
TUNCELİ’DEN AY’A
Halim Kaya
Daha önce aldığım süreli yayınlar için fazla para yatırdığımı yetkilinin söylemesi üzerine satıcıdan Selahattin Arpacının kitabını göndermelerini istedim. Satıcı bana gelecek dönem abonelik ten düşeriz dedi. Ben memnun olmadığım yayını almayı düşünmediğim için hemen kitap istedim. Her ne kadar bir kitap parası kadar param kalacak olsa da ilk etapta düşünemediğim ve paramı kurtarma mantığıyla ihtiyacım olanı da almış olayım diye böyle davrandığımı şimdi düşünüyorum. Bütün ısrarlarıma rağmen “Tunceli’den Ay’a” kitabını başka bir kitapla gönderdi. Bende ısrarla Selahattin Arpacı’nın kitabını istedim. En sonunda satıcı zaten sana kitap gönderdik deyip alacağım paranın karşılığın verdiklerini söyledi. Yine de gönderdikleri kitap alacağımı tam karşılamıyordu.
İstemeyerek sahip olsak da aldığımız kitabı okuyalım dedik. Ve “Tunceli’den Ay’a” kitabını okumaya başladım. Kitabı Berikan Yayınevi basmış, 2020 yılında Ankara’da ve ikinci baskısı elimizdeki bu nüsha 223 sayfadan ibaret. Kitap yazarının meşhur biri olmamasına rağmen bir yıl içinde ikinci baskıyı yapma başarısını göstermiş. Yazarın “Kırık” adını verdiği yayınlanmış bir de şiir kitabı var.”Tunceli’den Ay’a” kitabının önsözünden anladığımıza göre bir hatırat, kitabı yazan kişi Tunceli’nin Pertek ilçesinin Sağman Köyünden İhsan Şahin’dir. Elazığ Ülkü Ocaklarında Orta Öğretim Başkanlığı yapmıştır. İhsan Şahin kitabın ilerleyen sayfalarında anlattıklarından anlaşılacağı üzere bir doktor, bir müddet Elazığ il Sağlık Müdürlüğü de yapmıştır.
İhsan Şahin Sağman Köyünde iki katlı bir evde ataerkil bir ailede yaşar. Radyo ve alt kat komşuları olan hayvanlarla vakit geçirir çoğu zaman köyde. Doğduğunda babası dedesinin ismini vermiş nüfusa İhsan olarak kaydettirmiş, aile Tarık demeye devam ettiği halde.
İhsan Şahin’in dedesinin Kurtuluş savaşı hatıraları benim Ali dedemin hatıralarına benziyor. Köydeki lakabıyla birlikte Guru Ali dedemde Atatürk’ün Samsun’a çıktığında on sekiz kişilik seçme hepsi uzun boylu gösterişli genç asker arkadaşlarıyla nasıl selamlığına durduklarını anlatırdı. Depoya götürdüklerini ve en şık üzerlerine oturan asker kıyafetini bulana kadar üç-dört kere elbise değiştirdiklerini defalarca defalarca anlatırdı. O da mısır koçanlarını, at pisliğinden seçtikleri arpaları yediklerini söylerdi. Yetim büyümüştü, babasının ne olduğunu pek bilmezdi, halası büyütmüştü. Şimdi düşünüyorum da 1321 doğumluydu yani Atatürk Samsun’a çıktığında 14-15 yaşlarındaydı. Ailede basından sonraki tek erkek idi. Babası da ölmüştü.
İhsan Şahin azim ve gayretleri sonucu köyün çilekeş kaderinden kurtulan, hayatında büyük iltifat ve makamlar görenlere kişilere “Onun (İhsan Şahin’in Babası) da Tunceli’den çıkıp ‘ay’a gidenler’ arasında olduğuna inanırım” (S:19) der.
