GÖNLÜMÜZÜN İÇ KALESİ: KARACAHİSAR
1-Tarih bilinci ve mekân algısı
Mekân; ev, yurt, bulunulan yer ve uzay gibi anlamlar taşımaktadır. Ancak mekânın kelime karşılığı dışında taşıdığı başka anlam göstergeleri de bulunmaktadır. Bu anlam göstergeleri mekânı değerli kılar. Mekânla insan arasında değer ve duygu ilişkisi doğabilirse, mekân, somut bir varlığın ötesinde soyut bir anlam kazanarak düşünsel alana yükselir. Böylece mekân, fiziki bir olgu olmanın dışına çıkar. İnsanın toplumsal kişiliğinin oluştuğu ilk mekân, kültürel kazanım sürecinin ilk basamağı evin de içinde bulunduğu vatandır. Vatan, Türk’ün evidir. Çünkü vatan; ocaktır, namustur, kutsaldır ve dokunulmazlığı vardır. Vatanlaşan bir mekân, milletin fertlerine mensubiyet şuuru kazandırır. Mekân, tarihle iç içedir. Milletlerin geleceği geçmişinde saklıdır. Bu yüzden yeni nesil, geçmişi anlayıp bugünü kavrayabilmeyi ve geleceği kurmayı tarih bilinciyle sağlar. Tarih bilinci; kitap sayfalarından değil, mekân algısıyla oluşur.
Tarih aynı zamanda bir milletler mezarlığıdır. Binlerce toplum, tarihin tozlu sayfalarında kaybolup gitmiştir. Varlığını sürdüren toplumlar, kutlu ülküler etrafından birbirine kenetlenmiş insanlardan oluşur. Topluluktan topluma, toplumdan milletleşme aşamasına geçebilmek milli kültür sayesinde gerçekleşebilir. Milletleşme sürecine geçememiş topluluklar, hâliyle devlet de kuramamışlardır. Devlet, milletin teşkilatlanmış yapısıdır. Devlet, milletlerin ana cevheri olan milli kültürden tezahür eder. Milleti meydana getiren insanlar, maddi çıkarları için bir araya gelmiş, anonim şirket üyeleri değildir. Onları gönül ve ruh birliği bir araya toplar, birleştirir, yüce hedeflere ulaştırır.
2- Kaostan Kosmosa ‘’Oğuz Barışı’’
Türk milleti; Uluğ Türkistan’da milli kültürle yoğrulmuş, insanlık ülküleriyle donanmış belli bir yetkinliğe ulaştıktan sonra da ‘’Kutsal Göç’’ ile görevlendirilmiş ve böylece dünyaya yayılmıştır. Tarihin kaydettiği bu büyük çıkış, Cengiz ve İskender’in kuru cihangirlik idealleriyle karıştırılmamalıdır. Bu Türk’ün ilahi teveccühe mazhar olmasının bir neticesidir. Horasan, dest-i Kıpçak ve diyar-ı Rum’a doğru gelişen ‘Oğuz Barışı’, farklı kültür ve medeniyetlerin birbirini tanıyıp yakınlaşmalarına vesile olmuştur. Dünyanın kaos buhranı yaşadığı çağlarda sevgi, dostluk, kardeşlik ilkelerini bayraklaştırarak barışın elçisi olmuşlardır. Türk’ün kültürel yapısında bulunan kosmos fikriyle dünyaya yeni bir düzen vermişlerdir. Kosmos; düzenlemek, çeki düzen vermek, güzelleştirmek, bezemek, süslemek, donatmak, dünyanın uyumlu birliğini sağlamaktır. Bu aynı zamanda Hz. Peygamber’in ahlâk yoludur.
Alplik, kahramanlık; yiğitliğin çatal yüreğinde bir çınar olarak biter, yücelir, yeşillenir ve yapraklanır. Onlar, ‘’ok ve yay kullanan uzun saçlı Oğuz atlıları’’dır. Düşmanla vuruşunca gazi, “alnından vurulup bir hilal uğruna güneş gibi batınca” şehit olur. Parmakla sayılmazlar, kırmakla tükenmezler. Coşkuları, gayretleri Fetih Suresi ile taçlanır: “Ve eşsiz bir zafer ile Allah, sana yardım edecek ve üstün kılacaktır.” Oğuz’un dünya barışı sağlama ülküsünü gerçekleştirmek için;
“Baş üryan
Sine püryan
Kılıç alkan” dır.
