
CEMAL KURNAZ HOCA’DA YUNUS SEVGİSİ
Halim Kaya
Cemal Hocayı hiçbir kitabını okumamakla birlikte yıllardır tanır, uzaktan uzağa da sever kendime yakın hissederdim. Herhalde Türk milletine verdiği değer beni kendisine cezbediyordu. Nitekim ilk okuduğum kitabı da “Türk Olmak” kitabı oldu. Bu kitabı okuyunca yazdığım ve Ülkü Yaz sitesinde yayınlanan kitap analiz ve değerlendirme yazısında kitabı tanıtım ve tavsiye için yazdığım cümleyi çok abartılı buldu. Ve bana sosyal medyadan “Abartmışsın” diyerek alenen yazdı. Ne yalan söyleyeyim. Biraz kırıldım. Hayal kırıklığına uğradım. Hatta bir edebiyat üstadının eleştirisi karşısında ezildim. Ben de kendi sosyal medya hesabımdan kırgınlığımın neticesi ve kabullenemediğim yalancı demiş gibi algıladığım söz için “bir adama abartmışsın demek sen yalan söylüyorsun demektir. Çünkü abartmanın içinde geçek olmayan bilgi vardır. Gerçek olmayan bilgiyi söylemekte yalancılıktır” diyerek paylaştım. Bilme gördü mü bu paylaşımımı. Ertesi gün bir ilkokul öğretmeni yine sosyal medya üzerinden Cemal Hoca’ya “Hocam ilkokul beşinci sınıf öğrencim okumak için benden kitap istedi verdiğim kitaplar arasına sizin ‘Türk Olmak’ kitabı da sehven karışmış, öğrencim önce sizin kitabı okumuş” deyip öğrencinin kitap hakkındaki övgü dolu sözlerini aktardı. Ben de bu yorumun altına “Ben demiştim” dedim. Cemal hoca da bu yorumumu beğendi. Daha sonra Hasan Tülkay hocam (Buradan O ezik zamanımda ruhumu tamir eden desteği için kendisine çok teşekkür ederim.)bizim söz konusu cümlemizi alarak yazdığı yazının sonunda Halim Kaya en iyi tanıtımı yapmış gibi övgü dolu bir söz ile aktardı. Daha sonra da Türk Yurdu dergisinde yazdığı yazı da atıf yaparak ilgili cümlemizden bahsetti.
Cemal Hoca sevmeyi hak eden ve gönüllere girmeyi bilen biri olarak, büyüklüğünü gösterip bu tanışma faslımızı yeni çıkan “Yunus’un Nefesi” adlı kitabını göndererek daha üst bir boyuta taşıdı.
“Yunus’un Nefesi” Post Yayınlarından Mart 2021 tarihinde çıktı. Kitap 2021 yılının “Yunus Emre ve Türkçe” yılı ilan edilmesi dolayısıyla da ayrı bir öneme haiz. Ha bu yazıyı yazarken iki önemli sevindirici haber geldi. Birincisi Türk Ocakları Burdur Şube Başkanı da olan Doç. Dr. Himmet Büke tarafından Vatikan Yazma Eserler Kütüphanesinin yayınladığı dijital arşivde yaptığı araştırma sırasında bulduğu, 16.yüzyıla ait içersinde 200 şiir bulunan bir nüshasının ortaya çıkarılması, ikincisi ise Kütahya’da 1492 tarihli divan gün yüzüne çıkarıldı. Dumlupınar Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ersen Ersoy, Kütahya Vahit Paşa Yazma Eserler Kütüphanesi’nin satın aldığı eserin Kahire’de yazıldığını belirtti
Prof. Dr. Ersen Ersoy 16. Yüzyıla ait Vatikan nüshasının “1950’lerde Rossi tarafından hazırlanan katalogda zaten tanıtılmış.” Dedi. Benim Mesenger’den kendisiyle mesajlaşıtığım, Türkiye’de Yunus Üzerine 30-35 senedir araştırma yapan ve yeni 3 cilt “Yunu Divan”ı yayınlanan “Yeni bulunan Vatikan nüshası için ne diyeceksiniz Hocam” diyerek sorduğum Mustafa Tatcı da Vatikan Nüshasının bilindiğini söyledi. Her iki yeni bulunan nüshalar ile mevcut divandaki şiirler arasındaki ortak noktaları sosyal medya hesabından ortaya koyarken farklıkların çok az olduğu bazı kelimelerin farklılık gösterdiğini de belirtti. Bütün bunlar Yunus Emre üzerine yapılacak çalışmaların bitmeyeceğini, ama gelişmelerin de sevindirici olduğunu göstermektedir.