Amcası Nusret siyaset yüzünden içeri girip çıkınca siyasete tövbe etmiş ve kendini tasavvufa adamıştır. Elazığ yakınlarında Eprinik köyünde aldığı bahçenin su ihtiyacını karşılamak için beş katlı bir apartman boyunda kuyu açmış, açtığı kuyuyu sondaj vurup su çıkarmadığı için ve işçi çalıştırmadığı için köylüler eleştirmiş, o da yeğeni İhsan’ı kuyuya indirmiş ve suyun biraz yukarısında yanda bir oda yaptığını odada Kur’an-ı Kerim, Seccade, tespih gibi malzemelerin olduğunu görmüştür. Amcası Nusret “Şeyh oldu şah oldu” diyerek halkın görüp yaptığı eleştirilerden kurtulmak, kendisine gözden ırak ibadet etmesi için böyle bir yer yaptığını yeğeni İhsan’a izah eder ve babana söyle bana karışmasınlar der.
Köylerinin evlerde su olmaması köyün ortasında tek bir çeşmeden suyun temin edilmesi, elektrik bulunmaması, köy yolunun olmamasından yakınmış ancak 1980 li yılların sonu ya da 1990 lı yılların başlarına kadar Samsunun Başkaya köyünde de elektrik, su, yol yoktu. Bütün köylü suyu Yukarı Pınar denen çeşmeden taşırdı. Babam ne hikâyeler anlatırdı. Genç kızlar ve erkekler burada pınar başında bir birleriyle tanışır konuşurlarmış. Biz de köye dedemizin yanına gidince gece saat 04.00 te kalkar en az 1,5-2 saat yaya yol yürür en az 1 veya 1,5 saat kamyon bekler ve biner evimize Bafra’ya gelirdik. Kamyon beklediğimiz yerde kamyonu beklerken nenemin koyduğu haşlanmış yumurta, peynir, bişi dediğimiz ince sac ekmeği vesaireden sabah kahvaltısı yapardık. Köye yol yapılırken rahmetlik babamın nasıl çabaladığını bilirim, dozercilere yemek temin etmek, rahat ettirmek, keyiflerine gitmek için. Bursa’da çalışmaya başladığım 1990 yılından sonra meslek icabı gezdiğim nice köyün İhsan Şahin’in anlattığı Eprinik köyünden farkı yoktu. Kısaca Türkiye’nin Batısı, Doğusu ya da Kuzeyi, Güneyi hiç fark etmiyordu.
İhsan Şahin’in amcası Şehit Rahmi Şahin’in hakkında Ülkücü şehitler üzerine toparladığı bilgileri yayınladığı bir internet sitesi olan Yunus Buğra Yılmaz da şu bilgileri veriyor, kendi adına kurduğu “Yunusbugrayilmaz’a Blog” adlı Blok’unda: 6 Şubat 1978 Rahmi Şahin Elazığ, ülkücü şehidimizi rahmetle anıyoruz. Tunceli’nin Pertek ilçesine bağlı Sağman köyünden olup 24 yaşındaydı. Tunceli Yapı Meslek Lisesi’nde okurken, Erzurum’a sürgün edilmiş ve buradan mezun olmuştu. Ailece, Elazığ’da oturuyordu. Edebiyat öğretmeni Yusuf Eyitok ile Elazığ SSK Hastanesinde tedavi altında bulunan bir yakınını ziyaretten dönerken hastanenin önünde saat 14.25 civarında yaylım ateşine tutulmuşlar. Sırtından vurulan Rahmi Şahin kaldırıldığı hastanede şehit oldu. Cenazesi, Elazığ’da toprağa verildi. Bacağından yaralanan edebiyat öğretmeni ise tedavi altına alındı. Bu anlatılanlar İhsan Şahin’in kitabında anlattıklarıyla örtüşüyor.
