OSMANLI, NEDEN GERİ KALDI? – 2
Safter TANIK
“Doyum-tatmin-kendini üstün görme ve bunun hep böyle devam edeceğini sanma rahatlık-rehaveti; rahatlık-rehavette, geri kalışını getirdi. Bu nedenle; Kanuni dönemi, Osmanlı’nın hem zirvesi, hem de geri kalışının miladı oldu.
1595’e kadar genişlemesini sürdürmesi; gelişimi ile değil, geçmişin birikimi ve Avrupa’daki konjonktürle ilgilidir.”.
Üçüncü Dönem
Otoriter, Cesur, Kararlı Bir Hükümdar
I. Selim, bilinen adıyla Yavuz Sultan Selim; babasını “zayıf yönetim” diye eleştirdiği, paylaşımcı-uzlaşmacı siyasetinin aksine, otoriter bir yönetim sergiledi.
Tutum-davranışı ile iktidarın tek sahibi olduğunu gösterdi, saraylılar ve Enderun’dan yetişme yöneticilerin gölge iktidar oyununa müsaade etmedi. Hata yapanı görevden aldı, yanlış yapanı idam etti. Başarısını getiren, cesur-kararlı adımları ile dikkati çekti.
Sekiz yıllık iktidar döneminde (1512-1520), 8 sadrazam görev aldı. Sadrazam Pİri Mehmet Paşa hariç; sadrazam olan ya görevden alındı-tutuklandı, ya da idam edildi. Devlet adamları, sadrazam (veziriazam) ya da vezir olmaktan çekinir hale geldi.
İran Seferi’nde; yeniçerilerin kışı bahane edip, Tebriz’den ileriye gitmemeye direnmesini, Sadrazam Hersekli Ahmet Paşa’ya bağladı. O’nu; görevden aldı, hapse attı. Yerine, Dukakinoğlu Ahmet Paşa’yı (Enderun’dan yetişme) atadı.
İkinci İran Seferi için Amasya’da bulunur iken, bu sefere karşı olan yeniçeriler; İstanbul’da, Sadrazam Dukakinoğlu Ahmet Paşa ile Vezir Piri Mehmet Paşa’nın evlerini bastı, Divan’a gelerek taşkınlık yaptı.
Olay hakkında araştırma yapan Yavuz Sultan Selim; bunun, Sadrazam Dukakinoğlu Ahmet Paşa’nın bir tertibi olduğu sonucuna vardı.
Huzuruna getirdi, başını vurdurarak idam etti.
Yanından ayırmadığı Yeniçeri Ağası ile Yeniçeri Ocağı’nı kontrolünde tuttu, başka bir kişinin yeniçeriler üzerinde etkin olmasına müsaade etmedi. Aksi davranış sergileyen idareci-nüfuslu kişileri, başkaldırı ya da talana karışan yeniçerileri idamla cezalandırdı. Yaşlı yeniçerilerin, evlenmesine müsaade etti.
Siyasi Birlik-Güvenlik, Fetih-Refah
Anadolu’da, siyasi birlik-güvenliği; fetih ve İpek-Baharat Yolu kontrolü ile de refahı hedefledi.
1514’te, Çaldıran’da; Safevi Hükümdarı Şah İsmail’i, ateşli silahlardaki üstünlüğü ile büyük bir yenilgiye uğrattı. Doğu-Güneydoğu Anadolu topraklarını Osmanlı’ya kattı, Tebriz’e kadar geldi. Kış şartları nedeni ile Amasya’ya çekildi, İran’a yapacağı yeni bir seferi planladı. Mısır’a öncelik vermesi ise; bunu, uygulamadan alıkoydu.
1515’te, Ramazanoğulları Beyliği (Adana çevresi) ve Dulkadiroğulları Beyliği’ne (Maraş-Malatya-Gaziantep-İskenderun) son verdi.
Yarım kalan İran Seferi, Ramazanoğulları Beyliği ve Dulkadiroğulları Beyliği’ne son vermesi; Anadolu’da siyasi birliği sağladı, ancak Safevi Devleti’ne yıkım getirmedi.
Safevi Devleti’nin varlığını sürdürmesi ise; Osmanlı için sürekli bir tehdit arz etti, İpek Yolu kontrolü hedefini boşa çıkardı. İran’a göçle önemli bir Türk nüfusu kaybedildi, İran yolu üzerinden Orta Asya’dan Anadolu’ya olan Türk göçü durdu.
