Acı Bir Hatıra : SAATLİ BOMBA
Kemal ÇOPUROĞLU
Bir kara sevdâya tutulmuşlardı da hepsinin bir hikâyesi vardı hüzünlü ve buruk.Ama aynı zamânda şerefli bir destândı onlarınki…Sevmenin bedeliydi; kurşunlar, tahrip gücü yüksek bombalar…Sevmenin bedeliydi; taş duvarlar, işkenceler, demir parmaklıklar ve yağlı urganlar….Sevmenin bedeliydi; hep delicesine sevmenin…Gül yüzlü çocuklar, durağınız cennet olsun.
19 Kasım 1977 Cumartesi akşamı…
Amasya’nın Suluova ilçesinde, Emek Sinemasındayız. MHP’nin düzenlediği ve TÖMFED çatısı altında sanatlarını icrâ eden; Ozan Ârif, Garip Ozan; TSM Sanatçısı Ali Şenozan, THM Sanatçısı Seyit Al ve Bağlama Sanatçısı Osman Duran’ın katılacağı konser programına yâni bizim tâbirimizle “Gece”mizin başlamasına neredeyse bir saat var. Ozan Ârif Samsun’dan, diğer sanatçılar da Ankara’dan katılıyorlardı bu ” Gece”ye…
Coşkunun zirvelere çıktığı,yüreklerimizin hopladığı bu tip gecelerin dâimi tâkipçisi ve seyircisi olan bizler de bir minübüs dolusu ÜGD’li ülküdaş, birlikte Merzifon’dan katılıyorduk bu nirvanaya ulaşabilme arzusuyla… O günün şartlarında Merzifon’a 40-45 dakikalık bir mesâfede bulunan Suluova’ya minübüsümüz sanki dört teker üzerinde değil de çekirge gibi zıplaya zıplaya gelmişti söylediğimiz marş ve şiirlerin etkisiyle…
Zengin dağarcığımızda neler yoktu ki : “Ceddin Deden, Çırpınırdı Karadeniz, Çankaya marşı, Kürşad marşı,” Şeyh Şâmil şiiri ve daha niceleri… Bunlar gönlümüzdeki açlığı ve heyecânı yatıştırmak için ana yemek öncesi gelen atıştırmalıklar gibiydi…
Sinema salonundaki yerimiz, sahneye doğru bakıldığında sağ bloğun orta sıralarıydı. Konserler henüz başlamamıştı ve teknik hazırlıklar devâm etmekteydi. Bir ara sanatçılar, sinema koridorundan kulise giderken salonda bir hareketlilik yaşandı,bir alkıştır koptu. Ozan Ârif ve Garip Ozan sazlarını havaya kaldırarak, diğer sanatkârlar da elleriyle seyircileri selâmlarken alkışlar bir tûfâna dönüştü…
Sahne arkasında hazırlıklar devâm ettiği için komşu il ve ilçelerden gelerek salonu dolduran seyirciler aralarında sohbet ederlerken benim içimde sebebinini anlayamadığım ve târif edemediğim bir huzursuzluk, garip bir sıkıntı başlamıştı. Kasım ayı olmasına rağmen salon aşırı sıcak ve havasızdı. İçimi gittikçe kaplayan kasveti dağıtmak ve temiz bir hava alabilmek düşüncesiyle çıkış kapısının önüne kadar gittim, derin bir nefes aldım ve oradan lavaboya geçerek elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım.
Orada, Ocak’tan tanıştığım Yaşar ağabeyle karşılaşıp da kendisi bana hâlimi hatırımı sorduğunda içimdeki sıkıntıdan bahsettim, garipsedi ve bir anlam veremedi. Sinema salonuna ilk geldiğim andaki heyecânım kalmamış, içimi gittikçe artan bir kasvet kaplamıştı.
Nihâyetinde temiz hava ve soğuk su da bu iç sıkıntımı giderememişti; sanki birisi boğazıma sarılmıştı da hiç durmadan sıkıyordu. Neden sonra, isteksiz adımlarla salona, yerime dönmüştüm ki Havza ilçesinden gelmiş olan birkaç arkadaş bizim oturduğumuz yere gelmiş ve Merzifon grubundakilerle tanışık oldukları için sohbet etmekteydiler.
Havzadan gelen grubun tamamı, sahneye yakın sayılabilecek sol bloğun koltuklarında oturuyorlardı ve bizi oturdukları yerdeki boş koltuklara dâvet ettiler. 20-25 kişiden oluşan grubumuzu terketmenin hoş olmayacağını belirterek onların bu teklifini nâzikçe reddettik. Neden sonra salon hıncahınç doldu. Küçük çocukları ile gelen âileler bile vardı. Hiç boş yer kalmamıştı, yer bulamayanlar koridorarda ve ayakta durur vaziyetteydiler.
