ŞARAP VAKTİ (Hikâye)
Kemal ÇOPUROĞLU
Evvel zamanlardan bir Kasım ayıydı; bir akşam üzeri öğretmen emeklisi karı koca Trabzon’a gitmek üzere birlikte Ankara Esenboğa Havalimanı’ndaydılar.
Ekonomik tarife uçaklarının seferine daha üç saat vardı ve oturmaktan sıkılan bu öğretmen emeklisi karı- koca bir çay içmeye karar verdi. Havaalanlarında kafeterya- kafe denilen ve oturmaya pek de alışkın olmadıkları bu tip kahvehânelerde bir çaya normalin 4- 5 misli bir para ödenmesi adamın canını sıkıyordu : “Cimri değilim ama emekliyiz neticede ve böyle ortamlarda her nedense hep cimri olasım gelir ; hanım da bu yüzden hep bana kızar.” diye düşündü kendi kendisine…
Hareket saatlerine epeyce vakit olduğu ve çaysadıkları için adam bu sefer pek huysuzluk çıkartmadı; gittikleri kahvehâneden birer çay aldı, hanımıyla birlikte bir masaya oturdu. Birer yudum alır almaz yüzlerini buruşturdular çünkü çay bayatlamıştı ve zehir gibi acıydı; sadece bir iki yudum içebildiler. Mekân temiz ve güzeldi; adam, verdiği paraya acıdı acımasına da yapacak bir şey yoktu ve keyiflerini kaçırmayacak sıradan bir vaziyetti neticede…
Emekli karı koca, az sonra keyiflerini kaçıracak olan durumdan habersiz, gelen giden yolcuları seyrediyor ; belki tanıdık bir simâya rastlarız düşüncesiyle gözler etrafı süzüyordu…Derken oturdukları kahvehâneye gâyet şık giyimli bir hanımefendi ile iki beyefendi geldi, erkekler koyu birer takım elbise, hanımefendi ise koyu renkli etek- ceket şeklinde bir takım giymişti. Hiç de yabancı olmadıkları tiplerdi; bu nedenle onlara birden kanının ısındığını hissetti adam… Kendilerine doğru yaklaştıklarında erkeklerden birisinin uçları aşağıya sarkık hilâl bıyıklı diğerinin de pos bıyıklı olduğu hemen dikkatini çekti; bu üç kişinin de yakalarında TBMM milletvekillerine özgü bir rozet vardı. Ve o rozetin hemen yanında da öğretmen emeklisi bu karı kocanın, çocukluk yıllarından beri gönül verip sevdikleri, uğruna baş koyduklarını bir siyâsi partinin anlı şanlı rozeti… Adam, hanımını dirseğiyle dürttü, kafasını yanlamasına doğru ani bir refleksle yukarı doğru sıçratarak göz mimikleriyle; “gördün mü” hareketi yaptı, karısı tebessüm ederek onu onayladı.
Adamın keyfi bir kat daha artmıştı…
Kahvehâne hayli kalabalıktı, boş masa ve sandalye bulmak da epeyce zor görünüyordu. Bu rûh hâlinin verdiği şımarıklıkla adam ayağa kalkıp hamle yaparak onları masalarına dâvet etmek istemiş, “hem ne güzel olur, bizim milletvekilleriyle de tanışmış oluruz bu vesileyle…” diye aklından geçirerek elini havaya kaldırmaya yeltenecekken müstakbel arkadaşları tam o esnada boşalan bir masaya doğru yönelip oraya oturdular. Adamın bu sevindirik hamlesi havada kalmış ve boşa gitmişti… Adam, şekeri elinden alınmış çocuklar gibi biraz mahzun, biraz da üzgün bir hâlde yerine oturdu.
Yakınlarındaki bir masaya oturdukları için bu kişilerin sesleri geliyordu ve karı koca, tanışmayı ümit edip ellerinden kaçırdıkları bu kişilerden rövanş almak istercesine ne konuştuklarına kulak kabartmaya başladılar: Adamlardan hilâl bıyıklı olanı, – ne içelim? diye arkadaşlarına sordu. Kadın arkadaşları cevâp vermekte gecikmedi: – Ben şarap içeceğim. Erkekler de biz de sana uyalım o hâlde dediler.
Kulak misafiri olan karı koca için zaman ve mekân donmuştu adetâ…Sâdece beyinlerinde uğuldayan şu boğuk sesleri işitiyorlardı:
“B-E-N, Ş-A-R-A-P İ-Ç-E-C-E-Ğ-İ-M !..”
Adam acaba yanlış mı duyduk dercesine hanımının gözlerine baktı; hayır yanlış duymamışlardı; “ben şarap içeceğim” diyen kadını ve “biz de sana uyalım ” diyen adamları….
Soğuk duş etkisi yapan eden bu tavır, emekli öğretmen olan karı-kocanın mütedeyyîn ve muhafazakâr olmasından mı kaynaklanıyordu acaba? Hayır bu olamazdı çünkü bu karı koca toplumdaki insanların davranışlarını eleştirecek kaba saba-ham softa insanlardan değillerdi. Meslek hayatları boyunca, öğrencilerine ilk önce insan olmayı ve başkalarının fikirlerine, davranışlarına saygılı ve hoşgörülü olmayı öğretmişlerdi…
“Burası neticede Türkiye’nin sayılı havalimanlarından birisiydi ve buranın kahvehâneleri, aşhâneleri umuma açık yerlerdi ve isteyen istediğini içebilirdi.” diye düşündü adam… İyi ama böyle miydi gerçekten?..
Evet, herkes içebilirdi ama toplumu temsil eden milletvekilleri de böyle uluorta içebilir miydi? Bazı partilerin vekilleri için bu normaldi ama şanlı mâzisinde ; ” Nizâm-ı Âlem Ülkusü’nü, İ’lâ-yı Kelimetûllâh’ı , Yâ Allah Bismillah Alahûekber”i dilinden düşürmeyen bir hareketin milletvekilleri öyle pek de gelişigüzel şekilde umuma açık yerlerde içki içemezlerdi; evlerinde, restoranda, barda, meyhânede ne halt ederlerse etsinlerdi!..
” İyi ki hiç tanışmadık onlarla ve iyi ki aynı masada oturmadık…” diye düşündü adamın hanımı.
Sâdece emekli öğretmen maaşlarıyla üniversitede iki çocuk okutan öğretmen emeklisi bu karı koca, pahalı olur düşüncesiyle çay içmeye bile isteksizce gitmiş, içtikleri çay da bayat çıkmıştı. Üstüne üstlük bir de yaşadıkları hayâl kırıklığı ve tiksinme duygusu keyiflerini iyice kaçırmıştı.
Dijital ekranda Trabzon uçağı yolcularına kapı açıldığı yazısı göründü; şen şakrak kahkahalar atarak sohbeti koyulaştıran vekiller, kırmızı şaraplarını yudumlarken emekli öğretmen karı koca çıkış kapısına doğru hareket etmek üzere ayağa kalktı. Adam, vekillere acı bir tebessümle son kez baktı ve kendi kendisine şöyle söylendi:
“Neden?…”