
KOMANDO RECEP
Halim Kaya
Ülkücü Hareketin tarihi mücadelesini anlatan kitapların yazılmasını destekleyen ve mümkün oldukça da alıp okuyan, sekiz bin civarı kitabıyla azımsanmayacak bir kütüphanesi olan sıradan bir vatandaş olarak ben bu kitabı önce almak istemedim, fakat daha sonra ne hikmetse içime almak isteği doğdu. Almak istemememin ilk sebebi bana sanki abartılı bir şekilde çatışmalardan, ölümlerden ve sadece maceradan bahseden bir kitap olduğunu düşünmemdir. Ancak alıp daha ilk ithaf sayfasını okuduktan sonra kanaatim değişmeye başladı. Önsözü de okuyunca iyi ki almışım dedim. Çünkü bu kitabı yazan bir akademisyendi. Babası Komando Recep’in anlattıklarını akademisyen süzgecinden de geçirerek Doç. Dr. Kürşat Esat Alyamaç yazmıştı. Kitabın yaşanılan kıymetli bir mücadeleyi anlatmasından ayrı anlamı vardı, akademik bir göz ve anlayış ile yazılmıştı.
Doç. Dr. Kürşat Esat Alyamaç’ın kaleme aldığı “Komando Recep” kitabı 2019 yılının Mart ayında Cinius Yayınlarından çıkmıştır. Kitap 136 sayfadan ibaret olup “Komando Recep” adının altında “24 Haziran 1975 İsyanı (Diyarbakır Olayları” ve 1978 Bingöl Olayları” diye isimlendirilmiştir. Kitap; Önsöz, Giriş, Ülkücülük ve Milliyetçilik, Diyarbakır ve Sosyal Doku, Diyarbakır’da Ülkücü Hareket, Diyarbakır’ın işgali, Elazığ’a Hicret ve Bingöl Olayları, 1980 İhtilalı’na Kadar Çileli Yıllar ana başlıklarının altında çok sayıda küçükbaşlıklardan oluşmaktadır. Sonunda da Komando Recep ve Arkadaşlarının o zamanki bazı resimlerle takviye edilmiştir. Doç. Dr. Kürşat Esat Alyamaç’ın ifadelerinden kitabın devamının da geleceği anlaşılmaktadır.
Doç. Dr. Kürşat Esat Alyamaç kitaba bizimde bizar olduğumuz bir hususu “Bulunduğu veya mensup olduğu gruba/topluluğa layık hareket etmeyen, kurallarına uymayan ve hayat tarzı farklı insanlar vardır. Bu insanların olumsuz karakterine ve samimiyetsiz yaşam tarzlarına bakarak mensup oldukları grup/topluluk hakkında hüküm vermek, en basit tabirle cahillik olur. Bunlarla beraber mensup olduğu veya gönül verdiği yerin kurallarına uyan ve yaşayan tarzını inançları doğrultusunda ayarlayan fakat zaman zaman çeşitli konularda hata yapan insanlar da vardır. Bu hatalar üzerinden de o gruba/topluluğa/millete/ dine suizan beslemek veya düşmanlık etmek, en basit tabirle ahmaklık olur.” (S:13-14) diyerek giriş yapmıştır. Ancak bu söylediklerine şunu da eklemek gerekir gruba/topluma/millete/dine mensup kişilerden bazılarının öğretiden ve ana kitleden sapan davranışları üzerinden o grup/toplum/millet/din hakkında bilgilendirdiği kişileri de sağlıklı bilgilendirmediği için okurlarını kandıran bir yalancı durumuna da düşer. Ülkücü Hareketi kötü göstermeye çalışanlar onun kötü olduğu için öyle göstermiyorlar kara propaganda yaparak ülkücüleri bezdirmek, bezginlik dolayısıyla Ülkücülükten soğutmak, vazgeçirmek daha sonra milleti, devleti savunmasız, sahipsiz bırakmak ve istedikleri gibi at koşturmak düşüncesindedirler. Tabiri caiz ise köpeksiz köyde değneksiz gezmek istiyorlar.
Kitabın giriş kısmından hemen sonra yer alan “Ülkücü ve Milliyetçilik” başlığının altındaki “Ülkücü Kimdir?” başlığı mutlaka Ülkü Ocaklarında levha olarak asılmalı ve gençlere okutulup zaman zaman da tekrar ettirilmelidir ki burada ki tariflere göre yaşayan bir geç olsunlar. Bu tanımlardan birisi “ Ülkücü; boş vaktini değil, her vaktini Türk milletinin kutlu geleceğine ayıran, bilgi ve bilinçli kişidir.” (S:19) olarak tarif etmiş ülkücüleri.
