
SAİT BAŞER’İN “TOPLUMSAL AKLINI ANLAMAK”
Halim KAYA
“Toplumsal Aklı Anlamak” kitabının yazarı Sait Başer’i “Töre’nin Türk’ü Türk’ün Müslümanlığı” adlı “Nehir Söyleşi” kitabından tanıyor ayrıca yıllarca çeşitli vesilelerle ismini kültür camiası içinde sıkça duyuyordum.
Sait Başer’in “Toplumsal Aklı Anlamak” kitabı şimdiye kadar Post yayınlarından çıkmış beş kitabından en sonuncusudur. Bu kitabın ilk baskısı Ataç yayınlarından İstanbul’da 20006 yılında yapılmış, ikinci baskısı İrfan Yayınevinden İstanbul 2011 yılında yapılmış olup bu üçüncü baskısı da Post Yayın Dağıtımdan İstanbul 2020 yılında yapılmıştır. Kitap yüz elli bir sayfa olup; Önsöz, Akıldan Anlamamız Gereken, İnanmak, Anlam, Yorumlama, Farketme Ve Öğrenme, Somutlaşan Düşünce, Sanat ve Akıl, Tarih Büyük Bir akıldır, Sonuç yerine ve Seçme Kaynaklar adlı başlık ve bölümlerinden oluşurken her başlık veya bölüm kendi içinde farklı bir çok alt başlıklara ayrılmıştır.
Sait Başer “Toplumsal Aklı Anlamak” kitabının daha il paragrafından “Bu kitap … onu, uzun asırların telkinleriyle itiraz edilemez sanılan otoritelerin baskısından uzak tutmak istemekte ve bu sebeple alışılmış formatlara uymak kaygısından uzak kalmaya çalışmaktadır.” (S:11) diyerek girer. Sanki bura da beni anlatmış gibidir. Ben de kamuoyuna yayınlanacak il yazımı yazdığımda daha önceden bu konuda kendini ispat etmiş bazı otoriteler tarafından yazma konusunda uymam gerektiği yazım kuralları hususunda uyarıldım. Şöyle yaz, şunları şu şablona uydur falan filan. Bütün bunlar doğru olabilir ancak ben topluma kendimi beğendirmek ve kabullendirmek gibi bir düşünce ile değil de kendimi topluma anlatabilmek düşüncesiyle yazıyordum. Ve kendimi yazdığım usulde en iyi şekilde anlattığımı düşünüyor, diğer şekillerin beni yapmacık kılacağını zannediyor ve yapmacık zannedilmekten de korkuyordum. Ben kendi tarzımda kendimi ifade etmeye yazmaya devam ettim. Bazen de yazmamayı bile düşündüm. Zamanla yazdıklarımı okuyanlardan müspet bir tepki aldım. En öneli tepkiyi de Mahmut Metin Kaplan’dan aldım. O yazış tarzımın çok yerinde olduğunu ve felan Edebiyat profesöründen daha iyi yazdığımı o yüzden kendi internet sayfasında da yazmamı istedi. Ben, o kadar övgüye değer olmadığımı söylediğimde de 10 üzerinden 10’luk bir yazı yazdığımı ifade etti ve beni destekledi. Daha sonra da İdris Aydın arayarak kendime has bir eleştiri üslubu geliştirdiğimi ve çok güçlü eleştiriler yaptığımı ifade etti. Mahmut Metin Kaplan ve İdris Aydın birkaç kitabı yayınlanmış tecrübeli yazarlardı.
Sait Başer “Akıl, içinde bulunduğumuz çevre şartlarında ihtiyaç ve isteklere tatmin yolları sağlama adına dış dünyadan beş duyu yoluyla toplanan verileri kıyaslama ve bu kıyaslardan hüküm çıkarma melekesidir.” (S.18) diyor ve aklın çalışabilmesi için çoklu bir ortamda bulunması gerektiğini de eklemektedir. Yani aklın hüküm çıkarabilmesi için en az iki farklı unsurun olması ve bu farklı unsurları birbirine kıyaslaması gerekir. Farklılık ve çokluğun aklın ortaya çıkmasını, tebarüz etmesini, kendini belli etmesini, göstermesini sağladığını da ifade eder. Akıl ancak farklı ve çokluk şeylerin kıyaslanması ile bilinebilir. Biz buradan şu sonucu çıkarabiliriz, akıllı insan tek düzeliğe, tekelciliğe karşıdır, farklılıkları ve çoklulukları korur ve kendisinin zuhur etme sebebi sayar.
