
Ü Ç Y I L D I Z KAYDI
Ahmet B. KARABACAK
M E H M E T S A Y I N
Ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin;
Bir çare yok mudur buna Ya Rabbel Âlemin?
Diyor Yahya Kemâl Beyatlı. Elbette çare yok.
Gene üstad’dan:
Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi;
Müşkül odur ki, ölmeden önce ölür kişi.
Yazmak istediğim üç kişi, işte öldükten sonra uzun yıllar yaşayacak olanlardır.
Ölüm, belki de bize büyük bir lûtuf… Köhneyerek yüzlerce yıl yaşamanın çekilmez sıkıntılarını düşününce, hep bir lûtuf diye kabullenirim ölümü.
Yıllar önce dünya çapında, âlimler arasında bir anket düzenlenmişti. Ölüm hakkında ne düşünüyorsunuz, diye sorulmuştu. Pakistanlı bir Müslüman âlim şöyle bir cevap vermişti: “Biz Müslümanız. Ölümden korkmayız. Bir âlemden gelip, bir başka âleme gideriz.”
Ama insanız, çok zayıf mahlûklarız. Bir yakınımız, bir dostumuz vefat edince ister isteme bunu bir türlü kabullenemiyoruz. Meydana gelen boşluğun acısını uzun süre yüreğimizde, beynimizde hissediyoruz.
Bu kısa süre içinde 50 küsur yıllık üç dostumu kaybettim. Beklemediğim vefatlardı bunlar. Mehmet Sayın benden epeyce küçük, kendisi Bursa’da oturuyordu. İşletme fakültesini İstanbul’da bitirdikten sonra oraya yerleşmişti. Hemen her hafta telefon eder, o etmezse ben ararım, uzun uzun dertleşirdik. Onun bir kız bir erkek ikizlerini sorar, başarıdan başarıya koşan bu aklı evvel çocuklarla ben de gururlanırdım. Kısa bir süre önce aradım. “abi biraz hastayım” dedi. Daha önce kalp ameliyatı geçirmiş, sıkıntıları epey geçmişti. “Kendini fazla yorma” dedim. Yorulmadığını söyledi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, merak ettim, gene aradım. Hasta olduğunu söyledi. O konuşmamızdan bir-iki gün sonra onun yakın arkadaşı, Türk milliyetçiliğinin fedakârlarından Mehmet Kılıç Kayseri’den aradı. Mehmet’in vefat ettiğini haber verdi. Sonra başkaları da aradı. Herkes üzüntü içinde idi; sevdikleri güzel insanı kaybetmeyi kabullenemiyorlardı. Takdir büyük yerden, bize sadece rahmet dilemek düşüyor. Allah ondan rahmetini esirgemesin. Çok özleyeceğiz, ama elimizden gelen bir şey yok…
Sevgili kardeşimle ilgili, Ülkücü Kadro sitesinde uzun süre önce bir tanıtma yazısı kaleme almıştım ve KAHRAMAN adlı kitabıma da koymuştum. Onu bu yazıya eklemek istiyorum:
M E H M E T S A Y I N
Mehmet Sayın’ın Ülkücü Hafıza isimli kitabı postadan çıkınca hemen paketi açtım ve bir hamlede okudum… Kitabın ismi ile Mehmet sanki kardeş gibi birbirlerine yakışmışlardı… Evet, Mehmet’in hafızası, hadi bizim gençlik yıllarının tabiriyle söyleyeyim, sanki bir teyp gibi idi. Yıllarca beraber olduk, ben unuttuklarımı ona sorardım ve o hiç düşünmeden sorularımın cevabını hemen verirdi… Kitap işte o parlak hafızanın bir ürünü. Bir salon sohbeti şeklinde yazılan kitap, eski günleri yaşayanlara o günleri hatırlatırken, genç nesle de birçok dersler veriyor…
* * *