Doç. Dr. Kürşat Esat Alyamaç’ın Başbuğ Alparslan Türkeş’in “Dokuz Işık ve Türkiye” kitabından aldığı uzun pasajın bir paragrafında “Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücülüğümüz, Türk milletini en kısa yoldan, en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh hale getirmek; bağımsız, özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturmaktır.”(S:25) diye tarif etmektedir.
Diyarbakır’dan Türklerin zorla göç ettirildiğini, bilinçli bir şekilde Diyarbakır’ın bölücülerin şehri haline getirilmeye çalışıldığını, iç ve dış bölücü güçler tarafından Diyarbakır’ın ezelden beri bölücülerin elinde bir şehir olduğu algısı oluşturulmaya çalışıldığı, Diyarbakır’da Süleyman Camii etrafında Halid bin Velid’in oğlu Süleyman il birlikte yirmi yedi, bölgede ise kırk bir sahabenin kabrinin bulunduğunu bilgisini veriyor.
Diyarbakır’ın fethi için Hz. Ömer Halid bin Velid kumandasında İslam ordusunu gönderir, ordu şehri kuşatır ancak surlar fethe izin vermez, kuşatma uzar ve ramazan gelir ordu orucunu aksatmaz Halid bin Velid’e gece kendisine bırakılan bir parça ekmek ile oruç tutar. Bu durum üç gün sürer üçüncü gün sorumlu askere ordunun erzakının bitip bitmediğini sorar yeterli erzak olduğu cevabını alır. Ancak asker bunu takip eder dördüncü gece ekmeği bırakır ancak bir kurt gelerek ekmeği alır ve nehri yüzerek geçip surların altındaki bir delikten şehre girer. Kurt İslam ordusuna yol göstermiştir. Tıpkı Ergenekon destanında olduğu gibi. İslam ordusundan yirmi yedi kişi bu delikten girip kapıları açar ancak hepsi şehit olur. Bu hikaye 1950’li yıllarda hal arasında bu hikaye her Diyarbakırlı tarafından çocuklarına gururla anlatılır. Kurt’un Türk milletinin sembolü olduğu bilinerek.
1970’li yıllarda Recep Alyamaç moda olan komünistliği değil de Ülkücülüğü seçer ve ilk ülkücü teşkilatı, Genç Ülkücüler Teşkilatını arkadaşı Vedat Güldoğan ile kurup teşkilatlanırlar, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü ve Diyarbakır Tıp Fakültesi tamamen ülkücülerin hâkimiyetindedir. 1973 seçimlerinde Diyarbakır Spor başkanlığı da yapmış olan Çelebi Eser MHP’den belediye başkan adayı olur. Altı tane belediye meclis üyesi çıkarırdı. Genç Ülkücüler Teşkilatının genel başkanı Hanifi İlbeyli idi, Diyarbakır İl Başkanı da Vedat Güldoğan olmuştu. Yıllar için de Ülkücü Teşkilatlar devlet tarafından kapatıldıkça Türk Ülkücüler Teşkilat, Büyük Ülkü Derneği ve Ülkü Ocakları gibi isimlerle yeniden teşkilatlanılıyorlar. Nebi Cami önünde Bizim Anadolu gazetesi, Devlet, Töre ve Bozkurt dergilerini rahatlıkla satıp, ayrıca Elazığ Caddesinde adı Bozkurt olan kitapçı dükkânının Ülkü Ocakları adına işletiyorlar.
Diyarbakır Eğitim Enstitüsü öğrenci temsilcisi Mehmet Özyurt idi, Mehmet Özyurt öğretmenlikten emekli olduktan sonra şu an Bursa’da ikamet ediyor.
Komando Recep katıldığı bir gençlik kampı hakkında şu bilgileri verir. İlk Gençlik eğitim ve kültür kampı 1968 yılında Ülkücü gençliğin talepleri üzerine Başbuğun arkadaşları Rıfat Baykal ve Dündar Taşer’in sorumluluğunda açıldı. Basın ve azılı komünist militanların yaygarası ile “komando kampları” olarak ünlendi. Komando kapmaların da hayat sabah namazıyla başlar, sıkı bir sabah sporu ile devam eder, sabah kahvaltısından sonra öğleye kadar profesyonelce spor faaliyetleri yapılır. Öğle yemeği ve öğle namazından sonra ikindiye kadar dini konularda sohbet ve seminerler yapılır. İkindi namazından sonra spor çalışmalarıyla akşam namazı vaktine kadar meşgul olup akşam namazından sonra istirahat, temizlik, yemekten sonra cemaatle yatsı namazı ve dini ve milli konularda sohbet ve seminer yapılır ve belli bir saatte yatılır.
