
Halim Kaya
Kelime anlamıyla mutluluk manasına gelen “Kut”; Türkler de devleti yönetme görevinin Gök Tanrı tarafından bir aileye verilmesidir. Türkler Kut alan kişi etrafında toplanarak birliği oluşturur, milletin bağımsızlığına giden yolu açtıkları gibi kurulan devletin cihanşümul olmasını da bu sayede sağlarlar. Türkler “Kut” aldığına inanmadığı insan etrafında toplanıp savaşmazlar. Bu kutsal görevi alan Hakan hem yönetimin devamlılığını hem de adaletin gerçekleştirilmesini aldığı Kut ile sağlar. Kut aldığına inanılan Hakana karşı halkı tarafından sadakat gösterilir ve itaat edilir. Hakan da Gök Tengri’den aldığı “Kut” gereğince yönetim de adaleti sağlar. Hanedan kut almış soy ile devam eder. Gök Tanrıdan Kut aldığına inanılan Aşena soyu gibi.
20 yüzyılda Türkler içinden devlet kurma ve devleti yönetme kutunu bu sefer Mustafa Kemal Atatürk almıştır. Bunun en önemeli işaretleri Türkiye Cumhuriyetinin yedi düvele karşı verdiği kurtuluş mücadelesi sonucu kurulan devletin ilelebet yaşayacağına inanan cumhuriyet taraftarları olduğu gibi İslamcı bilinen bazı kimselerin de anlattığı bir takım rüya ve yorumlardır. Biz bunlardan ikisini aktarmaya çalışacağız. İlki Prof. Dr. İsmail Kara’nın “ŞEYHEFENDİNİN RÜYASINDAKİ TÜRKİYE” adlı kitabına aldığı aynı adı taşıyan makalesidir. Makaleyi aynen aktarıyorum;
II. Abdülhamit döneminde Şeyhulislâmlık’ta görev yapmış Şeyh Rahmi Baba (Sezgin, öl. 1935 veya 1936) 1930’lu yıllarda şeyh ve halife arkadaşlarını gizlice Anadolu’nun bir kasabasına davet eder. “Kahriye” okunacak, yani “Ya Kahhâr” zikri çekilerek Mustafa Kemal Paşa’nın ve rejiminin “kahr u tedmiri” için dua edilecektir. Davet kabul görür ve gizlice toplanılır.
Kahriyenin okunacağı sabaha birkaç saat kala Şeyh Efendi bütün niyetlerini altüst edecek bir rüya görür. Rüya şöyle:
Bir dünya haritası. Ortasında Türkiye. Türkiye toprakları dünyanın diğer bölgelerinden bariz bir şekilde ayrılırcasına yemyeşil. Fakat etrafı, sınırları simsiyah, hayli kalın, lâkin alçak duvarla çevrili. Peygamber Efendimiz haritanın başında ve insanların gözü önünde dünyayı yeniden taksim ediyor; şurayı şuna, burayı buna verin diye emirler veriyor, etrafındakiler de gerekeni yapıyorlar.
Mustafa Kemal Paşa, Trakya bölgesi gibi bir yerde duruyor. Yüzü Peygamber Efendimiz’e dönük değil ve duruşundan anlaşıldığına göre mahçup ve tedirgin bir durumda; bu yüzden Efendimiz’e bakamıyor. Sıra Türkiye’nin kime verileceğine geldiği zaman Şeyh Efendi gözlerini beş açıyor ve pürdikkat kesiliyor. Peygamber Efendimiz yüzünü çevirmeden yalnız eliyle işaret ederek “burayı şuna verin” buyuruyorlar. Burası dediği Türkiye’dir, şu dediği de Mustafa Kemal’dir.
Şeyh Efendi kan ter içinde uyanır. Düşüncelidir. Niyetiyle rüyası arasında bir müddet gider gelir. (Tasavvuf ve tarikat kültüründe rüya, doğrudan bilgi kaynaklarından biridir). Abdestini alır, namazı cemaatle kılmak için arkadaşlarının yanına gider. Namaz eda edilir, dua biter, Fatiha çekilir. Herkesin kahriye okumaya geçilecek dediği bir anda Şeyh Efendi rüyasını anlatmaya başlar…
Rüyayı şöyle yorarlar: Türkiye yemyeşil olduğuna göre bu hayra, İslâm’a alâmettir ve durumun esas itibariyle iyi olduğunu gösterir. Etrafındaki duvarların kalın ve siyah oluşu tedirginlik verici; çünkü siyah küfür işaretidir, fakat alçak oluşları mevcut menfi durumun çok uzak olmayan bir zamanda aşılabileceğini gösteriyor. Gerek Efendimiz’in ona karşı tavrı, gerekse Mustafa Kemal’in duruşu menfi… Fakat Türkiye’yi ona veren Hz. Peygamber olduğuna göre buna karşı çıkamayız.