Asıl mevzua Cemal Kurnaz hocamın kitabına gelirsek, kitap 133 sayfa ve Yunus’un Nefesi, Bir İçim Su Verdin İse, içimizdeki Sızı Türküler, Kadın Ağrısı adlı bölüm başlıklarının altında; Yunus’un Nefesi, Yunus Divanını Aramak, Yunus Emre Hiç Şiir Yazmasa Ne Olurdu, Yeni Yunuslara İhtiyacımız Var, Dostluğun Şartı, Peygamber misin de Ümmet Kayırıyon?, Herkes 100 lira verse Türkiye Kurtulur, Kadınların İmtiyazı, Kanayan Yaramız:Dil Yaremiz vs. gibi daha başka ve çeşitli başlıklardan oluşmaktadır.
Cemal Kurnaz hoca Yunus Emre ile Öğretmen Okulunda öğrenci iken tanışmış ve son sınıf öğrenciyken 1973-1974 yıllarında Nurettin Topcu’nun yayınladığı Hareket Dergisinde şiirleri yayınlanmış bir usta olarak halkın katkılarıyla gittikçe büyüyen çığ gibi olduğunu söylediği Yunus şiirlerinin aslına ulaşmak için arkeolojik kazı yapar gibi çalışamız gerektiği vurgular. Ve bu konuda “Bütün zorluğuna rağmen, eldeki nüshalara dayanarak, Yunus’un asıl şiirlerine yaklaşmaya çalışan metin tespiti faaliyetlerine şüphesiz ihtiyaç vardır. İlmi çalışmaların böylesi sağlam metinlere dayandırılması zaruridir. Bu bakımdan Mustafa Tatcı’nın ortaya koyduğu tenkitli metni takdirle takdirle karşılamak gerekir.” (S:17) diyerek Mustafa Tatcı’nın çalışmasını salık verir.
Herkeste bulunması gereken vasıflar ortadan kalkıp hiç kimsede bulunmaz olunca bu vasfı gösteren biri çıktığı zaman sanki çok büyük bir iş yapan, üstün insan muamelesi görür. Hasan Tiryaki Paşa’ya seksen yaşında Kanije kalesini bir avuç askerle fethedince saraydan çok büyük hediyeler ve Vezirlik verilir. Hasan Tiryaki Paşa ağlamaya başlar ve çevresindekiler ağlamsının sebebini sorarlar, Hasan Tiryaki Paşa cevaben “ Yaptığımız küçük bir hizmet karşılığında bize vezirlik ihsan eylemişler; küçük işler için padişah mektubu yazılır oldu. Buna ağlarım” der. Cemal hoca Hasan Tiryaki Paşa’nın “Kaht-ı rical”in yaşandığı bir zamanda vezirliği de reddettiğini de yazıyor.
