Zeliha ALKAN
Ülkücü şehitlerimiz Sedat Güngör ve Hüseyin Güngör anısına..
.
Takvimler 4 Aralık 1979’u gösterirken Ankara’nın çetin geçen kışlarından biri yaşanıyordu. İnsanın yüzünü yakan kuru ayaza yerlerde beton ve asfaltla bütünleşmiş buz parçaları eşlik ediyordu. Sabahın erken saatlerinde sokakta sadece okula gitmek için otobüs bekleyen öğrenciler ve işyerlerinin yolunu tutmuş çalışanlar vardı. Ulubey Mahallesi’nde küçük gecekonduların birinde gün her zamanki gibi erkenden başlamıştı. Evin büyük oğlu Sedat erkenden kalkmış namazını kıldıktan sonra hiç uyumamış, babasıyla dükkânı açacakları saati bekliyordu. Gökmen Hanım kahvaltı sofralarını hazırlamış, sıcacık çaylarını hazır etmiş olmasına rağmen oğluna kıyamıyor biraz daha uyuyup dinlensin istiyordu. Bir yandan eşi Hüseyin Bey’e söyleniyordu;
“Bey, ne olurdu oğlan az daha uyusaydı, bugün de geç açıverseniz olmaz mı?”
Sedat annesinin babasına söylenmesine dayanamadı, söze karıştı;
“Anacığım, ben kendim istiyorum gitmeyi. Hem hiç bize yakışır mı tembellik. Ayrıca sen demez misin hep sabahın hayrı başkadır diye? Erkenden gidelim, temizleyelim sabahın bereketinden bizde nasiplenelim.”
Gökmen Hanım’ın içine sinmese de mecbur sessiz kaldı. Nasıl diyecekti beyine “Bugün içim huzursuz dükkânı açmayın.” Denir miydi hiç, şımarıklık olurdu besbelli. Sedat her sabah annesinin elini öpmeden gitmezdi işe, bu sabah da öyle yaptı. Gökmen Hanım sanki son defa görüyormuş gibi helalleşti eşiyle, oğluyla. Ulubey’de Şehit Gazeteci Hasan Tahsin Caddesi’nde küçük bir tuhafiye dükkanları vardı. Dükkânın önüne geldiklerinde baba oğul ayrılmıştı. Hüseyin Bey;
“Üşüdüm oğlum şu kahvehaneye geçip bir bardak çay içeyim.” diyerek ayrıldı oğlunun yanından. Çay bahaneydi aslında, kahvehane de milliyetçi arkadaşlarıyla memleketin durumunu konuşmaktı amacı. Sedat bu sırada dükkânı açmış, temizlemiş, siparişleri hazırlamıştı. İşleri bitince eline kitabını alıp ders çalışmaya başladı. Sedat Ulubey Ortaokulu son sınıfında öğrenciydi ve beklemeli kalmıştı. Bir yandan derslerini verebilmek için uğraşıyor, bir yandan da ailesine yardım ediyordu. Henüz 16 yaşında bir çocuk olmasına rağmen o dönemde Türkiye’nin üzerinde dolaşan kara bulutların kasvetinin ve ağırlığının farkında bir çocuktu. Omuzlarındaki sorumluluğun bilinciyle hareket ediyor, yüksek tahsilini yapıp vatanına hizmet etmek istiyordu. Böyle olgun bir çocuk olmasının sebebi şüphesiz ki babası Hüseyin Bey ve annesi Gökmen Hanım’dı. Ailesinden aldığı üstün terbiye ve eğitimle Sedat bir Türk Milliyetçisi olarak yetişmişti.
Sedat gibi diğer dükkân sahipleri de dükkanlarını temizleyip içeri çekilmişti. Saatler dokuz buçuğa gelirken Hüseyin Bey’de oğlunun yanına geldi. Baba oğul helal rızıklarını beklerken o dar sokaktaki sessizlik silah sesleriyle bozuldu. Karanlık yüzler uzun zamandır takip ettikleri Sedat ve babasını birlikte bulmuşlar, sokağın tenhalığından faydalanıp tuhafiye dükkanını taramışlardı. Sedat sesler ile birlikte “Baba yere yat!” diye bağırdı. Sedat’ın göğsünde keskin bir sızı vardı, sesini çıkarmasını engelliyordu. Sedat güçlükle Şehadet getirdi. Sesler kesildikten sonra Hüseyin Bey hemen oğlunun yanına koştu. Oğlu kanlar içinde yerde yatıyordu. Hüseyin Bey baktığında hala nefes alıyordu. Dükkânın içi birden kalabalıklaşmaya başladı. Mahallelinin yardımıyla Sedat ağır yaralı olarak Numune Hastanesi’ne kaldırıldı.