Sürekli göçtedir, seferdedir yiğitler, önce gönüller, sonra ülkeleri fethederler. Ve asırlar boyunca, gaza, cihat ve fetihle nice zaferler kazanılmış, nice ülkeler alınarak “gülzâr” yapılmıştır.
Ulu Türkistan’da mayalanan “Türk Ülküsü” nün Anadolu’da yeniden canlanmasının bu eserlerde yansıtılması bir kültürel değer olarak belirginleşmektedir. Bizans Edebiyatındaki Akritas Destanında geçen akrit (sınır muhafızları) ve apelatlara (akıncı) karşı, alp-erenlerin verdikleri mücadele anlayışlarının farklılığını bilmek önemlidir. Bir yanda dünyalık peşinde koşan Bizans savaşçıları, öbür yanda ise şehadeti gaye edinen Türk gazi dervişleri bulunmaktadır. Türk göçlerinin başladığı dönemlerde, Anadolu nüfusunu kaybetmiş ve harabeye dönmüş bir coğrafya durumundaydı. Günümüzde dahi o devirden pek çok harabe şehirlerin kalıntıları mevcuttur. Türk fütuhatından önce Anadolu ülkesinin baştanbaşa harabe haline gelmesinin ve nüfusunu kaybetmesinin sebebi, asırlarca süren ardı arkası kesilmeyen savaşlardı. 6. ve 11. yüzyıllar arasında tam beş yüz yıl orduların devamlı surette çiğneyip, yakıp, yıkıp ve yağmaladığı Anadolu’da hayatiyetin kaybolması tabii neticeydi. İşte bu yüzden Türkler, Anadolu’yu aydınlatan millet olmuştur.
3- Anadolu’da yeniden destanlar çağı
Yazıcıoğlu Ali, Tarîh-i Âl-i Selçuk’ta Korkut Ata dilinden Kayı boyunun hükümranlık sağlayacağını müjdeler :“Ve hem peygamber aleyhi’s-selâm zamanına yakın zamanda Bayat boyundan Korkut Ata kopdu. Oğuz kavminin bilgesiydi. Her ne derse olurdu. Gaibden haberler söylerdi. Hakk Ta’âlâ anın gönlüne ilhâm ederdi. Ayıtdı: ‘âhirzamânda gerü hanlık Kayı’ya değe, dahi kimesne ellerinden almaya’ dedi. Dediği Osmân rahmetu’llah neslidir”
Anadolu’da yeni bir destanlar çağı başlamış, alp-erenlerin, gazi dervişlerin fütuhat gayelerinin, ‘kafiri kara yerden ağ toprak açmak, ıssız viranelikleri abad etmek, adalet ve huzuru sağlamak…’’ olduğu belirtilmiştir. Böylece yeni bir ‘’Türk Çağı’’nı başlatmanın ön hazırlıkları tamamlanmıştır. Seferlerin sömürü ve istila amaçlı yapılmadığını vurgulamak için fetih (açmak) denilmiştir bu savaşlara. Yahya Kemal’in şiirinde dile gelir fethin gayesi:
“Vur, pençe-i Ali’deki şimşir aşkına
Gülbank-i asumanı tutan, pir aşkına,
Son savletinle vur ki, açılsın bu surlar,
Fecri hücum içinde ki, tekbir aşkına’’
Alp-erenlerin, gazi-dervişlerin zafer sonundaki sözleridir şu:
“Küffar üzerindeki gazamızın sevabı bize kâfidir.”
“Ya gazi, ya şehit” ifadesinin yüceltilmesi dini bir hüviyet taşımaktadır.
Savaş günü koştular kavgaya, barış zamanı ter damlattılar toprağa. Yolsuzlara yol, çaresizlere umut, açlara ekmek, gariplere mesken hedefsizlere ülkü oldular.
Ö. Lütfi Barka şöyle der:“ Fütuhatı başarmak için Osmanlı ordularına yalnız teşkilatlı ve imanlı muharip temin etmekle kalmayıp, bu misyoner dervişlerin dini ve sosyal fikirler propagandasıyla da halk kütleleri arasında çok faal bir maya gibi faaliyete geçmişlerdir. O memleketlerin sosyal bünyesinde ve siyasi kuruluşunda büyük yenilikler yapmak için müsait kaynaşmayı yaratmakta, temsil ve fütuhat işlerini kolaylaştırmakta amil oldukları da muhakkaktır. Rum İlinin İslâmlaşmasında bu misyoner derviş guruplarının oynadığı rol her halde büyüktür. ”Devletin temelinde ahilerin siyasi, sosyal, askeri gayretleri olmuştur.’’