Sait Başer “İnsan inanabilen, böylece, inandığıyla anlam ortaklığı yaratan tek mahlûk. Medeniyetin en basit hamlelerinden en mürekkep eserlerine ve yekûnuna bakıldığında insandaki inanma yeteneğinin değişik yoğunluklarda; bazen kabul bazen benimseyiş, bazen uzlaşma, bazen de iman kılığına gererek kesintisiz devrede bulunduğu müşahede edilebilir.”(S:28) diyerek inanmayı bir dine, felsefî sisteme, ideolojiye itikat anlamıyla birlikten basit bir sembolü benimseyişlerin, kabullenmelerin ve uzlaşmalarında inanç yeteneği kapsamı dâhilinde olduğunu söyler. İnanmanın anlam ifade edebilmesi için sürekli olması gerektiğini aksi halde mananın anlamsızlaşacağını da açıklamalarına eklemektedir. Örneğin Alfabe üzerinde bir inanma hem de süreklilik arz eden bir inanma ile birlikte bir uzlaşma ve anlamlandırma olduğunu, eğer harflerin seslerinin uzlaşma gereği süren bir inanmışlığı olmasa harf ve kelimelerin kullanımda kalamayacağını ifadeeder.
Sait Başer “yeryüzündeki inanç sistemleri, kuşaklar arasında aktarılırken giderek asli sıcaklıklarını kaybedip, soğuk kurusal yapılara dönüşmüşlerdir. Hiçbir din, kurucularının yüksek idraklerini, onların tâbilerine kazandırmak istediği ulûhiyet ahlakını koruya bilmiş değildir.”(S:45) ifadeleriyle de uydurma ya da semavi dinlerin ilk çıkış noktasındaki ya da Allah katından Peygamberlere indirildiği hal üzere kalmadığını ya insan eliyle kasıtlı deforme edildiğini ya da asıl metinler elde olmakla bile yorum olarak ve müesseseleşerek ilahi kaynaktaki asliyetinden uzaklaştığını iddia etmektedir.Biz bu son iddianın en net örneğinin de İslam dini olduğunu düşünüyoruz. İslam da İlahi kaynaktan indiği gibi kitabı değişme uğramadan muhafaza edilmek ile birlikte günümüze gelene kadar insan yorumlarıyla bayağı değiştiğini savunan selefilik gibi bir akım tarafından asli huvviyetine döndürülmek, sonradan insan eliyle katılanların fıkhi yorumlar atılarak sadeleştirilmek ve Kur’an İslam’ına dönmek istemektedir.
“İnancın meşrulaşması, yani sosyalleşmesi medeniyet tarihi bakımından son derece önemli bir noktadır. İnançlarda doğruluk- yanlışlık ölçüsünün aranmadığını biliyoruz. Ancak, meşrulaşma inancın isabetini toplumca kabul etmek, üzerinde uzlaşmak yoluyla temin edilmektedir. Üzerinde uzlaşılan inanç formları sayesinde medeniyetin temleri diyebileceğimiz dil, alfabeler, rakamlar, muhtelif sanat sembolleri, kurum modelleri ortaya çıkarlar.”(S:49) Sait Başer, insanoğlunun inanmak için inanacağı şeyde doğru yanlış bakmadan inandığını ancak inandığının meşrulaşmasını istediğini söylemektedir. İnsanoğlu inandığı itikadi konuların toplum tarafından tasvip edilip onaylanmasına dikkate etmekte, kanaatimce de bu tasvip ve onayı alarak meşrulaşmak için tebliğe yönelmektedir. Sait Başer’e göre yöneten ile yönetilen arasındaki tabii mutabakat genellikle kuruluş dönemlerinde gerçekleşir. “Siyaset oyunları zamanla yöneten ile yönetilen arasındaki zihniyet ve gaye birliğini ortadan kaldırır. Yönetimler istenen yaygınlıkta (veya çoklukta HK) bir uzlaşmaya dayanmadıklarını gördükleri vakit, bunu kendileri yaratmayı tercih ederler. Son zamanlarda toplum mühendisliği denilene faaliyetin önemli bir kolu bu işe tahsis edilmiştir.”(S:74)
Tarihin iktidarlar tarafından desteklendiği için incelemelerinde gerilere doğru gidebildiğini, tarihin iktidarlara gereken ideolojik yapının oluşturulması için ideolojinin dayanacağı tarihin daha önceden iktidarlar tarafından iktidara destek amaçlı olarak kurgulandığını ifade eder ve buna Avrupa birliğini oluşturan ülkelerin tarihinin yeniden yazıldığını ve birbirleri ile olan önceki devirlerdeki kavgalarının izlerini tarih kitaplarından pürüzsüz bir Avrupa Birliği için temizlediğini örnek verir. Bizim de biliyoruz ve yakın zamanlarda yaşadığımız gibi tarih ile ilgili çeşitli müdahaleler olmuş ve tarih kitaplarımızdaki Yunanistan ve AB hakkındaki bazı bilgi ve ifadelerin çıkarılması istenmiştir. Ayrıca Kutul Amare savaşında İngilizlere karşı kazandığımız zaferimizle ilgili bütün tarihi kayıtlarımız İngilizlerin isteğiyle bizlere unutturulmuştur.
