleştirmeleri çok kolay olmuştur.
Kutlu Atay Kocaova bu romanında İngiliz ve Fransızların Arap aşiretlerini silah, para ve altın rüşvet vererek demiryollarının yapımını gerçekleştirdiklerini ancak verdikleri silahların paraları ile altınları da Osmanlı Hükümetine borç olarak yazdıklarını ifade etmektedir. “Ancak İngilizler ve Fransızlar, Arab aşiretlerine bol bol para ve altın ya da silah vermek zorunda kaldılar. Tabii, bunları da Osmanlı’nın hanesine borç olarak yazdılar.” (S:224) ancak bu ima edilen rüşvetlerin bahanesi demiryollarının yapımı olsa da aslında Arab aşiretleri Osmanlıya karşı silahlandırılıp, para ile satın alınarak ileride planlanan isyanlara kışkırtmak için yapılan hazırlıklar mahiyetin de olduğu hemen akla gelen bir husustur.
“Ama unutma, Türkler güzel ölürler” İngiliz büyükelçisi Mallet, OsmanlıYı işgal planları yapan am ne yazık ki bu planları Osmanlı Sadrazamı olarak yapan Sadrazamı Ahmet İbrahimi’ye böyle diyor. Sadrazam Ahmet İbrahimi’nin cevabı “Ben de güzel öldürürüm, bilirsin.” (S:226) Buradan şunu anlıyoruz ki bir milleti yönetenlerin kendinden olması elzemdir. Eğer soyu sopu bilinmeyen ya da farklı millet sevdasını yüreğinde taşıyanlar başka bir millete yönetici olursa hayır yolunda değil, şer yolunda çalışır o milleti zillete düşürür.
II. Abdulhamit de Beylerbeyi Sarayında soğuk algınlığı ile başlayan bir hastalıktan vefat ettiğinin aksine denizden beri ateş eden bir keskin nişancının ensesinden vurması sonucu öldürülmüştür. Yine normal gerçek hayatta yaşanılanların aksi yönde bir kurgu ile bir ölüm vuku bulmuştur. Yazar dikkatimizi bu ölümler üzerinden nereye çekmek istiyor.
Yine Normal hayatın gerçeklerine aykırı bir kurgu ile bir kararname ile Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Sivas, Elâzığ illerinde yaşayan Ermeni çetecilerden “Vilayet-i Şarkiyye Ermeni Taburları” kurulacak Rusya ile İran sınırını bunlar koruyacak asayişi de bunlar sağlayacaktır. Bu bölgedeki Türk askeri birlikler Anadolu içlerine çekilecektir. Halbuki normalde bir Ermeni tehciri yaşanmış doğu bölgesinde Ruslar ile iş birliği yaparak çeteler kurup halka saldıran Ermeniler Suriye’ye gönderilmiş, hem Kürt ve Türk hal Ermeni çetelerinden korunmuş, hem de doğu sınırları Ruslarla işbirliği yapan Ermenilerden ayıklanmıştır.
En sonunda padişah V. Mehmet Reşat’a suikast düzenlenmiş ve Başmabeyncisi Said Bey’in kendisini Padişaha siper etmesi sayesinde suikastçının hedefi olmaktan kurtulmuş ancak Başmabeynci Said Bey olay yerinde anında ölmüştür. Sadrazam Ahmed İbrahimi de suikastçıyı vurmuş, ancak ne görsün kendisinin yetiştirip Avusturya-Macaristan Büyükelçiliğine soktuğu Otto von Krakowski olmasın.
Kutlu Atay Kocaova “İttihatçıların Romanı İzmihlal” romanında ters bir kurgu yaparak, olagelmişin dışında eğer bu olmuş olanlar ters yönde olsaydı ne olurdu onu göstermeye çalışmıştır. Ya da eğer Osmanlı İmparatorluğu çöktü ise bunu onu yöneten sadrazamlar ve sultanlar yaptı demek istemiştir. Ahmet İbrahimi gibi çok kimlikli birinin Sadrazam olması, İngilizler adına Sadrazam olarak iş organize etmesi ve Enver Bey, Mehmet Rıfat Paşa, Ali Fuat Bey ve Mustafa Kemal, Sadrazam Said Halim Paşa ile Tal’at Bey’in daha sonra da Maliye Nazırı Mehmet Cavid Bey’in gerçekte ki ölüm şekillerinin aksine enselerinden vurularak öldürülmeleri ile sanki “eğer bu kişiler olağan seyrinde yaptıklarını yapmasalardı sonları böyle olacak, koca Osmanlı ülkesi parçalandığı gibi, Türk milletinin bağımsız bir devleti olmayacaktı”yı göstermeye çalışmıştır.
İşgal edilmeye başlamış bir devletin askerlik süresini kısaltarak bu süreyi geçmiş askerlerin terhis edilmesi gibi son derece yanlış bir karar üzerinden sanki devlet için olumsuz kararları alma işini ancak bir İngiliz casusu sadrazam mı yapardı demek istemişti Kutlu Atay Kocaova.
Romanın sonunda sanki “Türk Bitti demeden bitmez” türü bir olay olur, okuyucu ters köşe olmuştur.
Padişah V. Mehmet Reşat kalp krizinden ölürken, Mülazım Mustafa Ethem Efendi bütün bu senaryoyu hazırlayıp Osmanlı devletini bitirmek isteyen İngiliz Ajanı Sadrazam Ahmed İbrahimi’yi ya da William Saxon’ı Enver Paşayı vurduğu gibi ensesinden vurur. O gün aynı anda bütün Avrupa ülkeleri başkentlerinde ve Rusya’nın başkentinde bombalar patlar. Yine Türkler, İttihat ve Terakkiciler bitti demeden bitmemiştir. Tarihin şan sayfasına şöyle yazdırmıştı ülkücü Türkler; “Ya Türk’e hürriyet ya Cihana izmihlal”