Kahriye okumaktan vazgeçilir ve şeyhler, halifeler memleketlerine dönerler…
“Şeyh Rahmi Sezgin Baba” nın rüyasında ki memnuniyetsizlik ve rüyayı yorumlayan şeyhler ve halifelerin İslam’ın yaşanmasında kısa sürecek bir olumsuzluk olacağını söylemelerine rağmen, nihayetinde Mustafa Kemal Atatürk’e bu görevi yani Kut’u Peygamber efendimiz Hz. Muhammed vermiştir. Görevin Mustafa Kemal Atatürk’e verildiğini sayıları bilinmese de bu toplantıya katılan bütün hocalar, şeyhler, halifeler kabul etmişlerdir.
Bu toplantıya katılanların rüyadaki Türkiye’nin haritasının etrafını siyah bir duvarın çevrelemesi dolayısıyla kötü durum olarak yorumladıklarını ise başka bir İslamcı Ayaşlı Şakir efendinin “… Siyaset velâyetten üstündür.” sözü çürütmüştür. İkinci delil olan bu sözün açıklamasını da Ahmet Güner Sayar hocanın “Çekiç ile Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy” kitabından aktarmaya çalışalım.
Ahmet Güner Sayar’ın “Çekiç ile Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy” kitabından “Bir meczûb-ı İlâhî olan rahmetli Ayaşlı Şakir Efendi’nin şu kayda değer sözünü zikretmeliyiz: “… Siyaset velâyetten üstündür.” Osman Nûri Ergin’in, Ayaşlı Şakir Efendi’nin bu tevcîhine getirdiği yorumuna yer verecek olursak; … Bunun mânâsı: Velâyet; Allah’ın cemâl tecellisi olduğu için hep iyi şeyler düşünür, iyi şeyler yapar. Siyâset ise, Allah’ın hem cemâl, hem celâl tecellisi olduğundan, bir siyâsî, Allah’ın zuhûr ve taayyün itibâriyle, bu birbirine zıt sıfatlarına ne derece yaklaşırsa o kadar muvaffak olur. Tevekkeli dememiştir Hazret-i Ömer: “Yemin ederim ki, Allah’ın hükümet kuvvetiyle men’ettiği şey, Kuran’ın âyetiyle men’ettiğinden ziyâdedir. “.
Osman Nuri Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun, İstanbul, 1942, s. 154-155. [Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun Hayatı ve şahsiyeti adlı Eserinde]bunu anlatmış ve Osman Nuri Ergin aynı eserden devamla: “Onun [Mustafa Kemal Atatürk’ün] 15 sene [1923-1938] içinde siyâset kuvvetiyle yapmış olduğunu, herhangi bir velînin velâyet kuvvetiyle yapmasına imkân var mıdır? Şüphesiz yoktur. Çünkü ezelî ve İlâhî kânûn böyledir” (O.N. Ergin, ae., s. 155. Vurgu: özgün).” olarak aktarmıştır.
Ahmet Güner Sayar’ın kitabına aldığı kısmı hiç değiştirmeden görülen lüzum üzerine aynen aldım. Gerisini siz yorumlayın, ama önce Osman Nuri Ergin İle Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun’un kim olduğunu da bir zahmet araştırın, çünkü asıl mesel bu iki zatı muhteremin taşıdıkları kimlikle bunları söylemesidir.
Meczubu İlahi Ayaşlı Şakir efendinin “… Siyaset velâyetten üstündür.”sözüne Abdulaziz Mecdi Tolun’un yaptığı yoruma değinen Osman Nuri Ergin, Abdulaziz Mecdi Tolun’un “Onun [Mustafa Kemal Atatürk’ün] 15 sene [1923-1938] içinde siyâset kuvvetiyle yapmış olduğunu, herhangi bir velînin velâyet kuvvetiyle yapmasına imkân var mıdır? Şüphesiz yoktur. Çünkü ezelî ve İlâhî kânûn böyledir.” yorumunu yaptığını bizlere aktarmıştır.
Burada anlatılanlardan da anlaşılmaktadır ki Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk “Kut” almıştır ve yerinde bir evliya olsa da siyaseten yaptığı işleri yapamayacaktır. Bundan sonrası lafı güzaftır. Hala Atatürk’e çeşitli maksatlarla muhalefet edenlerin maksadı üzüm yemek değildir.