VUR! TÜRKLÜK AŞKINA VUR!
Asena Kınacı MORAL
8 Kasımı Yüce Türk Milletine hediye eden yiğitlere selam olsun!
(2. Karabağ Savaşı sırasında, 2783 askerimiz Şehit oldu, 1245 askerimiz Gazi oldu. 100 den fazla askerimiz kayıp…)
“Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, “Zafer Günü” olarak belirlenen 10 Kasım tarihini, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat gününe denk geldiği için, Şuşa’nın işgalden kurtarıldığı gün olan 8 Kasım tarihiyle değiştirdi. “
Yıl 1992… 26 Şubat…Ankara’nın üzerine sise bulanmış bir akşam çökmüş. Fakülteden eve dönüyorum. Otobüsten indikten sonra yarım saat kadar daha yürüyerek eve varıyorum. Kaldırımda hafif hafif çiseleyen kar taneleri kovalıyor beni. Ellerim soğuktan buz gibi olmuş. Eskimiş, delinmiş ve kar suyunu içine çeken botlarımın içinde ayaklarım ıslanmış, parmak uçlarımı hissetmiyorum. İnce pardösümden geçip tenime değen soğuğu ciğerlerimde hissediyorum. Şimdi soba yanıyordur evimizde. Annem çay da demlemiştir. Belki sıcak bir çorba da yapmıştır. Babamın boynuna sarılırım kapıdan içeri girince. Kardeşlerimi öperim kocaman…Oh… Yuva ne güzel…
Annemin hazırladığı yer sofrasında çorbalarımızı içmiş, bulgur pilavımızı kaşıklıyorduk ki akşam haberlerinde TRT sunucusu Azerbaycan’ın Karabağ ilinde Hocalı’da Ermenilerin önceki akşamdan itibaren Türk köylerini bastıklarını, vahşice çocukları, kadın ve yaşlıları öldürdüklerini, öldürmeden önce de haince akıl almaz, türlü eziyet ve işkenceler yaptıklarını, kalleşçe genç kızlarımıza, kadınlarımıza tecavüz ettiklerini anlatıyordu. Haber alınamayanlar ve esirlerin olduğu da habere ekleniyordu. Hepimiz sofrada kaşıklarımızı sessizce elimizden bıraktık. Babam ağlamamak için uğraşıyor benimse gözyaşlarım yüzümden akarak sofraya dökülüyordu. Boğazımızda kocaman bir düğüm, yüreğimizde acı, anlatılamaz, tarif edilemez bir çaresizlik vardı. Babam, anneme topla sofrayı! dedi.
Haberler devam ediyor, ben hıçkırıklara boğularak ağlıyordum. Yabancı basın ajanslarından alınan görüntüler de anlatılanlara ekleniyordu: Gece uykularında sinsice basılmıştı köyleri, evleri. Evlerinde katledilenler olduğu gibi vahşetten insanlığını kurtarmak için kaçmaya çalışanlar da olmuştu. Fakat çoğu kaçmayı başaramadan Ermenilerin hain tuzaklarına düşmüştü. Hocalı’nın dağlarında, Ermeni katliamının masum kurbanları, kalleşçe sırtından vurulan kardeşlerim toprağa düşmüş, kanları karlara karışmıştı. Bazılarının başında feryat eden ve hiç bitmeyecek ağıtlar yakan biri-bacım, kardeşim, dedem, ninem – vardı. Hepsinin üstleri başları çamur olmuştu, soğuktan korunacak giysileri yoktu. Ayakkabıları yoktu. Paltoları yoktu. Bazıları kimsesiz, sessiz, yalnız yatıyordu toprakta. Belli ki tüm ailesi de kendisi gibi katledilmişti. Küçük bir çocuğu kucağında sarıp sarmalayan biri ağlıyordu. Gözlerinde vahşetin şahitliğinin dehşeti vardı. Kucağındaki balanın ayağında çorapları yoktu. İnce giysisi ile o Hocalı’da üşüyor, ben Ankara’da yanan sobanın ateşinde titriyor, üşüyordum. O bala, yetim, öksüz kalmış Hocalı’da ağlıyordu, ben ondan uzakta, onunla birlikte Ankara’da ağlıyordum.
O şubat gecesi sanki hiç bitmedi. Karnından bebeği sökülüp alınan bacımın çığlıkları göğü yırtıyordu. Kızını gelin, oğlunu damat görmeyi murat eden Karabağ Türkü şimdi onların soğuk bedenlerine sarılıp ağıtlar yakıyordu. Ermeni o gece balaların gözlerini çıkardı, kadınlarımıza yazılamayacak söylenemeyecek eziyetler etti, ninelerimizi yerlerde sürükledi, hem yiğitlerimizi hem ak sakallı dedelerimizi kurşuna dizdi. Bu soğuk şubat gecesi ay aydınlığından utandı, yıldızlar korkudan gökyüzünde saklandı. Karabağ karanlığa gömülüp Ermeni’ye kaldı.
O gün yaşım on yedi, ömrüme bahar gelmişken yüreğime şubat düştü benim. Hocalı’da Türk balasının gözüne sıkılan kurşun o gün beni vurdu. O gün kesilen başlar, kollar, bacaklar benimdi. O gün oyulan çıkarılan gözler benimdi. Ağlayan ben, üşüyen bendim o gün. Feryatlardan kısılan ses benimdi. O gün Tanrıdan merhamet bekleyen yüreği duada Türk bendim. Karabağ hasretini, Hocalı intikamını yıllarca yüreğimde büyüttüm.
Yıl 2020… 27 Eylül…
Ajanslardan haberler geçiyor. Ermeni yine haince Azerbaycan’a saldırdı. Azerbaycan Ordusu, topraklarını koruma ve savunma amaçlı savaş kararı aldı.
Yirmi sekiz yıl Türk bu günü bekledi: Çığlıkları gökyüzünü delen analar için, uykusunda hançerlenen yiğitler için, kurşuna dizilen masumlar için, gözleri çıkarılan balalar için, kızlarımızın dinmeyen iffet gözyaşları için velhasıl o gün öldürülen insanlık için;
Ey Türk!
“- Vur! TÜRKLÜK aşkına vur! –
– Vur! FETİH aşkına vur!
– Vur! TOPRAK aşkına vur!
– Vur! BAYRAK aşkına vur!
– Vur! ALLAH aşkına vur!”
Ey Türk! Karabağ’da doğmayan güneş için, ötmeyen bülbüller için, açmayan harıbülbül gülleri için, esmeyen seher rüzgarları için ve hep ağlayan baharlar için vur!
Ey Türk! Vur da hazan ile geçen ömrüme bahar gelsin.”Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!”