Hoparlörlerden marş sesleri yükselirken sahnedeki teknik hazırlıklar da tamamlanmış olmalıydı ki artık pek kimse ortalıkta gezmiyordu. Derken ilçe başkanının açılış konuşmasından sonra program başlamıştı ve Garip Ozan’ımız sahnedeydi. Herkes coşmuştu lâkin benim içimdeki sıkıntı her yanımı kaplamıştı; kulaklarım sese çok hassasmış gibi zonkluyor, kocaman siyah amplifakatörden aktarılan ses dalgaları hoparlörlerden değil sanki benim bedenimden yankılanıyor,İçimde sebebini anlayamadığım bir huzursuzluk gitgide artıyordu.Aradan çok geçmedi; salonda kulakları sağır eden ve oturduğumuz koltukları yerinden sökecekmiş gibi sarsan bir gümbürtü koptu, havayı milyonlarca zerreden oluşan bir sürü kıvılcım ardından su buharını andıran fakat görüşü bozmayan bir sis tabakası kapladı. Sonrasında gözlerimi ve genzimi yakan bir yanık kokusu hissettim ve peşinden kulaklarımda, salondan yükselen bir sürü bağırış çağırış,feryâd ü figan…
Bomba! Bomba!.. Diye nereden geldiği belli olmayan bağırtılar.
Tam bir panik hâli…İnsanlar itiş kakış bir vaziyette çıkış kapısına sürâtle ilerliyor.Tam bir panik hâli…Bense, kâbus dolu bir uykudaymış da kurtulabilmek için uykuyla uyanıklık arasında debelenip duran bir insanın ruh hâli içerisindeyim ve nefes alamıyorum…
Yer yer kalabalığa sâkin ve soğukkanlı olunması yönünde yapılan yüksek sesli duyurular…Çok şükür hayattaydık; bu teselliyle biraz rahatlamış ve kendime gelmiştim.Telkin mâhiyetindeki bu anonslar etkili oldu mu bilemem fakat izdiham hâlâ bütün hızıyla devâm ediyor…
Galiba elektrikler de kesik, karanlık bir salondayız ve çıkış kapıları kapalı…Evet, kapılar sanki önceden, kasıtlı biçimde kilitlenmiş, hepimize bir tuzak kurulmuştu.Dışarı çıkmak için tekmeler atılıyor; küfürler bağırışlar, çağırışlar…Çocuklarıyla birlikte gelen anaların, çocukların, genç kızların korku çığlıkları…İşte şimdi sinema salonu tam bir mahşerî havaya bürünmüştü…
Bu hengâmede kapıyı kilitleyen (işbirlikçi katil olduğunu sonradan işittiğimiz) sinema görevlisi nasıl olduysa bulundu; tekme tokat kapılar açtırıldı.İnsanlar ışığa doğru hızla koşuyorlar, yüksek sesle yeni ikâzlar geliyordu: ” Dikkat edin! Dışarıda bir silahlı saldırı olabilir, dikkatli olun!…” Bombadan sonra başka bombaların da peş peşe patlayabileceği endişesi ve paniğiyle kapıya hücûm eden insanlar bu ikâza aldırış bile etmemişler, bunların pek çoğu soluğu dışarıda almışlardı…Zamân, bomba patladığı an durmuştu…
Bu kahpe ve kalleş saldırı gerçekleşeli kaç saniye, kaç dakika olmuştu bilemiyorduk. Öndekiler tahliye olduğunda biz de çıkış kapısının önündeydik ki korktuğumuz açıklama içeriden geldi:
“- Arkadaşlar, ağır yaralılarımız var; dışarıdan araba hazırlayın!”
İyi de o zamanlar kimsenin arabası yoktu ki… Hemen dışarı fırladık, dört beş arkadaş yolu tuttuk, gelip geçen araba olursa durduracaktık.
Nihâyet bir araba geçiyordu, adam durmak istemedi ama çok yavaşladı, bizimkilerden birisi motor kaputunun üzerine kollarını açarak yüzükoyun atlamış biz de elimizle camlara vurmaya başlamıştık; âcil! Yaralılarımız var! Allah rızâsı için!…
Adam isteksiz de olsa korku belâsına durmak zorunda kaldı, peşinden bir araba daha… Yaralılar birer birer, karga tulumba taşınmaya başlandı, ağır olanlar tanınmaz hâldeydiler; galiba birisinin iç organları dışarı çıkmıştı…İlk defa böylesine bir acı tabloyla karşılaştığım için donmuş kalmıştım…
Elim kolum bağlıydı ve hiçbir şey yapamadan öylece bakıyordum…***Tahripgücü yüksek saatli bomba, Havza’dan gelen ve bizi yanlarına dâvet eden arkadaşların oturdukları sandalyelerin altına yerleştirilmiş orada patlamıştı, biz onların yanlarına oturma şeklindeki dâvetlerini reddettiğimiz için kurtulmuştuk fakat yaşanan felâket karşısında da çok üzülmüştük.
Hastaneye kaldırılanlardan acı haberler gelmeye başlamıştı;11 kişi yaralanmış, bizi sinemada kendi oturdukları yere davet eden Havzalı arkadaşların yanında bulunan ve geceye Samsun’un Ladik ilçesinden katılan 19 yaşındaki ÜGD’li Gültekin Ertan aynı gün; ağır yaralı olarak Merzifon Devlet Hastanesi’ne kaldırılan 22 yaşındaki Havzalı Bekir Conoğlu , hastanedeki tıbbî yetersizliklerden dolayı Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’ne nakledilmişse de 3 Aralık günü Hakk’a yürümüştü.