Hatay’dan ziyaret için gelen Hayrettin Neşeli ile İstanbul’da oturan Halil Köseoğlu, Savder Tanık bizim evde; eski günleri hatırlıyoruz. Bu arada Mehmet’ten ve kitabından konuşuyoruz. Hayrettin memleketinde avukat ve Hatay’lı, Halil Millî Eğitimden emekli ve Kilis’li, Savder bankacılıktan emekli ve Makedonya’lı, Mehmet İşletme Fakültesini bitirdikten sonra ticarete girdi, o da emekli ve İstanbul Heybeliada’dan, ben ise en yaşlıları ve Tosya’lı. Hepimizi birleştiren düşünce ise Türk-İslâm Ülküsü davası ve unutulmayan hatıralarımız. Konuştukça eski günler geliyor gözümün önüne. Ölümün kol gezdiği o günlerde, o günün bu genç nesli okumak ve arkadaşlarını okutmak için müthiş bir mücadele içinde idiler. Halil’i hatırlıyorum: Henüz lise çağlarında iken, birkaç arkadaşı ile gelmişlerdi yanıma. İstanbul’da ilk Genç Ülkücüler Teşkilâtını kuranlardan. Sonra Fen fakültesine girdi ve oranın Ülkü Ocağı başkanlığını üstlendi. Komünist Kürtçülerin karargâhı gibi olan bu fakültede yıllarca mücadele etti ve okulunu bitirdi; öğretmen oldu, pek çok idealist öğrenci yetiştirdi, mücadelesini emekli olana kadar orada da sürdürdü. Şimdi gene hareketin içinde, fikrî mücadelesine devam ediyor. Savder, Mehmet’le beraber İşletme fakültesini bitirdi. Bir kültür adamı olarak da arkadaşları arasında saygı duyulan biri olan Savder, yedek subay olarak gittiği Adana’da mücadelesine devam etti. Şimdi Ülkücü Kadro sitesinin, Mehmet’le beraber, genç nesle yol gösteren yazarlarından. Hayrettin ise Hatay’da hareketin temel taşlarından…
* * *
Yazılarımda da zaman zaman hatırlatıyorum; hareketin içine girdiğimiz 1965 yıllarında Türkeş enkaz halinde bir partiyi teslim almıştı. Türkiye genelinde olduğu gibi, İstanbul’da da hemen bütün ilçeler teşkilâtsızdı. İlçelerde nasıl teşkilât kuracağımızı, kimin bu işi kabul edeceğini hesaplıyor, ilçelerdeki milliyetçilere ulaşmağa çalışıyorduk. Adalar ilçesine gelince orada bir problem yoktu: Orada ömrü macerayla geçmiş, Arjantin’e giderek orada on yıl şoförlük yapmış bir idealist adam vardı. Lâkabı TORİK; Torik Mehmet. Yıllar önce vefat eden rahmetli bu vefakâr, idealist dostumuz hiç hesap kitap yapmadan yıllarca Adalar İlçesi başkanlığını yaptı. İkinci kişi ise, Adaların milliyetçi gençlerini organize eden Mehmet Sayın’dı. Adadan söz açılınca o yıllarda bu iki isim akla gelirdi. Zaman zaman Büyük Ada’ya gidince oranın gençlerini hep bir arada bulurduk. Adalar gazete başbayiinin oğlu Rıza, genç yaşta böbrek hastalığından vefat eden Erdoğan, benimle bir süre çalışan Ekrem, Hasan Yumuk paşanın oğlu Hakan, Mehmet Sayın’ın çok genç yaşta bir trafik kazasında vefat eden kardeşi Nur ve pek çok adalı genç. Mehmet, fakülteye giderken, bir taraftan da yayınevinde bana yardım ederdi. Yıllar geçti, o günlerin kızgın örsünde dövülerek çelikleşen bu dostlarım halâ mücadelelerine devam ediyorlar. Bir adım geri çekilmek yok. Tam tersine daha ileri, çok daha ileri nasıl gideriz derdindeler. Kutlu davamız hedefine böyle insanların fedakârlığıyla, alın terleriyle ulaşacaktır. Kahramanlık, nutuk çekmekle olmaz…
windows 10 pro satın al