Ülkücüler kendi imkânlarıyla gençlik eğitim ve spor kamları yaparken devrimci anarşist ve bölücüler Filistin Gerilla kamplarında silahlı eğitim alır, bomba yapmayı, bombalamayı öğrenir gelip Türkiye’yi kan gölüne çevirirlerdi.
Komando Recep Türkiye’nin terörle mücadelesini “ Türkiye Gerçekleri ve Terörizm” başbakanlık tarafından 1973 yılında “Beyaz Kitap” adıyla bir kurula hazırlattırılan rapor verilerinden hareket ederek anlatıyor: Türkiye’nin komünizm ile mücadelesi1020 yılından beri devan ediyor. 1923-1952 arsında farklı isimlerle kurulmuş 24 örgütlü komünist faaliyeti ortaya çıkarılmış, failleri çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Bu örgütlerin eline düşen gençlere Marksist – Leninist fikirlerle düzeni değiştirmek için silahlı eylem yapmak gerektiği öğretilmiştir. Bu soysuzların 1920-1970 arsı tek hedefi Türkiye Cumhuriyeti’nin şahsı ve devletimizin şahsında İslam diniydi. 1970’ten sonra sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne değil, devletin yanında yer alan vatandaş ve sivil toplum kuruluşlarını da hedef alıp saldırmaya başladılar. Bu komünist örgütler suikast, cinayet ve bombalı eylemler yaptılar. Komando Recep “Burada basit bir kavga yoktu, çok uluslu bir savaş vardı. Savaş, sağ ile solun savaşı değildi. Savaş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile dünyanın, İslam ile Siyonizm’in, Hilal ile Haç’ın, adalet ile zulmün, var olma ile yok olmanın savaşıydı.” (S:66) diyor.
24 Haziran 1975 günü Başbakan Yardımcısı Başbuğ Türkeş Diyarbakır’a gelecek ve Toprak Reformu kapsamında toprak ağalarından kamulaştırılmış topraklardan köylüye toprak dağıtımını gerçekleştirecektir. Aynı gün Üniversite giriş sınavı da vardır, bütün sol fraksiyon mensupları sınav giriş yerlerini değiştirerek sınav yeri olarak Diyarbakır’ı yazmışlardır. Toprak reformuna karşı olan toprak ağaları da marabalarını göndererek sol teröristlere destek vermiştir. Miting günü Üniversite imtihanı için gelip imtihana girmeyen teröristler ile toprak ağalarının marabaları birleşip miting alanın işgale kalkmış, polis engel olamayınca asker olaya müdahale etmiş askerin müdahalesi de etkisiz kalınca araya tanklar girmiştir. Sol örgüt ile marabaların çevirip ablukaya aldığı gruba ateş etmeleri üzerine çok ülkücü ve vatandaş yaralanmıştır. Konuşma küsüsü ve konuşma sitemi dağılmış, Valinin miting alanına gitmeyelim sizin can güvenliğiniz sağlayama demesine rağmen Başbuğ Türkeş Ben Başbakan Yardımcısıyım Devleti temsil ediyorum diyerek alana gelmiş ve temin edilen bir megafon ile halka hitap etmiştir. Komando Recep’e göre Devlet sızmış sol militan kadroların koruması ve ihmali bu isyana sebep olmuştur. Sahi devlet güvenlik ve İstihbarat güçleri hiç mi bir istihbarat almamışlardı. Yoksa Diyarbakır’ı, Diyarbakır Üniversitesinde okuyan Ülkücü Milliyetçi kadroları boşalttırıp Diyarbakır’ı bölücülere teslim etmenin alt yapısı mı yapılıyordu. Yine Komando Recep’in dediği gibi İç ve dış mihraklarca Türkiye’yi bölmenin, Diyarbakır’ın PKK-PYD’ye tesliminin hazırlıklarımıydı? Bu olaydan sonra Komando Recep Başbuğun emri ile Elazığ’a hicret ettirilir. Diyarbakır Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüsü, Tıp Fakültesi’nde okuyan milliyetçi ülkücü öğrenciler zorla başka şehirlere nakil yaptırılır ve bu okullar boşalttırılır.