1516’da, Mercidabık ve Ridaniye’de; Memluk Ordusu’nu, başvurduğu askeri strateji-taktikler ile yenilgiye uğrattı.
Memluk Devleti’ne, son verdi. Suriye-Lübnan-Filistin-Mısır-Hicaz’ı, Osmanlı topraklarına kattı. Baharat Yolu’nu, kontrolü altına aldı. Kutsal Emanetler ve gemiler dolusu ganimet ile İstanbul’a döndü, beraberinde halife-çok sayıda din adamını getirdi.
Mısır Seferi ile Osmanlı hazinesi; o güne kadar görülmeyen, en büyük varlığa ve gelir kaynağına sahip oldu. Osmanlı; mali-ekonomik açıdan güçlü bir konuma geldi, refahın yolu açıldı.
Hilafet Osmanlı’ya geçti; ancak ne O, ne de Abdülmecit’e kadar gelen hiçbir hükümdar, halife unvanını kullanmadı.
Mısır’dan gelen ulema Eşari İslam anlayışını medreselerde hâkim kıldı, akılcı düşüncenin yerini skolastik düşünce almaya başladı.
1519’da; Amasya’nın Turhal kasabasında Celal adlı bir tımar sahibinin başlattığı, tarihte “Celali İsyanları” diye geçen ilk ayaklanmayı bastırdı.
Nedeni nedir?
Neden olarak; Alevi karşıtlığı gösterilse de, esas nedeni; devşirme yöneticilerin katı tutumu, kıtlık, vergi ödemeden kaçınma, göçerleri yerleşik hayata zorlama ve Safevilerin teşvikidir.
Rodos’un Fethi İçin Ömrü Yetmedi
Geçmişi Bizans’a giden, Fatih’ten sonra hiçbir yatırım yapılmayan, bakımsızlıktan kullanılamayacak hale gelen Haliç Tersanesi’ni devr aldı.
Galata-Kâğıthane hattında; Frenk tersanelerini örnek alan, 300 gemi inşa kapasiteli bir yatırımı gerçekleştirdi.
Rodos’un fethi için; İstanbul-Gelibolu tersanelerinde inşa edilen, 250 gemiden oluşan bir donanma hazırladı, başına da Memlukluların Kızıldeniz Komutanı Selman Reis’i getirdi. Ancak; ömrü, bu seferi görmeye yetmedi.
İki Farklı Yönetim Dönemi
1520’de; Yavuz Sultan Selim vefat etti, yerine Şehzade Süleyman geçti. Tahtın başka varisi olmaması ise siyasi mücadeleyi doğurmadı.
I. Süleyman; bilinen adıyla Kanuni Sultan Süleyman, “şanslıydı” dersek yanlış olmaz.
Zira veraset kavgası yaşamadı, babasından miras olarak Piri Mehmet Paşa gibi bilgili-tecrübeli bir devlet adamı, kasası dolu hazine, güçlü ekonomi-ordu-donanma kaldı. Bu da; O’na, yönetim-fetihte kolaylık sağladı.
Babası gibi; mücadeleci, savaşçı, zorluğa karşı direnen, risk alan, tek başına olsa da sorunu çözen, çevresinden etkilenmeyen-hatta dikkate almayan güçlü bir karakter değildi. Daha çok idareci özelliği ile dikkati çekti.
46 yıllık iktidarının (1520-1566) ilk 16 yılında; otoriteyi paylaşan, güvendiği kişiye her türlü yetkiyi veren, danışmadan karar almayan bir yönetim ortaya koydu. Sonraki dönemde ise; gücü tek elde tutan, zayıf idareciler ile çalışmayı tercih eden bir yönetim sergiledi.
İktidarının 3. yılında, II. Vezir Ahmet Paşa’nın yaşlılık telkini ile Piri Mehmet Paşayı görevden aldı. Hiyerarşi gereğince; O’nu sadrazam yapması gerekir iken, şehzadeliğinde yanına aldığı, koruyup-kolladığı, bilgi-yetenek ve bağlılığına inandığı Pargalı İbrahim Paşa’yı sadrazam yaptı. Ahmet Paşayı ise Mısır beylerbeyliğine atadı.
Mısır’a giden Hain Ahmet Paşa; Memluklu devlet adamlarını etrafında toplayarak, Mısır’ın bağımsızlığını ilan etti.
