PARANIN BİNBİR YÜZÜ
Ahmet URFALI
Lidya devleti, M.Ö. VII. Yüzyılda Gediz ve Menderes ırmaklarının arasındaki verimli ovada yer alan Sard kentinde kuruldu. Lidyalılar, parayı icat ederek değiş-tokuş usulüyle yapılan ticarete yepyeni bir boyut kazandırdılar. Böylece para, insanların hayatına girerek beşeri ihtiyaçların ilk sıralarına yerleşti.
Parayı icat eden Lidyalıların yıkılmasına da para sebep oldu. Onların zenginlikleriyle devletlerini korumak için kiralanan paralı askerler görevlerini yapmadıklarından Persler tarafından M.Ö. 546 yılında ortadan kaldırıldılar. Ancak Lidyalıların icadı olan para; asırlardan beri insan, toplum ve devlet hayatında buhran, ihtilal ve sömürünün başlıca nedeni oldu. Bunun yanı sıra para; pek çok iyilik, güzellik ve doğruluğu da beraberinde getirdi.
“Para iyi bir hizmetçi, kötü bir efendidir.” diyen düşünür, bu çelişkiyi iyi ile kötünün, hizmetçi ile efendinin vasıflarını belirterek açıklamıştır.
Fransız General Napolyon, savaş kazanmanın gereği olarak üç kez tekrarladığı ‘’para’’ ya vurgu yapmasına karşılık, 1799’da Akka’da Türk ordusuna, 1815’te Waterloo’da Avrupa kuvvetlerine yenilmesi sonucunda düşüncesini değiştirip değiştirmediğini bilemiyoruz. Bunun yanı sıra Milli Mücadele’ye başlarken ‘’para yok’’ sözüne, Atatürk’ün ‘’bulunur’’ cevabının arkasındaki ‘’Türk’ün namus cephesi’’ne olan güvene dayanması önemli bir ayrıntıdır.
“İnsan hayâllerinin sınırsız, imkânlarının ise sınırlı” olduğu ekonomik gerçeğini bilmek, insanları; “sonsuz ihtiyaç” ile ‘’kıt kaynaklar’’ arasında bir denge kurmaya sevk etmektedir. Bu dengeyi kurabilenler, mutlu bir hayat sürdürebilirler, aksi takdirde huzursuzluğun bunalım çukuru yeni tuzaklar kurmaya devam edecektir.
Para, bir değişim ve ödeme aracı olup ekonomik değeri olan varlıkları ölçer. Paranın sürümü, geçerliliği ve dolaşımı devlet tekeli ve garantisindedir. Merkez bankaları, milli paralarının değerini altın ve ABD doları üzerinden rezerve ederler. ABD’nin askeri ve ekonomik gücü doların bu durumundan kaynaklanmaktadır. İnsanlar ve devletler kasalarında bulundurdukları birer kâğıt parçası olan dolarla bu gücü daha da artırmaktadır.
Altın, gümüş gibi değerli madenlerden tedavüle çıkarılan ilk paralar, kâğıt paraya evrilmiştir. Günümüzde ise değişik ve yeni para türleri ortaya çıkmıştır: Dijital, sanal, kripto paralar… ekonomik piyasada yerlerini almıştır. Ekonomik hayat hızla bu paralara kullanmaya doğru gitmektedir. Önümüzdeki yıllarda, para- insan ilişkilerinde çok ilginç olay ve gelişmelere tanık olacağız.
Halk bilgeliği; “Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz.” derken bir gerçeği ifade etmiştir. Hâl böyle iken; para ve mal düşkünlüğü tarih boyunca hep var olmuştur. Bilinen en zengin kişi Karun’un hazine anahtarlarını rivayete göre 300 yüz katır taşıyormuş. Bugün onun servetinin kırıntıları müzelerde sergilenirken kendisinden ‘’kuru bir ad’’ kalmıştır.
Yunus Emre;
Hani bunun ilk sahibi.
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.”
sözleriyle “kefende cep olmadığını” belirtir.
İnsan, para ile arasında dengeli bir ilişki kurabilmelidir. Para, insandaki kanaat etme duygusunu alıp götürmemelidir. Para ve onun sayesinde kavuşulan mal, mülk insanı esir aldığı zaman hayat gerçekten içinden çıkılmaz bir bataklık hâlini alır.
Dünyadaki eşitsizliklerin başında, paranın âdil bir dağılımının yapılamaması gelmektedir. İnsanlık bu âdil dağılımı gerçekleştiremediği sürece “dünya cehennemi”nde yaşamaya devam edecektir. Bir taraf, bolluk içinde israf ederek yaşarken, diğer taraf açlık ve kıtlığın insafsız girdabında çırpınıp duracaktır. Sevginin yerini nefret, iyiliğin yerini kötülük alacaktır. Nice servetin, mal ve mülkün temelinde haksızlıkların gözyaşları akmaya, çığlık ve feryatları duyulmaya devam edecektir.
Küresel güçler, kurdukları ekonomik düzenle varlıklarını sürdürebilmek için ülkeleri sömürdükleri müddetçe dünyada yeni buhranların doğmasına kapı aralayacaklardır.
İnsanlık, âdil bir paylaşımı sağlamanın yol ve yöntemini bulmak ve uygulamak zorundadır.