Anlam ve anlamlandırma ile elde edilen duygu – düşünce ve bilgi ürünlerinin tekrar tekrar gözden geçirilerek değişik istikametlerde geliştirilmesini “yorumlamak” olarak isimlendiren Sait Başer, “Yorumun”, “yürümek” anlam kökünden kazandığı bir olayı, fikri rüyayı, anlamı açıklamak, ilerletmek, yönlendirmek, rehberlik gibi anlamanın bir ileri merhalesi kabul eder. Yorumu anlama ve anlamlandırmayı takip eden beyan safhası, fikrin hayata tatbikten önceki somutlaştırma taslakları olarak görür. “Anlam ve anlamlandırmalarda karşımıza çıkan her bir anlayan adına oluşan yegânelik ve öznellik yorum safhasında tüm toplum için uniform kılıklara bürünebilmekte ve toplumsal kimlikler varlıklarını yorum safhasında elde edebilmektedirler.”(S:92) diyerek anlam ve anlamlandırmanın bireysel olduğunu ve yorum safhasında toplumsallaştığını söylemektedir. Kültürün hemen her şubesinin birer yorum alanı olduğunu ifade eder ve “Yorumlar anlama ve anlamlandırmaya toplumsallık kazandırmaktadır.” (S:92) der. Kitabın özü de burasıdır. Sait Başer’e göre Yorumlar; tabiat okumalarına, iklim ve coğrafyaya, tarih bilgisi ve bilincine, inanç sistemlerine, ihtiyaç ve isteklere, estetik ve etik değerlere göre şekil almakta, toplumsal form şekline dönüştükçe somutlaşmaktadır.
Sait Başer’e göre “Toplum kelimesi zaten ortak bir tarih, yani tecrübe yaşayan insanların birlikteliğinin adıdır. (…) Toplumların ortak maceraları aynı zamanda ortak bir tecrübe ve tabiatıyla ortak bir akıl, yani toplumun fertlerinde benimsenen ortak bir kimliğe delalet ediyor” (S:141) diyerek toplumsal aklın toplumsal kimlik olduğunu söylüyor. Bu tanımlardan yola çıkarak bizde bizim toplumsal kimliğimiz “Türk”lük olduğuna göre toplumsal aklımız da Türk kültürü ve Türk örf ve ananelerinin mahsulüdür diyebiliriz. Sait Başer’e göre ”Toplumlar tek tek fertlerin baş edemediği problemler söz konusu olduğunda, ortak bir irade oluşturabilen organik yapılardır.” (S:142) ve “Toplumsal akıllar arsı alışveriş, evrensel insan aklı da denebilecek bir olgunun teşekkülünü mümkün kılmıştır.”(S:143) olmakla birlikte toplumlar birbirleri için yok edici bir tehlikedirler.
“Köklü geleneklerin mensubu olan toplumlarda, bazen en sıradan bir ferdin dahi, eklenmedik olgunluk ve yükseklikte davranışlar sergilemesi sık karşılaşılan olaylardandır. Sırdan ve cahil denen fertlerine dahi o tam denge duruşunu kazandıran akıl, ferdi değil; artık geleneksel olan akıl, yani toplumsal ve geleneksel olan büyük akıl (irfan)dır.” (S:146) der Said Başer. Ve bizi de bugün batılı ülkelerin ekonomik olarak bizden daha iyi durumda olan başka İslam ülkeleri olduğu halde onlardan çekinmeyip de hala bu kadar geri kalmış halimizle bile bizi tehlike görmelerinin sebebi olarak geçmişte yarattığımız irfan ve yüksek kültürün genlerimize ve toplumsal aklımıza işlemiş olmasıdır diye düşündürüyor.
Medeniyetlerin çatışmaları arızidir. Medeniyetler çatışmaz çünkü onların arkasındaki bütün farklı inançları ortak noktası aynı tabiat okumaları ile elde edilen ilkeler vardır. Toplumlar geleneklerini yeniden yorumlayarak canlandırmalı ve kültürlerinin arkasındaki ortak bir’e ulaşmanı yollarını açmalıdırlar.