DİJİTAL YOZLAŞMA
Kemal ÇOPUROĞLU
20. Yüzyılın sonunda başlayan ve şu anda idrak etmeye çalıştığımız 21. yüzyılın yaşamakta olduğumuz zaman diliminde hızlı bir tırmanışa geçen, bazen korkutucu biçimde gelişme gösteren ve zihinlere; “Bilim ve Teknoloji Çağı, Dijital Çağ, Postmodern Dönem vs” diye kazınan bu zamânların, bilim ve teknoloji üzerindeki önemli ve olumlu tesirleri bir yana, dünya ve ülkemiz ölçeği üzerinde -özellikle de iletişim yönünün- insan ilişkileri açısından psikolojik, sosyal ve kültürel etkileri daha fazla tartışılmalıdır.
Dijital teknolojinin çok mühim bir eseri ve günümüzün en önemli haberleşme ve iletişim aracı olarak kabul edilen cep telefonunun 1990’lı yılların ortalarında ülkemizde talep görmeye başladığını göz önünde bulunduracak olursak aradan geçen 25 yıllık bir zamân dilimi Türk toplumunda ne gibi sosyal ve kültürel farklılaşmalara ve değişmelere yol açmıştır? İlmî ve akademik çevrelerin bununla ilgili istatistikî saha çalışmaları ve yayınları mutlaka vardır fakat sonuç ve değerlendirmeler kamuoyuyla yeterince paylaşılabilmiş midir? Bütün bunlar, cep telefonu ve diğerleriyle gerçekleşen iletişim unsurlarının bir vasıta olarak toplum üzerindeki etkilerini tartışmaya açmadan önce sorulması gereken sorulardır.
Türk milleti olarak geçmişten günümüze uzanan târihî seyir içerisinde zengin bir sözlü kültüre sahip olduğumuz bir hakîkâttir.Yaşı 40’ın üzerinde olanlar çocukluk çağında çoğu zamân nenelerinden, bazen de dedelerinden çeşitli masalları mutlaka dinlemişlerdir. Bu neslin hafızâsı daha ilk okula başlamadan evvel zengin bir sözlü kültürle beslenmeye başlamıştır. Bunu genele teşmil edecek olursak, Türk halkı da yüzyıllarca aynı kültürü nesiller boyu devâm ettirmiştir. Burada masal sadece bir örnektir; halk türkülerini, tekerlemeleri, mânileri, destanları, efsâneleri, menkîbeleri, halk hikâyelerini, fıkraları vb.lerini bu yaygın sözlü kültür içerisinde değerlendirmek gerekmektedir ki hepsi de millî kültürümüzün nesilden nesile aktarılmasında mühim bir rol oynamıştır. Selçuklu ve Osmanlı Anadolu’sunda mektep ve medreselerin bulunduğu ve o günün önemli kültür merkezleri sayılabilecek şehirler dışında kalan taşra hayâtında; köy, mezrâ ve aşiret çevrelerinde yazılı kültürden söz edebilmek fazla mümküngörünmemektedir. Bunda, sürdürülen hayat tarzının, sosyo- ekonomik şartların önemi büyüktür. Her şeyden evvel hayvancılığa dayalı bir geçim şekli ; halkın Asya bozkır kültür ve geleneğinde olduğu gibi hayvan sürüleriyle birlikte yazın yaylaya çıkmaları, tam yerleşik bir şehir kültürünü zamânla kazanmaya başlamış olmaları gibi sebepler zengin bir sözlü kültürün hâkim kılınmasını sağlamıştır. Günümüzün bütün gelişmiş imkânlarına rağmen toplumumuzdaki kitap okuma alışkanlığının düşük olmasının târihî sebeplerinden birisi de kanaâtimizce bu sözlü kültür geleneğidir ve bu gelenek farklı vücutlara bürünerek hâlâ kendisini göstermektedir.
