
KORONA İLE YAŞAMAK
Asena Kınacı MORAL
2019 yılının Aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ilk kez ortaya çıkan corona virüsü salgını tüm dünyaya yayılmaya ve tüm dünyayı etkilemeye devam ediyor. Özellikle solunum yolu rahatsızlıkları ile kendini belli eden hastalık kuru öksürük, ateş, halsizlik, eklem ağrısı, boğaz ağrısı gibi belirtilerle varlığını sürdürüyor. İnsan hafif bir soğuk algınlığı geçirdiğini düşünürken bir kaç gün içerisinde ölümle burun buruna geliyor. Bütün dünyada insan ölümleri binleri, on binleri buluyor. Bu salgın hastalığın bulaşıcılık özelliğinin çok olması da salgının kontrol edilmesini zorlaştırıyor.
Covit- 19 virüsü 2019 yılının Aralık ayında Çin’de ortaya çıktığında, sıradan bir insan olarak bu günleri böyle geçireceğimizi öngördüm diyemem. Bütün dünya bu hastalığı konuşuyor. Bu hastalığın nasıl ortaya çıktığı tartışılıyor. Bazıları, insanların bilimsel çalışmaları ile bu virüsün var edildiğini varsayarken, bazıları bunun insanlığı cezalandırmak için Tanrı tarafından gönderilmiş bir doğal afet olduğunu savunuyor. Virüsün yapısı konuşuluyor. Virüse karşı mücadele yöntemleri konuşuluyor, anlatılıyor.
Tüm bilim insanları bu hastalığa karşı başarılı mücadele verebilmek için hastalığın çaresini bulabilmek için bir yıldır büyük uğraşlar veriyor. İnsanlık bu yüzyılda kendini büyük hayal gücü gerektiren bir Amerikan filminin içindeymiş gibi hissediyor. Ancak insanlık hastalığın getirdiği çaresizliklerle tarihe not düşen bir dönem gerçeğinin tam da ortasında olduğunu fark ediyor. Ve koca dünya yok olan, ölüme giden milyonlarca insanın yarattığı derin boşluğun gerçekliği ile karşı karşıya kalıyor.
Toplum bilimciler ve bilim insanları eski normallerimiz ve yeni normallerimiz diye iki kavramı gündeme getirerek bugünlere uyum sağlamamız gerektiğini vurguluyorlar. Eski normallerimiz olan bayramlarımız, kutlamalarımız, düğünlerimiz, nikahlarımız, kına gecelerimiz, halaylarımız hastalık süreci bir yıl olmasına karşın yüzyıllar ötesinde kalmış gibi . Hani büyüklerimizle karşılaştığımızda el öperdik. Küçüklerimizi görünce gözlerinden buse alırdık. Arkadaşlarımızı görünce kucaklaşırdık. Sarılmanın güvenini hissederdik. Tanıdıklarımız tanımadıklarımız ile tokalaşırdık. Bazen tokalaşmak yetmez sevdiğimizin iki elini avucumuzun arasına alır sevgimizi gösterirdik. Çay içmeye karşı kapı komşumuza giderdik. Kahveyi can dostumuzun elinden içerdik. Büyük yemek masalarında şen kahkahalarla Allahın verdiği nimetlere şükür ederek yemek yerdik. Doğum günlerinde bir pastanın başına hepimiz geçip mumları birlikte üflerdik. Pikniklerde kaç aile, kaç kişi olduğumuzu sayamadan mangal başındaki lezzetin tadını çıkarırdık.
O günden bugüne bir yıl geçti. Yeni normallerimiz oldu. “Hayat eve sığar.”” Evde Hayat var” diyerek evlerimize kapandık. Hastalıktan korunma amaçlı evde kalmalarda dışarıda özgürce gezememenin ne demek olduğunu anladık. Yapmak isteyip de yapamadıklarımız yerine çeşit çeşit, renk renk maskelerle günümüzü anlamlandırmaya çalışıyoruz. Hayatımızın vazgeçilmezi olan maskelerimizle yüzümüzde duygularımız öksüz, mimiklerimiz yetim kaldı. Dokunmayı severdik, şimdi dokunmak çok tehlikeli. Neye dokunmuşsak muhakkak-hep-daima ellerimizi yıkamalıyız. En sevdiğimizi görsek sarılmadan üç metre öteden küçük bir baş selamı vermeyi öğrendik. Karşımızdakine olan yakınlık duygumuzu gösterebilecek çeşit çeşit el, kol, baş hareketi barındıran selamlama yöntemleri uydurduk. Misafir ağırlayamıyoruz. Misafirliğe gidemiyoruz. Sıcacık akraba ziyaretlerini özledik. Sarılmak, dokunmak, sevmek uzak memleketlerin uzak iklimlerinde kalmış gibi sanki.
Bilim ve teknoloji hayatımızın birinci önceliği oldu. Hastalar için “ geçmiş olsunlar”, ölümler için “başsağlıkları”, hayırlı işlerin “tebrikler”i uzaktan telefonla söylenir oldu. Eş, evlat, anne, baba, kardeşlerle bile yüz yüze görüşemediğimiz için internet aracılığı ile görüntülü sohbetlerle idare ediyoruz. Alış-verişler internet teknolojisi kullanılarak yapılıyor. Salgın hastalıkla savaşta ön cephede savaşan sağlıkçılarımızın ve mesleklerinin gerçek kıymeti herkes tarafından daha da anlaşılır oldu. Tüm dünyada bilimin ve eğitimin önemi anlatılıp konuşulurken uzaktan eğitimle öğrenmeye çalışan çocuklarımızın psikolojik ve akademik geleceğine duyulan kaygılar arttı. Uzaktan eğitimle öğretmeye çalışan öğretmenlerimizin fedakârlıkları gün yüzüne çıktı.
Yeni bir yıl geliyor. 2020’yi salgın hastalığın etkilerinin gölgesinde yaşayıp bitirirken 2021 yılını da her yeni yıl olduğu gibi heyecan içerisinde bekliyoruz. Ama 2020 yılında yanımızda olan pek çok değerli insan artık aramızda değil. Onları salgına kurban verdik. Uzak-yakın tanıdıklarımızın ölüm haberleri ile hayatımızdan aniden bir bir eksilenlerin acısı yüreğimizde derin izler bıraktı.
Kendimizin ya da yakınlarımızın bu hastalığa yakalanmasını istemiyorsak 2021 yılını evlerimizde kalabalıklardan uzak karşılayalım. Sevdiklerimizin arkasından gözyaşı dökmeden geçireceğimiz yeni günler, yeni yıllar için, bu yayılmacı salgın hastalıktan korunmak için kutlamalarımızı çekirdek aile olarak kısıtlayalım. Bilim insanlarının araştırmalarına ve bildirdikleri araştırma sonuçlarına güvenip saygı gösterelim. Yetkililerin korunma ve salgını önleme amaçlı koydukları kısıt kararlarına uyalım. Uyarılarını harfiyen uygulayalım. Birbirimizi özlesek de sabredelim. Korona ile yaşarken bir yanımızı eksik bir yanımızı aksak da hissetsek maske, mesafe ve temizlikten oluşturduğumuz üçgenin içerisinde – hastalığın çareleri bulunana dek- yaşamak zorunda olduğumuzu kabullenelim. Sevdiklerimizi kalbimizde yaşatalım. Sevdiklerimizi uzaktan sevelim ki hastalık bittiğinde de eski güzel günlerin tadında yeni güzel günlere sevdiklerimizle kavuşabilelim.