4- Karacahisar bir “mülk-i hüsn” tarihi
Karacahisar, zengin tarihi hatıraların hazinesidir. Ahlat, Söğüt ve Domaniç’in öz kardeşidir. Güzellikler beldesi bu yerler, tarihin canlı şahitleri olarak günümüzde kutlanan şölenlerle varlıklarını ebed-müddet sürdürmektedir.
Osman Gazi ‘nin Domaniç ve Söğüt yöresinde gitgide yükselen hâkimiyeti Karacahisar Tekfuru’nu rahatsız etmeye başladı. Özellikle Osman Gazi’nin Harmankaya Tekfuru Mihail Koses ile yakın dostluğu bu durumdan hoşnut olmayan yöre tekfurlarının Karacahisar Tekfuru’nun önderliğinde bir ittifak kurmaları sonucunu doğurdu. Bu ittifakı bozmak için Osman Gazi tarafından Karacahisar Kalesi 1288 yılında kuşatılarak ele geçirildi. Karacahisar Kalesi’nin Osman Gazi tarafından ele geçirilmesi, iskan edilmesi süreci kroniklerce anlatılmaktadır. Söğüt ve Domaniç bölgesinde yerleşmiş olan Osman Gazi’nin kalenin alınması sonrasında Eskişehir’e yerleşmesi ve Osmanlı kroniklerinde belirtildiği üzere Karacahisar Kalesi’nde kendi adına hutbe okutup sikke bastırdığı yönündeki bilgiler Karacahisar’ın Osmanlı Beyliği’nin kuruluş evresinde önemli yerleşimler arasında tanımlanmasında belirleyici olmaktadır.
Âşıkpaşa Tarihi’nde olay şöyle anlatılır:“Karaca Hisar’ı alınca şehrin evleri boş kaldı. Germiyan ilinden ve başka yerden hayli adamlar geldi. Osman Gazi’den ev istediler. Osman Gazi de verdi. Az zamanda mamur oldu. Birçok kiliseleri de mescit yaptılar. Pazar da kurdular. Halk toplanıp “cuma namazı kılalım ve bir kadı isteyelim” dediler. Dursun Fakı derler bir aziz kişi vardı. O halka imamlık ederdi. Hallerini ona söylediler. O da gelip Osman Gazi’nin kayın atası Ede Balı’ya söyledi. Daha söz bitmeden Osman Gazi geldi. Sorup isteklerini bildi. “Size ne lâzımsa onu yapın” dedi. Dursun Fakı: “Hanım! Sultandan izin gerektir” dedi. Osman Gazi dedi ki: “Bu şehri ben kendi kılıcımla aldım. Bunda sultanın ne dahli var ki ondan izin alayım? Ona sultanlık veren Allah bana da gaza ile hanlık verdi. Eğer minneti şu sancak ise ben kendim dahi sancak kaldırıp kafirlerle uğraştım. Eğer o, ben Selçuk hanedanındanım derse ben de Gök Alp oğluyum derim. Eğer bu ülkeye ben onlardan önce geldim derse Sü1eymanşah dedem de ondan evvel geldi.Halk razı oldu. Kadılığı ve hatipliği Dursun Fakı’ya verdi. Cuma hutbesi ilk önce Karaca Hisar’da okundu. Bayram namazını orada kıldılar.Bunun tarihi Hicretin 699 unda (milâdi: 28 Eylül 1299-15 Eylül 1300) vâki oldu.Kadı konuldu. Subaşı konuldu. Pazar kuruldu ve hutbe okundu.”
Geçmişten geleceğe tarihin sessiz tanığıdır Karacahisar. İlk fetih, ilk başkenttir. Görkemli yükselişin ilk eşiği, hâkimiyet alameti ilk hutbenin okunduğu ve ilk sikkenin basıldığı kutlu beldedir.