İsyanı; 1524’te, Ayas Paşa komutasında Mısır’a gönderilen ordu ve Osmanlı’ya sadık yönetici-askerlerce bastırıldı. Başı vurularak idam edildi.
Zirve
Piri Mehmet Paşa’dan sonra, Pargalı İbrahim Paşa gibi güvenilir-zeki yetenekli bir devlet adamı ile 13 yıl çalışması; dini otorite hariç, idari-askeri otoriteyi paylaşması, güvendiğini tam yetkili kılması başarısını getirdi. Bu dönemde; Osmanlı, birçok alanda zirveye ulaştı.
Hukuki-siyasi alanda, reform yapıldı. Önceki 9 padişahın kararları toplandı, çelişkili olanlar değiştirildi, yeni kurallar getirildi, İslam’ın temel esaslarına aykırı olmayan bir kanunname ortaya kondu.
Batıda; Belgrad-Rodos-Boğdan-Macaristan, doğuda; Irak, güneyde; Fas hariç Kuzey Afrika Osmanlı topraklarına katıldı, Viyana kuşatıldı.
Fetihler; Osmanlı’ya mali-ekonomik açıdan önemli bir girdi sağladı, bolluk ve refahı getirdi.
İstanbul; bir kültür merkezi oldu, bayındırlıkta önemli adımlar atıldı. Osmanlı’ya; fen bilimlerinde, uzun süre hizmet veren Süleymaniye Külliyesi’nin temeli atıldı.
Şiirde, Fuzuli-Baki-Pir Sultan Abdal-Bağdatlı Ruhi; Matrakçı Nasuh (minyatür-tarihçi), Şehnameci Arifi, Nakkaş Nigari, Hattat Ahmet Karahisari, Mimar Sinan gibi ünlü isimler yetişti. Barbaros Hayrettin Paşa gibi bir denizci ortaya çıktı.
Sadrazam İbrahim Paşa’nın Boğdurularak Öldürülmesi
Dini otorite hariç, siyasi-askeri otoriteyi İbrahim Paşa ile paylaşması, O’nu bu konuda tam yetkili kılması, denetimci bir rolde kalması, her kararını onaylaması; genelde başarılı sonuç verse de, saray tarafından hanedan için tehdit olarak görüldü. Saraydan gelen telkin ve Hürrem Sultan’ın oğlu olmayan Şehzade Mustafa’ya destek vermesi ise boğularak öldürülmesini getirdi.
Geri Kalışının Miladı
İbrahim Paşa’nın boğdurularak öldürülmesinden sonra, şüpheci bir karaktere dönüştü. İktidar-devletin, tek sahibi olduğunu gösteren bir tutum ve davranış sergiledi. Güçlü değil, zayıf karakterdeki isimler ile çalışmayı tercih etti.
İbrahim Paşa’dan sonra gelen Ayas Mehmet Paşa; akıllı, adil olmakla birlikte güçlü bir karakter değildi. Kadınlara olan zaafı, tedbirsizliği ile dikkati çekti. Vebadan vefat etti.
Lütfi Paşa; dindar, tutucu, israfa karşı bir özelliğe sahipti. Tasarruf tedbirleri ve denizciliğe verdiği önem ile dikkati çekti. Sosyal alana müdahale takıntısı, eşi Şah Sultan’la (Kanuni’nin kız kardeşi) girdiği tartışmada, tokat atması ve ardından cariyeler ve harem ağasından dayak yemesi azlini getirdi.
Hadım Süleyman Paşa, “vasat” olarak değerlendireceğimiz bir devlet adamı idi. İki kere Mısır beylerbeyliğine getirildi, ancak iyi bir yönetim ortaya koyamadı. Aden’i Osmanlı topraklarına kattı ise de, Hindistan deniz seferinde başarısız oldu.
Divane Hüsrev Paşa; hiyerarşi gereğince, Hadım Süleyman Paşa’dan sonra gelmesi beklenen isimdi.
Padişah huzurunda; Hadım Süleyman Paşa’yı Mısır’daki uygulamaları ile eleştirmesi, bunun karşılıklı olarak hançerlerin çekildiği bir safhaya gelmesi, ikisinin de azlini getirdi.
Damat Rüstem Paşa; bencil, aksi, sinsi bir kişiliğe sahipti. Komplo, paraya olan zaafı ile tanındı.