O gencecik çocuk sadece 2 saat daha hayata tutunabilmişti. 16 yaşında genç bir fidan daha vatan, bayrak, din ve namus gibi kutsal değerlerimizi korumayı kendine görev addettiği için kökü dışarıda olan ama bu memleketin ekmeğini yiyen hainler tarafından ömrünün baharında şehit edilmişti. Bir Yusuf yüzlü, bir ülkü gülü daha cennete uğurlanmıştı. En çok da Gökmen Ana’nın yüreği yanmıştı. O ana ki doğuran, taşıyan, büyüten ve dahi Türk’ü tarihe, cihana, Anadolu’ya taşıyan alnı ak, yüzü pak Türk Analarından Gök gözlü Gökmen Ana. Artık bir şehit anasıydı, gururluydu elbet ama yüreğindeki yangın hiç sönmeyecekti. Henüz 16 yaşındaki yavrusunu, oğlunu toprağa vermek kolay mıydı?
Sedat’ın şehadetinin üzerinden yaklaşık iki ay geçmişti. Güngör ailesinin acısı hala dinmemişti. Sedat’ın arkadaşlarının kendilerini aile bilmesi ve yüreklerinde taşıdıkları vatan aşkı içlerindeki yangına bir parça su serpiyordu. Sedat gibi olan diğer Milliyetçi gençlere destek olarak kendilerine teselli buluyor, diğer evlatlarının varlıkları ile avunuyorlardı.
Hüseyin Bey bir süre acısıyla evde oturmuş, daha sonra ailesinin rızkını kazanmak için dükkanını açmaya başlamıştı. Gökmen Ana için oğlunun şehit edildiği dükkâna gitmek her ne kadar zor olsa da eşini yalnız bırakmak istemiyordu. İçten içe oğlunu şehit eden alçakların eşine de zarar vermesinden korkuyor, onu koruyabilecekmiş gibi yanından ayrılmıyordu. 21 Aralık 1980 Sedat’ın şehadetinin üzerinden tam 2 ay 17 gün geçmişti. Hüseyin Bey her zamanki gibi evinden çıkmış besmele ile dükkanını açmıştı. Gökmen Hanım bugün biraz daha geç gidecekti eşinin yanına, önce evdeki işleri yapması gerekiyordu. Hüseyin Bey de eşi gibi oğlunu aklından hiç çıkaramıyordu. Dükkânın her köşesinde oğlu ile olan hatıraları vardı. Hüseyin Bey gün içinde sıklıkla bu hatıralara dalar giderdi. Yine o vakitlerden birinde dükkânın kapısı açıldı. Hüseyin Bey dalgınlıkla sıçradı, usulca gelene baktı. Gelen kişi selam verip alt raflardan bir ürün istedi. Hüseyin Bey toparlanıp müşterinin istediği ürünü vermek için eğildiği an yüksek bir silah sesi yankılandı tuhafiyede. İkinci kez duyuluyordu bu dükkânda bu sesler, ikinci kez ölüm havası vardı bu küçük tuhafiyede. Hüseyin Bey doğrulamadan yere yığıldı. Sırtından vurulmuştu. Gelen kişi komünist bir militandı, Gökmen Ana’nın yüreğine ikinci ateşi düşürmek için gelmişti. Tam o sırada Gökmen Ana tuhafiyeye geliyordu. Sesi duyar duymaz koşmaya başladı, zaten çok yakındı evleri tuhafiyeye. Tam adam kapıdan çıkarken Gökmen Ana’ya rastladı. Gökmen Ana bir panter gibi atladı adamın üzerine. Hissetmişti sanki olacakları. Gökmen Ana sürüklendi biraz militan ile beraber. Daha sonra bırakmak zorunda kaldı adamı. Militan yalnız değildi dışarıdaki diğer militanlar ateş etmişlerdi. Kendi canından korkusu yoktu ya Gökmen Ana’nın yüreği içerideki eşiyleydi, mecbur bıraktı adamın yakasını. Onlar hızla kaçarken Gökmen Ana ve mahalleli hızla içeri girdi. Çok tanıdıktı yaşananlar, acılar. Herkes yüreğiyle tanımıştı bu olayı. Gökmen Ana’nın acı feryatları eşliğinde Hüseyin Bey hastaneye kaldırıldı. Durumu ağırdı, mermi çekirdeği ile omuriliği zedelenmişti. Bu yüzden artık felçli kalacaktı Hüseyin Bey. Hainler kana doymamışlar önce ailenin evladını ellerinden almışlar şimdi de evin direği olan babanın canına kastetmişlerdi.
Hüseyin Bey 9 Aralık 1981 tarihine kadar felçli olarak yaşamış, bu tarihte mermi yarası sebebiyle gelişen böbrek yetmezliğinden vefat etmiştir. Gökmen Ana oğlunun acısına dayanamazken üzerine eşinin şehadetine şahit olmuştur. Bu hikâye Sedat’ın hikayesi, Hüseyin Bey’in hikayesi ama en çok da Gökmen Ana’nın hikayesi. 1980 öncesi karanlık güçlerin ve şer odaklarının sebep olduğu nice acı hikayeden sadece biriydi Gökmen Ana’nın hikayesi. Gökmen Ana güçlüydü, cesurdu her Türk anası gibiydi o da. Gök gözlerine kara bulutlar da çökse, yüreği ateşler içinde de yansa hep dik durdu.
Önden giden Yusuf yüzlülerimizin, ülkü güllerimizin mekânı cennet olsun.