Bugün, dijital çağın ortaya çıkardığı; insanlığın günümüzdeki en önemli iletişim kanalı diyebileceğimiz internet ve bu kanal üzerinden; bilgisayar, cep telefonu gibi araçlarla sağlanan global bir ağ imkânıyla oluşan ve ” 4. kuvvet” diye tâbir edilen yazılı ve görüntülü medya gücünün bile yerini alabilme gücüne sahip olduğu düşünülen “sosyal medya,” toplumda şüphesiz çok önemli bir güç hâline gelmiş; toplumla ilgili kanaâtler, her türlü tabii, suni tasavvur ve algılar buna göre şekillenmeye başlamıştır. Öyle ki -bazen kânunlardaki birtakım boşluk ve esnekliklerin tesiriyle meydana gelmiş olsa bile – yargı kararlarını bile kimi zamân yetersiz bulan sosyal medya efkâr-ı umûmiyesinin kanaât ve telkinleri, verilen mahkeme kararları nihâî olmamasına rağmen onları etki altına almaya çalışmaktadır.
Bazı sosyal bilimciler, -kimi zaman Batılı kaynaklardan alıntılayarak- ; sanal cemaât, postmodern kabile- cemaât, vb, diye adlandırdıkları ve Gemeinschaft-Gesellschaft gibi örneklerin farklılıklarını izâhla; bu sanal cemaâtlerin kolektif bir ruha sâhip olmaları yanında herhangi bir mekânları olmadıklarını ve bâzen de bu sanal cemâtlerin samimiyetsiz ve sahte olduklarını belirtmişlerdir. Çeşitli sosyal medya organlarının altında toplanan fikir ve inanç gruplarının mekânları gerçek olmasa da herhangi bir etki- tepki münasebeti sonucunda -geçici de olsa- sokakları, cadde ve meydanları; yâni sanal olmayan mekânları tercih ettikleri görülmektedir. ABD’de zenci bir gencin polis tarafından öldürülmesi sonucunda gelişen olaylar, Fransa’da vergi reformlarını protesto için sokaklara inen ve “Sarı Yelekliler Hareketi” diye adlandırılan protestolar bu manâda herhâlde göz ardı edilemez. Dış basında yer alan bilgilere göre bu olaylarda rol alan göstericilerin pek çoğunun farklı yaş ve sınıftan olması ve pek çoğunun birbirini tanımıyor olması da dikkat çekicidir. Yaşanılan bu durum, sosyal medyada cephelenmiş olan sanal cemaatlerin istikbâldeki hâllerini hangi ölçüde değiştirebilecekleri sorusunu da akla getirmektedir.
Sosyal medya cephesindeki genel manzaraya göz attığımızda akılcı, ilmî, uzlaştırıcı, birleştirici,bütünleştirici, barışçı, dostluk yanlısı ve ahlâkî vb. mesajların yanı sıra; kışkırtıcı, kavgacı, şiddet yanlısı, insan şeref ve haysiyetini ayaklar altına alan, saygısızca, ahlâksızca tavır ve davranışları esas alan mesajların da yer aldığı bir gerçektir. Burada bir de “uydum kalabalığa” cinsinden tipler vardır ki bunlar, içerisinde bulundukları durum ve şartlara göre, hem iyi olanı hem de kötü olanı tastik etmektedirler. Bütün bunlara ilâveten bu ortamda tam bir keşmekeş ve dezenformasyon yaşanmakta , asıl kaynağından uzaklaşarak yozlaşan bilgi, zamânla efsâne hâline dönüşerek toplumda yanlış kanaât ve inançların kalıcı olmasına sebep olmaktadır. Yazılı külturün yaygın olmadığı dönemlerde sözlü kültüre âit kanaât ve inançların benzerlerinin günümüzde de farklı vücutlara büründüğünden evvelce bahsetmiştik.