Divane Hüsrev Paşa’yı kışkırttığı, Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi, ardından azli ile sadrazam olan Kara Ahmet Paşa’nın idamında, rolü oldu.
Tarıma darbe vuran, Celali isyanlarını yaygınlaştıran İltizam Sistemi uygulaması ile hazineye önemli bir kaynak sağladı, aldığı komisyonlar sonucu inanılmaz servete sahip oldu.
Her şeye rağmen; iki defa sadrazam oldu, sadrazam olarak vefat etti.
Semiz Ali Paşa; akıllı-bilgili, ancak güçlü karakter değildi. İdareci yönü ile tanındı. İcraatı değil, nüktedanlığı akılda kaldı.
Sokollu Mehmet Paşa, güçlü bir karakterdi. İleri görüşü, sorun çözme kabiliyetiyle tanındı. Vasat-kötü idarecilerin ardından gelişi, Osmanlı için bir şans oldu.
16. Yüzyıl Konjonktürü
Portekiz, gemi ileri inşa teknolojisi ve denizcilikteki bilgi birikimi ile açık denizlerden Hindistan’a ulaştı.
Afrika-Arabistan-Hindistan-Çin sahilleri ile Kızıldeniz-Basra-Malakka Boğazı’nda 50’i aşkın kale inşa etti, Brezilya, Angola-Mozambik-Gine-Madagaskar’da (Afrika) koloniler oluşturdu.
1580’de; en geniş sınırlara ulaştı, Güney Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusu’ndaki ticaret yolunun tek hâkimi oldu.
Baharat ticaretinde, Venedik’in yerini aldı.
Uluslararası ticareti ilk başlatan, sömürge imparatorluğu kuran bir devlet oldu.
İspanya, Kristof Kolomb’un 12 Ekim 1492’de Bahama Adaları’nı keşfi ile gelişme gösterdi. 16. Yüzyıl sonunda; Brezilya-Amerika’nın kuzeyi hariç tüm kıtaya, Asya’da Filipinler’e, Avrupa’da Katolik Dünyası’nın yarısına hükmeden bir imparatorluğa dönüştü.
Kendisini önce Hristiyanlığın, sonra da Katolik Dünyası’nın hamisi ilan etti, Avrupa’nın tek hâkimi olmaya çalıştı.
Sömürge ve yağmaladığı ülkelerden, yaptığı altın-gümüş transferi ile Avrupa’nın en zengin ülkesi oldu.
Portekiz gibi; ticari sistemi geliştiremedi, tüccar sınıfını oluşturamadı, bundan karlı çıkan ise Hollandalı tüccarlar oldu.
Zenginliği, lüks yaşam ile gösterişli-görkemli yatırımlarda kullandı.
İspanya ticaretinden zengin olan, Hollanda’yı Kıta Avrupa’nın lojistik merkezi yapan, deniz taşımacılığında Fransa-İskoçya-İngiltere’den çok gemiye sahip Hollandalı tüccarlar; 1581’de Oranje Willem liderliğinde bir araya gelerek, Protestan 7 şehirden oluşan, 1,5 milyonlu Hollanda Birleşik Şehirler Cumhuriyeti’ni kurdu.
Hollanda; İspanya’daki Engizisyondan kaçan Sefarad Yahudilerin, bugünkü Belçika’dan gelen Kalvincilerin (Protestan), Fransa’dan göç etmek zorunda kalan Huguenotların (Protestan) sığındığı, Avrupa’nın en zengin-aydın insanlarının toplandığı, nüfusu yoğun bir ülke oldu.
İngiltere’de; Tudor Hanedanlığı’ndan gelen VII. Henry ve VIII. Henry, parlamento desteği ile siyasi birlik-düzeni sağladı.
Ardından gelen I. Elizabeth (1558-1603); Anglikan mezhebini ülkenin resmi mezhebi yaparak Katolik direnişini kırdı, 1588’de İngiltere’ye saldıran İspanyol Armadası’nı bozguna uğrattı, İspanyol tehdidine son verdi.
Fransa; İspanya-Kutsal Roma Germen İmparatorluğu arasında sıkışıp kaldı, Katolik-Protestan çatışmasını yaşadı.
Krallık ve şehir devletlerinden oluşan, gevşek devlet yapısı ile dikkati çeken Kutsal Roma Germen İmparatorluğu; güçlü merkezi kuvvete sahip olamadı, prenslerin dâhil olduğu Katolik-Protestan çatışmasını yaşadı.