“Türkçe konuşan ümmet perişan. Türkiye’dekiler bölük pörçük. Herkes birbirine düşman, herkes karşısındakini hain sanıyor. Dün kelle koltukta aynı davaya baş koyanların arasında uçurumlar.” (S:38) diyor ve Kadir Duası adı altında dua ediyor Cemal Kurnaz Hoca. Hadisi Şerifi hatırlatarak “Birlikte rahmet ayrılıkta azap var” diyor ve rahmete mazhar olmamız için, gerçekten inanmış olmak için birbirimizi sevmemizi öğütlüyor. Dua sözlü ya da sözsüz, ancak gıyabında başkasına yapılan dua daha makbul, ulu Tanrı’nın daha çok hoşuna gidiyor, sen bana ben sana dua ederiz dualaşırız diyor.
Cemal Kurnaz Hoca 1990 yılında Kültür Bakanlığının düzenlediği Akşemseddin Sempozyumuna katılanlar arasında Prof. Dr. Orhan Türkdoğan (d. 1926) ve eşi Şükran Hanımın da olduğunu, Emekli öğretmen olan Şükran Hanım, kafilenin yanına gelince heyecanla başından geçeni anlatmaya başladığını. Şükran Hanım ile Orhan Hoca sabah erkenden el ele ormana doğru yürüyüşe çıktıklarını ve Ormanda çalışan kadınlı erkekli bir işçi gurubu gördüklerini, Şükran Hanımın içinden geldiği için iki rekât namaz kılmak istediğini çalışan işçi grubuna seccade olup olmadığını sorduğun da kadınlardan birisinin bir seccade uzatıp Şükran Hanıma şöyle dediğini: “Bu gece rüyamda Akşemseddin hazretlerini gördüm. Size bir hanım gelecek, bu seccadeyi ona verin dedi.”(S:62) aktarmıştır.
Köy Enstitülerini anlattığı yazısında Cemal Kurnaz Hoca “…eskiyi unutmadan, hep akılda tutarak, yeni yollar tutmak mümkünmüş. Kopuş olmadan yenilenmeyi ve sürekliliği sağlayabilirmişiz” (S:132) diyor. Kültür sürdürülebilirse kültür olur ve bir millete mal edilir, Türk Kültürü, İngiliz Kültür, Hint Kültür Çin Kültür olur. Biz de Türk’ün olanı geliştirerek, yeniden üreterek devam ettirmeliyiz.
Kitabın kusur Yunus Emre dışında da konulara temas etmesidir. Keşke Cemal Kurnaz Hoca bu kitabı ismine münhasır olarak Yunus Emre’ye ayırsaydı. Başka hiçbir konuyu dâhil etmeseydi. Sakın dâhil ettiği konular hakkında olumsuz bir düşünceye sahip olduğumu düşünmeyin, o konular da en az Yunus’tan bahseden bölüm kadar kıymetli ama yeri burası değildi.
Hani ciltler dolusu kanunlar hazırlanır, zaman zaman da değiştirilir, uygulama zemini kalmadığı için ya da toplumun ahlakı değiştiği için. Bence kanun kitapları yerine Türk Töresini, Türk Kültürünü, İslam ahlakını anlatan Cemal Kurnaz’ın “Türk Olmak” ve “Yunus’un Nefesi” gibi kitaplar hazırlatıp uygulamalı ilkokullarda okutulmalı, geleceğimizin teminatı gençler tecrübî yöntem ile davranış ve ahlak edinsinler.
Cemal Kurnaz hocanın “Türk Olmak” ve “Yunus’un Nefesi” kitapları kitap okuma konusunda kısırlaşmış topluma bir ilaç gibi geldi. Söylemek istediğini kısa tabiri caizse kitabın tam ortasından ve okuyucuyu ana temayı arayıp bulma zahmetine sokmadan, anlaşılır ve fasih bir Türkçe ile yazılmış metinlerle söyleyen “Türk Olmak” ve “Yunus’un Nefesi” kitapları. Fazla övmeye de korkuyorum. Ama gerçeklerin de gizlenemez bir özelliği vardır. Post Yayınevi sahibi Hayri Ataş’da bir toplumsal görevi bu iki kitap ile çok güzel ifa etti.