GÖÇTE KÜLTÜREL KİMLİK
Ahmet URFALI
Kültür değişik anlamalarda kullanılan bir kavramdır; hem sosyolojide hem pedagojide kullanılır. Pedagojide kullanılan kültürün anlamı sosyolojideki anlamından farklıdır. Pedagoji; eğitimin amaçlarını, ilkelerini, yöntemlerini inceleyen ve eğitimi çalışmalarını kurallara bağlayan bilim dalıdır. Amacı, kişiye mesleği için gerekli bilgi ve becerileri kazandırmak; düşünce, duygu ve davranışlarını geliştirmek; zihinsel olgunluğa erişmesini sağlamaktadır. Hemen her toplumda bu niteliklere sahip olana kültürlü kişi denir.
Sosyoloji, antropoloji, etnoloji gibi toplumsal bilimlerde kültürün anlamı değişiktir. Bu bilimlerde kültür, toplumun bütün bireylerinin ortaklaşa sahip oldukları kurum ve değerler sistemi anlamına gelir. Kültür, bir toplumun ayırt edici değerleri, normları ve maddi unsurlarıdır. Bazı sosyologlara göre kültür , yaşayış ve düşünüş tarzı; sanat, edebiyat ve dinle ilgili değerler; âdet, gelenek ve eğlencelerdir. Uygarlık ise, insanın yarar sağlamak amacıyla ve belirli bir hedefe ulaşmak üzere kullandığı her türlü araç ve gereçlerdir.
Ziya Gökalp’e göre kültür (hars); bir milletin kendine özgü dil, ahlâk, hukuk, din, estetik, ekonomi, fikir ve fen hayatlarının ahenkli bütünüdür. Uygarlık (medeniyet) ise bireysel iradelerle ve metotlu çalışmalarla meydana getirilen bilim, bilgi ve tekniklerin tümüdür. Bilgi, teknik ve metotları milletler birbirinden alabilir. Uygarlık, milletler arası, kültür ise millidir.
Kültürün maddi ve maddi olmayan öğeleri arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Maddi olan ve maddi olmayan öğeler karşılıklı birbirlerini etkilemektedir. Kültürün bu şekilde anlaşılmasından şu sonuçlar çıkabilir:
• Kültür ve uygarlık ayrı şeylerdir.
• Ne kadar toplum varsa o kadar da kültür vardır. Başka bir deyişle, kültürü olmayan toplum yoktur.
• Toplumları birbirinden ayıran özelliklerin başta geleni kültür özelliğidir.
• Bir toplumun bireylerini birbirine yakıştıran, dayanışma içerisinde bulunduran ve belli bir görüşte birleştiren de kültürdür. Çünkü insan, kültürün ürünüdür.
Göç sürecinin bir sonucu olarak göçmen topluluğu, birinci kuşaktan başlayarak fırsat eşitsizliğinin yaygınlığını, ayrımcılığın derecesini, toplumsal marjinalliğin algıladığı ölçüde kendisini savunmaya yardım edecek olan kültürel bir kimliğe ihtiyaç duymaktadır. Bu algılama, kendini birinci kuşaktan çok ikinci ve üçüncü kuşakta duyurmaktadır. Zira birinci kuşak üyeleri, geldikleri ülkenin bir parçası olmayı amaçlamamış, sahip oldukları düşük statüye rağmen toplumsal konumları anayurda kıyasla yükselmiş sayılmaktadır. Oysa ikinci kuşağın çocukları ve onları izleyenler, durumlarını doğup yetiştikleri yeni ülkenin aynı yaş grubu ile kıyaslamakta ve yoksun bırakıldıkları fırsat ve imkanları daha keskin bir biçimde algılamaktadırlar. Dolayısıyla, birinci ve ikinci kuşağın davranış biçiminde bir farklılık göze çarpmaktadır. Birinci kuşak, dönüş hayâlleri ile oyalanmakta, neo-feodal bir uyum biçimi olarak tüketim yolu ile itibar kazanmaya çalışmakta, kolektif kimliğe sarılmaktadır. İkinci kuşak için farklı bir anlayış vardır. İkinci kuşak, ya milli kültürüne sıkı sıkıya bağlanır, ya asimile olur veya kayıtsızlıkla içlerine kapanırlar. Gençlerin içinde yetiştikleri ortam benimseyecekleri kültürel kimliği de belirlemektedir.
Kültürel kimlikte; dil, öğrenim, toplumsal değerler, din, gelenekler en belirleyici etkenlerdir. Göç, karakteri itibarıyla gidilen yerde aynı dili konuşan, aynı toplumsal değerleri benimseyen, aynı dine iman eden ve aynı gelenekleri yaşayanları bir araya toplar. Arada asimile olanlar veya kendi toplumundan uzaklaşıp başka bir kültürü de benimsemeyen kişiler çıkabilir. Burada asıl olan kendi öz kültürünü kaybetmeden hayatını devam ettirmektir. Aynı zamanda milli kültürünü de çocuklarına aktarmak ve yaşatmaktır.