İhtilal olup askerler yönetime el koyunca, İhsan Şahin’in amcası Nusret tutuklanmıştı. Rahmi amcası şehit, babası ise memleketindeki siyasi olaylar nedeniyle canını korumak için evinden çocuklarından uzakta Ankara’da üniversite okumaya karar vermişti. Tıpkı Ozanın söylediği “Üç gardaştık bir zamanlar üç gardaş, /O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.”olmuştu. İhsan şahin kendisi de bunu şöyle dile geriyordu.”Babam gitmiş, Rahmi amcam ölmüş, Nusret amcam cezaevine girmişti. Üç kardeşin bir uzaklarda, biri toprakta biri de içerideydi.” (S:65) Şahin ailesi ülkücü bir aileydi İhsan’ın babasının kuzeni Fethi de sol örgüt mensubu birini vurmaktan tutuklanmış ve idam ile yargılanıyordu. Hâlbuki onlarca şahit vardı Fethi’nin o saatte evde olduğuna ancak daha başka nice ülkücünün üstüne haksız yere atılan suçlar gibi Fethi’nin üzerine de bu suç atılmıştı. Ozan Arif’in aynı şiirdeki şu dörtlüğü olayı ve ailenin durumunu özetliyordu.
O çiçekti hain eller kuruttu,
Şehit edip omuzlarda yürüttü,
Seni zindan beni gurbet çürüttü
O toprakta, sen zindanda, ben sürgü
Lise son sınıfta okuldan bir kıza gönlü düşen ancak o zaman bütün Ülkücülerin yaşadığı ruhsal durumu yaşayan ve sevgisini kıza değil kendisine bile bir gönülde ülkücü dava ve sevgili diye iki sevda olmaz düşüncesiyle itiraf bile edemeyen ama her geçen gün sevdasının içine kapanmasına sebep olduğu İhsan Şahin “Çok sevdiğimi, âşık olduğumu o kıza söylemek beni küçük düşürürdü; herkesin diline dolanabilirdim. Üstelik ülkücü bir genç nasıl âşık olurdu? Zevk, sefa, aşk, meşk … Bunlar bizi bozardı!” (S:100) diyerek duygularını dile getirir.
İhsan Şahin’in Gazi Tıp Fakültesi ve ilk ders günü komünist bir profesör tarafından tesettürlü kızlara yapılan muameleye karşı çıkışı, disipline verilişi, Ankara Ocak’ta faaliyet göstermesi, Alparslan Türkeş’e korumalık yapması, evinin önünde tuttuğu nöbetler, MÇP ile yaşadıkları, Devlet Bahçeli’nin masasının üstündeki boyunu aşan kitapları okuması, hayır hasenatını gizli yapması, siyasete girdikten sonra serveti azalan Türk Siyasi hayatındaki tek siyasi olması, Abdullah Çatlı hakkındaki düşünceleri, Ali Metin Tokdemir ve onunla yaşadıklarının uzun hikâyelerini okuyabilirsiniz.