İmparatorluk içindeki Almanya; ormanların tarım alanına çevrildiği, Amerika menşeli mısır-patates ekiminin yaygınlaştığı, nüfus patlaması yaşandığı ülke oldu.
Leh-Litvanyalı prensler arasındaki siyasi çatışma sona erdi, Lehistan- Litvanya Birliği kuruldu.
Rusya; uzun süre taht kavgası yaşadı, Korkunç İvan’ın başa geçmesi Kazan’ı işgali ile bir genişleme gösterdi.
Şah İsmail’in vefatıyla siyasi çatışma yaşayan, Osmanlı karşısında sürekli gerileyen, başkenti Tebriz’den İsfahan’a taşımak zorunda kalan Safevi Devleti; 1587’de Şah Abbas’ın hükümdar olması, askeri reform ile Osmanlı Ordusu benzeri ateşli silahlarla donanımlı merkezi kuvveti içeren güçlü bir orduyu inşa etmesi sonucu tekrar toparlandı.
Doyum-Tatmin-Kendini Üstün Görme
1566’da, Osmanlı; batıda Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ve Lehistan-Litvanya Birliği, kuzeyde Rusya, doğuda Safevi Devleti ile komşu, Kuzey Afrika-Balkanlar-Orta Avrupa-Batı Asya-Akdeniz-Basra-Kızıldeniz’e hükmeden, 14,893.000 km kare yüzölçümlü, tabi ülkeler hariç tahminen 22,5 milyon nüfuslu bir imparatorluktu.
Karada; ateşli silahlar ile donanımlı, profesyonel askerlerden oluşan merkezi kuvveti içeren en büyük-modern-güçlü orduya sahipti.
Askeri güç, Avrupa ve İran’daki siyasi durum nedeni ile Osmanlı’nın karada ilerleyişini durduracak bir devlet yoktu.
Denizde; büyüklük-ateşli silahlarla donanım itibariyle iç denizlerde yeterli, açık denizlerde ise yetersiz bir donanmaya sahipti.
Açık denizlerde, Portekiz-İspanya engeline takıldı. Zaten açık denizlere açılma, sömürge sahibi olma gibi bir hedefi yoktu. Bunun ihtiyacını da hissetmedi.
Geniş coğrafyada az-seyrek nüfusa sahip, sayılı büyük şehri olan, halkı zengin olmamakla birlikte açlık sıkıntısı çekmediği, ekonomik açıdan kendi kendine yeten, savunma harcaması yüksek, fetihleri karlı olmaktan çıkan, ticari geliri azalan, İltizam sistemi ile tarımda üretim kaybına uğrayan, teknolojide Avrupa’nın gerisine düşen bir görünüm arz ediyordu.
Buna karşılık, Avrupa’da; keşifler ile Portekiz-İspanya, ticarette; ticaret yolunun Kıta Avrupa bağlantısı olan Hollanda-Kuzey Fransa-Almanya zenginleşti.
Amerika menşeli mısır-patates-fasulye ekimi, iklimin ılımlaşması ve tarım alanının genişlemesi; Avrupa’da açlığın çaresi oldu, Avrupa’nın nüfusu 50 milyondan 100 milyona yükseldi.
Nüfus yoğunluğu; kentleşmeyi, kentleşme; modern tarım uygulaması, üretim teknolojisindeki gelişmeyi getirdi. Gemi inşa-kâğıt-metalürji ve dokuma imalatında gelişme görüldü.
1568’de başlayan 1648’de biten, siyasi-mezhebi nedene dayanan savaşlar-katliamlar ve veba; Avrupa’da hem yıkımı, hem de Hollanda-İngiltere-Avusturya-Fransa gibi devletlerin yükselişini getirdi.
Rahatlık-Rehavet
Kanuni; 1566’da, Zigetvar kuşatması esnasında vefat etti. II. Selim, hükümdar oldu.
II. Selim; Hürrem Sultan’dan olma kardeşi Şehzade Beyazıt’ı babası desteği ile hallinden, bir veraset kavgası yaşamadı.
Babasından miras olarak; Sokollu Mehmet Paşa gibi dirayetli idareci, Avrupa’nın en büyük-modern-güçlü ordusu, mali-ekonomik açıdan kendi kendine yeten, Kuzey Afrika-Balkanlar-Orta Avrupa-Batı Asya-Akdeniz-Basra-Kızıldeniz’e hükmeden 14,893.000 km kare yüzölçümlü bir imparatorluk kaldı.