16 Ocak 1978 de MHP’li Bingöl Belediye Başkanı Hikmet Tekin ile toplu iş sözleşmesi görüşmelerine öğle arası verip yemek için Belediye dışında bir lokantaya giden Komando Recep ile Belediye Başkanı Hikmet Tekin’e uzun namlulu silahlarla çapraz Sol teröristlerce ateş edilir ancak her ikisi de kurtulur, Komando Recep’in belediyenin önünde park halindeki özle otomobili benzin dökülerek yakılır. Bu eylemi yapanların başında o günlerde Bingöl’de öğrenci olan bu gün PKK’lı olan Şemdin Sakık vardır.
Cezaevinde Hücrede birlikte kaldığı terörist Piro’nun “Bize çok zararınız oldu. Hesapta siz yoktunuz. Biz şehirlerde terör oluşturup devleti aciz bırakacaktık. Bunun sonucunda da Diyarbakır’da (24 Nisan 1975) denemesini yaptığımız isyanı Doğu ve Güneydoğu’ya yayıp Kürt Devleti kuracaktık. Ama Ülkücüler buna engel oldu. Biliyor musun artık şehirlerden çekileceğiz. Mücadelemiz kırsalda vereceğiz. Kırsalda güçlenip devletimizi ondan sonra kuracağız.” (S:115) dediğini söyleyen Komando Recep “Piro’nun ihtilalın olacağından ve daha o gün PKK’nın kurulacağından haberi vardı.” (S:115) diyor. Sohbetin devamında Terörist Piro komando Recep’e “Hakikaten şanslı adamsın, öleceğin yok senin. İlk defa Bingöl’de, bir defa Elazığ’da kurşunladık, ölmedin de ölmedin yahu. Hele Diyarbakır’dan sağ çıkmanı takdir ediyorum. O olaylar sırasında senin ölmen lazımdı, fişini çekmiştik.” (S:115) diyerek hem suçlarını hem de Komando Recep’in kuruluşuna akıl erdiremediğini itiraf eder. Komando Recep bu konuşmadan dört hafta sonra 11 Eylül 1980 tarihinde askeri savcılığa çıkar ve serbest bırakılır. Ancak aynı gece 12 Eylül Darbesi olur, Komando Recep geçiş olsuna gelen misafirleri yolcu edip yatmaya niyetlenirken Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Kay arar ve darbe olduğunu haber veri, tam telefon kapmışken asker kapıyı kırarcasına vurur, kapıyı açınca bizimle geleceksin derler. Ancak bir gün önce sorgulanıp serbest bırakıldığı için ertesi gün yine serbest bırakırlar.
Komando Recep “Devletten yana olmanın bedelini her ülküdaşım fazlasıyla ödedi. Pişman değiliz, olmadık olmayacağız, yorgun değiliz, yorulmadık ve yorulmayacağız” (S:124)diyor. Ülkücüler dün sivil olarak komünizmle yaptıkları mücadeleyi bu gün kamu görevlisi olarak bölücü sol PKK-YPG terörü ile savaşarak yapıyorlar. Allah devlete ve millete zeval vermesin, hainlerin oyunlarını boşa çıkarsın İnşallah.
Olayları yaşayan değil de hatıratı yazan kişinin farklı bir kişi bir akademisyen olması kitabı amatörlüğün eseri olarak görülebilecek hata ve sakıncalarından korumuş, kitapta düzgün ve akıcı bir anlatım var. Dili yönünden anlaşılır bir dil ve cümleleri Türkçenin gramer yapısına uygun, hatıratlarını kendileri yazanların çoğunda görülen devrik cümle ve mahalli şive ve kelimelerle meydana gelen anlaşılmazlıktan beri kılmış. Bir dönemin bir kesiti daha onu yaşayan bir ülkücü olarak olaylara birinci dereceden şahit ve oluş gerekçelerine vakıf biri tarafından kayıt altına alınarak, muallâkta kalması ve çarpıtılmasının önüne geçilmiştir. Bundan sonra kitapta anlatılanlar hususunda tek taraflı suçlayıcı bir bilgiye mahkûm olmaktan kurtulduk.
Doç. Dr. Kürşat Esat Alyamaç’a bu kitabın meydana gelmesinde gösterdiği çabaları için Ülkücüler olarak tebrik ederiz, kendisine müteşekkiriz. Söz verdiği peşi sıra gelecek kitapları heyecanla beklediğimizi bilsin isterim.