Dursun Fakı tarafından Karacahisar’da okunan hutbe, Osmanlı Beyliğinin adalet üzere olacağının ilk beyannamesidir:
‘’Hükümde eşitlik hassas bir tartı
Adalet olmazsa devlet olamaz
Buyruğuna koşup ulu hakanın
Birlik göstermeyen millet olamaz
Göl gibi kımız sağ dağ gibi et yığ
Nasipten başkaca kısmet olamaz
Elinden tut yoksul ile mazlumun
Sofrasın açmayan şöhret olamaz
Kara sevdalısı olup toprağın
Yurttan daha güzel nimet olamaz
Geçmişi unutma yarını keşfet
An’dan daha üstün müddet olamaz
Başta tutup Tanrı emrini her an
Doğruluktan öte ziynet olamaz
Ayrılıkta azap vardır bilince
Kör fitneden beter illet olamaz’’
Karacahisar; ilk fetih, ilk başkenttir. Görkemli yükselişin ilk eşiği, hâkimiyet alameti ilk hutbenin okunduğu ve ilk sikkenin basıldığı kutlu beldedir Karacahisar. Atalar mirasına karşı vefalı oğulların her yıl kutlaya geldikleri bir şölendir.
6- Beylikten cihan devletine
Kayılar, stratejik öneme haiz Karacahisar’a uç beyliği olarak yerleştirilmiştir. Uca yerleştirmek, sadece sınırı korumak değil, imkân ve fırsat doğduğunda fütuhata devam etmek anlamını taşır. Bir bakıma uçlar, yeni başlangıçların yeni müjdelerin alanlarıdır.
Osman Bey, 1291’de aldığı Karacahisar zaferinin tecrübesiyle Bilecik, Yarhisar, İnegöl fethedilmiş, Marmara Denizine ve İznik Gölüne yaklaşılmıştır. 1324’te Osman Bey’in bıraktığı miras, 16.000 kilometrekare olmuştur.
Müneccimbaşı Tarihinde cihan devletini kuranların özellikleri sıralanır: “Bil ki bu devleti kuranlar, yeryüzünün en haşmetli ve en büyük hükümdarlarıdır. Onlar, en kudretli saltanata, en geniş memlekete sahiptirler. Yüksek bir kudret ve akıl sahibidirler. Bahtları ve kısmetleri açıktır. Çok hayır yaparlar ve ihsanda bulunurlar. Onların saltanatları en şevketli, kılıçları en keskin, mızrakları en sivridir. Mal, at ve silah bakımından yeryüzünün en zenginidirler. Görüşleri en doğru, yolları en güzeldir. Şiddetli bir kuvvet ve tesirleri vardır.”
Âşıkpaşazâde’nin Tevarih-i Al-i Osman’da naklettiği Osman Gazi’nin rüya efsanesi, çağlar sonra Oğuz Kağan ülküsü “dünya hâkimiyeti”nin “gölgesi âlemi tutan” bir ağaç motifiyle tekrarlanır. Osman Gazi’nin rüyasındaki ağaç; toprakla özdeşleşmek, toprağı vatan yapmak, toprağa tutunmak, derinliklere kök salmak, dallarının gölgesi altında dağları bulundurmak, yerleşmek anlamındadır.
Faruk Sümer; ‘’Kayıların Anadolu’nun yeni ve kutlu bir Türk vatanı hâline gelmesinde büyük rol oynadıklarını ‘’belirtir.
Kayı’nın Karacahisar’da diktiği fidan, tıpkı Osman Gazi’nin rüyasında olduğu gibi âlemi sarar: ‘’ Bu ay kim Osman Gazi’nün koynına girdügi demde göbeğinden bir ağac biter. Dahı gölgesi âlemi dutar. Gölgesinün altında dağlar var. Ve her dağun dibinden sular çıkar. Ve bu çıkan sulardan kimi içer ve kimi bağçalar suvarur ve kimi çeşmeler akıdur.
Sonuçta, Hayme Ana’nın öğüdüdür vefalı oğullara emanet edilen: ‘’ Ululuk isteyen töreden ayrılmasın.’’
Kaynakça:
-Cezmi Karasu-Oktay Berber-Tuğçe M. Sakarya , Kuruluş Osmangazi Karacahisar ve
Osmanlı’nın Temelleri Karakurum Yayınevi Ank. 2019
-Sencer Divitçioğlu, Osmalı Beyliğinin Kuruluşu, YKY İst.1999
-Yılmaz Öztuna Büyük Türkiye Tarihi Ötüken İst.1983 2.cilt
– J. Von Hammer, Osmanlı İmp. Tarihi Erasmus Yayınları 2017