MHP’den ilk kopmaların öncesinde teşkilatların Muhafazakârlar ve Muhafazakâr olmayanlar, Türkeşçiler ve Muhsinciler olarak yaşanan ayrışmalar yanında kültürel olarak da bir birine benzemeyen bir yapının oluştuğunu anlatır. O dönem il Ülkü Ocakları Başkanlarını topladıkları bir toplantıda “…İzmir’den gelen Ocak başkanın Amerikan kovboylarının giydiği uzun ve sivri burunlu çizmesi ve üzerine giydiği blue-jean ile Van’dan gelen Ocak Başkanının kafasına taktığı takke ile sakalı fotoğrafı anlatmama yetecektir.”(S:182) diyerek görünen farklılıkları resmetmiştir. Biz de o yıllarda trajı yüksek haftalık bir dergi olan “Nokta” çıkan haberlerden bu farklılığı okuyorduk. Manşetlerde “Kolejli Ülkücüler” gibi başlık atılıyor bol resimli ama Anadolu insanının genel giyim kuşamına uymayan giyimlerde çocukların fotoğrafları yayınlanıyordu. Ayrılık sırasında Muhsin Yazıcıoğlu’nun kendisiyle yapmış olduğu görüşme ve ona verdiği cevap ile Alparslan Türkeş’in o sıralarda kendisine basının sorduğu “Siz MHP olarak bir İslam Devleti kurmak istiyor musunuz?” sorusuna verdiği “MHP’nin böyle bir derdi düşüncesi yoktur?” cevabına takılıp kaldığında onunla yaptığı görüşme ve Alparslan Türkeş’e “Efendim, daddim olmayarak size bir soru sormaya geldim. Bu ülkenin dini İslam değimlidir? Biz bunun için mücadele vermeyecek miyiz? Sokakta, siyasette, okullarda, yurtlarda bu soruyu nasıl cevap vermeliyiz?” (S:183) sorduğunu ve Alparslan Türkeş’in de “Evladım Devletin dini olmaz. İnsanların, kulların dini olur. Devletin dini adalettir. Bu devletin herkese ve her yere karşı adil olmasını sağladığınız gün, bu devlet Allah’ın emrettiği nizama erişir.” (S:184) dediğini aktarır. Ve Sad bin Ebu Vakkas’ın Şam valisi iken yaptırdığı Cami için arsasını kamulaştırma kararı aldığı Yahudi kadının Medine’ye giderek Halife Hz. Ömer şikâyet etmesini ve şikâyet sonucunda Hz. Ömer’in bir kemik parçasına “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” yazıp Yahudi kadına verdiğini ve bunu Sad bin Ebu Vakkas’a vermesini söylediğini, Yahudi kadının kemiği Sad bin Ebu Vakkas’a verince Sad bin Ebu Vakkas’ın yazıyı okuyup arsayı iade ettiğini. Neden iade ettiği sorulunca da Nuşirevan’ın kendilerinden alınan kervan ve paraları iade ettiğini, eşkıyaları şehrin iki çıkış kapısına astığını, asılanların da vezir ve Nuşirevan’ın oğlu olduğunu Hz. Ömer ile Sad bin Ebu Vakkas’ın anladıkları hikâyeyi de Başbuğun Ocak sohbetlerinde anlattığını da ifade ediyor.
Ankara’da özel bir hastanenin başhekimliğini yaparken Muhsin Yazıcıoğlu’nun Dizanteri tedavisi için gizliden Hastaneye geldiği ve tedavisini yaptıklarını, gece herkes çekilince Muhsin Yazıcıoğlu’nun yatmış olduğu odasında sohbet ettiklerini ve seçim öncesi gazetelerin yazdığı “BBP ve MHP birleşiyor yazılarına ne diyorsun?” diye kendisine sorduğunu ve İhsan Şahin’in de “Evet Başkanım, ben hep aynı şeyi dedim. Hiç ayrılmamalıydık. Eğer birleşme şansı varsa birleşmek en doğrusu. Bence biz oyuna geldik. Ülkücülerin evi yuvası MHP’dir. Birlikte rahmet ayrılıkta azap vardır. Siz daha iyi bilirsiniz ama birleşmek en doğru yoldur.”(S:196) cevabını verdiği ancak sohbetin içeriye ateş ölçmeye gelen hemşire dolayısıyla kesildiğini de ifade ediyor.
Bir kişinin başından geçmiş anılar olarak yazılmış olsa da ülkücülerin çoğunun yaşadığı, kendisinden mutlaka bir kısım hatıralar bulduğu memleketin bir döneminin -1975’lerden 1990’lara kadar- yaşanılan ortak kaderi hakkında bilgi edinilecek bir hatıra kitabıdır “Tunceli’den Ay’a”. Okuyucu hem bilgilerini duygu ve hislerini tazeler hem de tarihten şahit olmadıklarına şahit olur.