Güçlü bir hükümdar değildi, yönetimde rahatı-kolayı tercih etti.
İdari-askeri otoriteyi Sokollu Mehmet Paşa ile paylaştı, sefere çıkmayan ilk hükümdar oldu. Diğer bir ifade ile “Devleti, Sokollu Mehmet Paşa yönetti” dersek daha doğru olur.
Sokollu Saltanatı
Dirayetli yönetimi ile Sokollu Mehmet Paşa; hem II. Selim’i, hem de ardından gelen III. Murat’ı aratmadı. Düşüşe geçen Osmanlı’yı zirvede tutan isim oldu.
İleri görüşlü bir kişiydi, Avrupa’daki gelişmelerin farkındaydı, bir araya gelmelerinden de endişe duyuyordu.
Avusturya ile anlaşma yaparak batı sınırını emniyete aldı, Asya-Hint Okyanusu’na yöneldi. Zira Osmanlı’nın ikbalini, bu alanda görüyordu.
Baharat ticaretindeki kaybı, İpek Yolu ticareti ile gidermeyi düşündü. Don-Volga’yı bir kanal ile birleştirerek; Orta Asya’daki Türk hanlıklar ile irtibat kurmayı, İpek Yolu’nu kontrol altına almayı, Rusların güneye inmelerini engellemeyi hedefledi.
Kanal inşaatını, başlattı. Ancak bu; kış şartları, Kırım hanının gerekli desteği vermemesi, Rusların saldırıları ile yarıda kaldı.
Haliç Tersanesi’ni genişletti; Portekiz tehdidine karşı, Kızıldeniz-Basra Körfezi ve Umman’daki Osmanlı donanmasını takviye etti.
Süveyş Kanalı düşüncesi ışığında, Sudan’ı Osmanlı topraklarına kattı.
1579’da; ikinci divan çıkışında, derviş kılığındaki bir kişinin, nedeni bilinmeyen hançerli saldırısında hayatını kaybetti.
Kadınlar Saltanatı
Sokollu’nun ölümü ile yönetimde önemli bir boşluk oluştu. Boşluğu dolduran ise arka planda yer alsa da Safiye Sultan oldu. Zira II. Selim gibi; III. Murat’ta, güçlü bir karakter değildi.
Bu durum; kadın sultanların kendisi ve çocukları için ölüm-kalım meselesi olarak gördüğü siyasi mücadeleyi, hükümdar üzerinde etkili olmayı, devlet adamlarını hatta hükümdarı belirlemeyi getirdi.
Hükümdarın Otoritesini Kaybetmesi
III. Murat; 1593’te, Koca Sinan Paşa’nın teklifi ile askeri otoritesini sadrazama devretti. Bu; kendisi ve sonrasında gelen hükümdarların otoriteden mahrum kalmasına, kadın sultanların devlet adamlarını hatta hükümdarı belirlemesine, yeniçerilerin hükümdarı öldürmeye varan taşkınlığına yol açtı.
En Geniş Sınırlara Ulaşma
Osmanlı; 1595’te, 19.902.000 km kare yüzölçümü ile en geniş sınırlara ulaştı. Ancak; bu, gelişimi ile değil; geçmişteki birikimi ve Avrupa’daki konjonktürle ilgilidir.
Değişen Konjonktür
Avrupa’daki Otuz Yıl Savaşları ve Seksen Yıl Savaşları, 1648’de yapılan Vestfalya Anlaşması ile son buldu.
Bu; hem İngiltere-Fransa-Hollanda-Avusturya gibi gelişmiş güçlü devletleri, hem de Osmanlı’ya karşı birleşik bir cepheyi doğurdu.
Kısaca, doyum-tatmin-kendini üstün görme ve bunun hep böyle devam edeceğini sanma, rahatlık-rehaveti; rahatlık-rehavette, geri kalışını getirdi. Bu nedenle; Kanuni dönemi, Osmanlı’nın hem zirvesi, hem de geri kalışının miladı oldu.
1595’e kadar genişlemesini sürdürmesi; gelişimi ile değil, geçmişin birikimi ve Avrupa’daki konjonktürle ilgilidir.
Not; devamı, “Osmanlı Neden Geri Kaldı?” -3-‘te.