İşte asıl üzerinde durulması gereken budur; geçmişte sözlü kültür unsurları nasıl ağızdan ağıza dolaşıp nesilden nesile aktarılagelerek birtakım hurâfelerle örülü yanlış kanaât ve inançların toplumda yerleşmesine sebebiyet vermişse bugün internet ortamında benzeri topluluklar tarafından oluşturulanlar bunun aynısından başka bir şey değildir. Sözlü kültür unsurlarının kalıcı olmaması, ağızdan ağız nakil yoluyla aktarıldığı için değişikliğe uğraması, yalan yanlış biçimde süregelmesi normaldir. Fakat bunların günümüzde internet kanalıyla, sosyal medya vb. unsurlarla yazıya aktarılıp yaygınlaşması, yerleşmesi bir toplumun sağlıklı bir gelişme gösterip göstermemesi bakımından çok önemlidir. Geldiğimiz noktada, bilginin sözlü veyâ yazılı olmasından çok, bizce doğruluğu ve yanlışlığı mühimdir. İnternette yer alan ilmî ve akademik neticelere dayalı bilgi kaynaklarının tamâmen dışında yer alan; modern veyâ dijital çağın hurâfeleri diye adlandırabileceğimiz bu söylenti ve rivâyetler bazı toplum kesimlerinde zamânla adetâ kült hâline dönüşebilmektedir. Vatandaşlarımızın gerek sosyal medyada yer alan paylaşmalar hakkında gerekse internet gazetelerinde yer alan haber sonlarında yapmış oldukları yorumlarda bazen taban tabana çok zıt fikir ve görüşlere sahip olduğunu müşâhade etmekteyiz. Bunda bir beis yoktur ancak tartışma kültüründen tamâmen uzak, adâba mugayyir, küfürlü, hakaretâmiz ifâde, yorum ve beyânlar, aslında toplumun büyük bir kesiminin seviyesini de gözler önüne sermektedir. Bütün bunlar da bir tarafa, kullanıcının hangi dili konuştuğu bile belli değildir. Konuşma dilinin hâkim olduğu, cümle bilgisinden tamâmen uzak bir ifâde ve bozuk bir Türkçe ile yapılan yorum ve tartışmalar, Türkçemizin geleceği bakımından da endişe vericidir.Öyle ki sosyal medya kullanıcısının, başkasına hakaret amacıyla savurduğu (deyimleşmiş ) küfrü, deyim kalıbını değiştirerek yanlış kullanması bile trajikomik bir durumdur. İmlâ kuralları ve noktalama işaretleri de zâten hak getire…
Sonuç olarak, çağımızın en önemli dijital iletişim ve haberleşme organlarından olan sosyal medya vb.leri toplumda kanaât ve inançların yerleşmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu iletişim unsurları, doğru bilgi edinme, toplumda birlik beraberlik, dayanışma, dostluk ve arkadaşlık gibi faydalı faaliyetlerle birlikte toplumun genel ahlâk kurallarına aykırı; kışkırtıcı,ayrıştırmacı, bölücü, yıkıcı, kamplaştırıcı-ötekileştirici tavırlar arz eden, toplumun huzurunu tehdit etmeye yönelik birtakım tehlikeli faaliyetlere de zemin hazırlamaktadır. Bu şartlar altında sosyal medyanın toplumda kanaât ve inanç oluşturması, yargı kararları hakkında psikolojik baskı unsuru oluşturmaya çalışması ne kadar isâbetli ve doğrudur? Kaldı ki hukuk alanındaki reformlar günün şartlarına ve halkın ihtiyâçlarına uygun anlamda gerçekleştiği taktirde bu tip dış müdahalelere de zâten gerek kalmayacaktır. Böylesine sınırsız ve sorumsuz biçimde gelişen; adetâ sanal kabileler oluşturan bu gücün, ülkemizin geleceğini hangi ölçüde etkileyeceği, ne gibi tahribâtlara yol açabileceği ve bununla ilgili olarak nasıl önlemler alınması gerektiği gibi konular daha çok sosyolojinin ve sosyal psikolojinin alanlarını ilgilendirmekle birlikte bahsi geçen bu konularla ilgili araştırma yapan bilim adamlarına büyük vazifeler düşmektedir.