ÖMRÜMÜZÜN ÖZETİ
Kadir KESKİN
Allah’ın bu dostunun cevabı bir ömrün özetidir.
Ölümü, sürekli düşünerek yaşamak elbette mümkün değildir. Şayet; sadece ölümü düşünerek yaşasaydık , adımlarımızda ilerleme olmaz, hayat dururdu.
Allah, insana öyle bir duygu vermiş ki cenazemizi kabristana götürürken ağızlar sus pus… Ne zaman mevtayı mezara koyup üzerine dolu dolu atıp kabristandan çıktığımızda, birdenbire ölümü unutuyoruz. Sanki ölüm ;bir başkasına , arkadaşımıza , komşumuza gelecek de bize gelmeyecek hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat yaşamaya devam ediyoruz.
Oysaki peygamberimiz ömrün formülünü vermiş. “ Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışınız, yarın ölecekmiş gibi de ahret için çalışınız .” Ne var ki hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışıyoruz. Aniden kendimizi ölüm bulunca da en yakınlarımızdan, doktorlardan medet umuyoruz.
Oysaki medet umduğumuz insanlar da kendimiz gibi ölümlüdür. Manisa’nın en ileri gelen ailelerinden bir büyüğü, ölümcül bir hastalığa yakalandığında bağırmış: “ Beni neden Amerika’ya götürmüyorsunuz? Ben bu parayı niçin kazandım . ” diye hakaretlerde bulunduğunu hastanın dinlemiştim. Neticede ölüm karşısında en sade vatandaştan, anlı krallarına kadar herkes çaresiz bir telaşa kapılıyor.
Orta Çağ’da Avrupa’da ünlü Hessen Dukası hanedanının veliahdı, genç yaşta amansız bir hastalığa yakalanır. Doktorlar, tedavisi mümkün olmayan hastalık olarak teşhisini koyunca annesi gözyaşlarını içine akıtarak başlar. Öleceğini anlayan veliaht da telaşa kapılır. Kendine göre aramaya başlar.
— Anne, ecelin gelip beni öyle kolayca almasına müsaade etmeyeceğim.
Göreceksiniz, onu buraya sokmayacağım. Kılıçlı mızraklı kırk kişi gelip başımda beklesin. Pencerenin etrafına toplar dizilsin. Azrail yaklaşmaya ederse hiç acınmasın. Gereği yapılsın.
Zavallı veliahdı, kırmamak için emri üzerine toplar pencere kenarına mevzilenir. Kılıçlı kırk kişi, veliahdın odasında nöbet tutmaya başlar.
İçlerinden birini tanıyınca “Lorraine !Lorraine! ” diye seslendi. Asker, yatağa yaklaştı. Askere “ Biliyorsun, sen benim en yakın arkadaşımsın. Şu keskin Azrail’i bana yaklaştırmazsın, değil mi?” dediğinde…
Asker Lorraine: “ Hiç, merak etme! Veliahdım, yaklaştırmam:” der. Bu arada sarayın papazı hastaya yaklaştı ve çarmıha gerilmiş küçük İsa heykelini kendisiyle uzun uzun fısıldayarak konuştu . Genç veliaht, papazı dinledi. Sonra birdenbire telaşla: “ Söylediklerinizi çok iyi Rahip Efendi… Kendisine para verirsek hizmetlimizin çocuğu Beppo, benim yerime ölmez mi?” deyince, papazın nutku tutuldu .
Veliaht yine rahibin kulaklarına fısıldayarak:
— Sayın Peder, anlattıklarınız çok üzücü… Neyse ki cennette yine veliaht olacağım. Tanrı, mutlaka benim soyluluğumu dikkate alıp bana ona göre .
Sonra annesine döndü:
— En güzel giysilerimi ve beyaz mantomu getirsinler. Bari cennette biraz güzel görüneyim.
Rahip, üçüncü kez veliahtla konuştu. Yavaş yavaş bir şeyler anlattı. Daha sözünü bitirmemişti ki veliaht:
— Ya! Demek ki ölümün karşısında ne anneler – babalar, ne rahipler ne askerler ne de doktorlar bir şey yapıyorlarmış. Veliaht olmak da hiçbir işe ! dedi .
Sonra duvara döndü. Çaresizce acı acı hıçkırarak ağladı. Üçüncü hıçkırışta annesi, babası, rahip ve askerler başındayken son hıçkırıkta ruhunu etti.
Hayatı boyunca dağdan odun getirip satarak maişetini sağlayan adama -ileriki yaşlarında – yaptığı iş kendisine bayağı ağır gelmeye başlar. Hayatın çekemez olur. Bir yaz günü, ormandan edindiği odunları sırtında yorulur. Sıcaktan dili bir karış çıkar ve bir anda sırtındaki fırlatarak : “ Yeter , be! Nedir çektiğim bu hayattan ! Azrail, gel de al canımı! ” der. Aniden Azrail karşısında arz-ı endam eder : “ Geldim (!) ”der. Telaşa kapılan ihtiyar: “ Şu odunları, sırtıma almaya yardım et de kulübeme kadar gideyim .” der. Evet, ölüm karşısında herkes . Eli ayağı, dili birbirine dolaşmaktadır. Dünyanın en elli altı yaşında, dünyanın en zengin insanı olan Steve Jobs’u varlığına rağmen parası bir gün olsun yaşatamamıştır. Oysaki bir gün sonra ‘‘İphone 4’’ü tanıtacaktı.
Dinimize göre nefesler sayılıdır. Ne bir saniye önce ne bir saniye sonra nefes bırakılır. Tıpkı güneşte ve lodosta yavaş yavaş eriyen kar gibi… Bize verilen sermayemizi, her nefeste tüketiyoruz. Jobs da ömür sermayesini son nefesini verirken ağzından dökülen son cümle şu olmuştur: “
Ölüm, hayatın en büyük icadıdır.” diye ruhunu teslim etmiştir.
Sağlığı ve her türlü üne(şöhrete), una (varlığı), maddi imkana sahipken hayatı komedi sananlar, son espriyi unutmamaları gerekir. Toprak herkesi eşitleyerek kucaklar, içine alır.
Yazımın başlığına dönelim: : “ Son nefesimizde, nasıl bir hayat yaşamakistersek şu anda öyle yaşayalım.
Not: Ömrünün çeyrek asrını Manisalı esnaflara adayan, Manisa’da Esnafın çınar ağaçı iki kızı da öğrencim olan, sevdiğim, saydığım yakın dostum Sayın Çınar beyefendiyi makamında ziyaret ederek, bu güne kadar başarı ile hizmetlerinde, daha nice yıllar sağlık ve afiyet içinde yürütmesi temennisinde bulundum ve yeni çıkan kitaplarımı kendilerine takdim etim.