
Ş U Z A L İ M F R A N S A
Ahmet B. Karabacak
Halâ geçmiş günlerin rüyasını gören, başarısız bir karikatüre benzeyen Fransa’nın devlet başkanına, eski ve halen sömürgeci Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları zulümleri karşılaştırması için , Türkler’in Cezayir’e nasıl davet edildiğini hatırlatmak istiyorum:
Akdeniz’de gemicilik yapan Oruç Reis ve kardeşi Barbaros, İspanyolların Endülüs Müslümanlarını katliamdan kurtarmak için, oradan gemilerle bu insanları Kuzey Afrika kıyılarına taşıyorlar. Endülüs’ü Müslümanlardan arındıran İspanyol’lar bu kere Afrika kıyılarına saldırıp, oradaki insanları da ezmeğe devam ediyorlar. Pek çok yeri işgal edip, şehirleri yağmalayıp, insanları ya öldürüyor ya da işe yarayacağına inandıklarını esir ederek Hıristiyan ülkelere köle diye satıyorlar. İspanyol’lar kısa süre içinde, zaten kabileler halinde yaşayan, bu çoğunluğu Arap ve Müslüman olan halkı ezmeğe ve topraklarını gasp etmeğe çalışıyorlar. Cezayir şehri dışında her taraf işgal edilince, bu şehrin ileri gelenleri o günkü padişah Yavuz Sultan Selim’e bir elçi göndererek, İstanbul’a dönmek isteyen Hızır Reis’in (Barbaros) gitmemesini, kendilerine bey olarak tayin edilmesini istiyorlar. Bu kabul ediliyor ve Barbaros İspanyolları Kuzey Afrika topraklarından bir daha gelmemek üzere atıyor. Türklerin Cezayir’e yerleşmesi özetle böyle…(Davet olayının detayı aşağıda)
F R A N S I Z İ Ş G A L İ
Büyük fikir ve ideal adamı Rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un “Tek dişi kalmış canavar” dediği Avrupalının en büyük örneklerinden biri Fransızlardır. Cezayir 1830’dan 1962 yılına kadar 132 yıl bunların işgalinde kaldı. 300 yıldan fazla Osmanlı idaresinde kalan bu ülkede bir defa dahi halk idareye isyan etmedi. Haksız yere bir kişi öldürülmedi. Fransız işgalinden sonra ise devamlı isyanlar oldu. Fransızlar, işgal ettikleri süre içinde 1,5 milyon Müslüman’ı hunharca şehit ettiler. Fransızlar bu katliamları, bilindiği gibi Afrika’nın muhtelif yerlerinde, Güney Doğu Asya’da da, Kanada’da da gösterdiler ve halende gösteriyorlar. Anadolu’yu işgal için geldikleri zaman Antep ve çevresinde, Suriye’de, Lübnan’da gösterdikleri vahşet ayrı bir yazı konusu…
Fransa’nın Cezayir’e yönelik işgal amaçlı saldırıları 1827’de başlıyor. O sırada Osmanlı iç isyanlarla zayıf durumda. Başı sıkıştıkça Osmanlıdan yardım isteyen ve bu yardımı fazlasıyla gören Fransa bu zayıflığı fırsat olarak görüyor. O yıllarda Cezayir’in başındaki aslen İzmirli, Dayı Hüseyin Paşa Fransa’nın maksatlı tahriklerini atlatmağa çalışıyor. O sırada Fransız hükümeti, Bacri ve Busnak adlı Osmanlı uyruğunda olan Cezayirli iki Yahudi’den 5 milyon Frank ve bir miktar hububatı borç olarak alıyor; fakat bunu ödemek istemiyor. Alacaklılar, uyruğunda oldukları devletin yetkilisi olan Hüseyin Paşayı devreye sokuyorlar. Hüseyin Paşa borcun ödenmesini temin etmek ve zorlamak için limandaki bazı Fransız gemilerine el koyar. 29 Nisan 1827 tarihinde bu borçların tartışıldığı bir sırada, küstahlık eden Fransız konsolosu Pierre Deval’in yüzüne Dayı Hüseyin Paşa elindeki yelpaze ile vurur. Cezayir’i işgal etmek için bahane arayan Fransa bu hadise üzerine 16 Haziran 1827’de Osmanlı devletine savaş ilân eder ve askeri harekâta başlar… (Yakın tarihte Amerika, Irak’ı işgal ermek için olmayan atom bombalarını bahane etmişti. Bugün de petrol sahalarını bahane ediyor. Sömürgecilerde zihniyet hiç değişmiyor.) Fransa, İngiltere ve Rusya ile işbirliği ederek 20 Ekim 1827’de Navarin’de Türk donamasını yakar. Osmanlı-Rus savaşı, Mora isyanları sebebiyle Cezayir iyice yalnız kalır…
Cezayir’in işgali öyle kolay olmadı elbette. Ülkede olan Türkler, Türklerle evlilik yoluyla akraba olan Kuloğulları, Araplar, Berberiler satın alınan bazı kabileler dışında birlik oldular ve 132 yıl bu işgalle mücadele ettiler: Daha 1830’da Emir Abdülkadir bir gerilla savaşı başlattı. Doğu bölgesinde Ahmet Bey, 1871’de Muhammed el-Mukrani 200 kabile ile ayaklanma belli başlı olanlar. 1881’de Sidi Şeyh liderliğinde gene bir ayaklanma oldu. Bu ayaklanmalar kurtuluşa kadar devam edip gitti.
Z A L İ M L E R İ N Z U L M Ü
Yukarıda belirttim; Fransa işgali sırasında Cezayir’in verdiği insan kaybı bir buçuk milyon insan. Fakat işgalciler bununla kalmamışlardır. Cezayir toprağını Fransız toprağı ilân ettiler. Oradaki yerli halkı, önce Hıristiyanlaştırmak için uğraştılar. Beceremeyeceklerini anlayınca, önce Arapça ve Berberice yerine Fransızcayı hâkim kılmak için çalıştılar. Halen bu dil orada yaygın olarak kullanılıyor. Sonra bütün Vakıf arazilerine, kabile arazilerine el koyup, Avrupa’dan getirdikleri göçmenlere ücretsiz olarak dağıttılar. Bu miktar 23 milyon 450 bin dönümü bulmuştur. Bu teşvikler Avrupa’nın işsiz güçsüzlerinin, serserilerinin Cezayir’e dolmasına yol açtı. Devamlı isyan eden halkı yıldırmak ve ekonomik olarak çökertmek için ırk esasına dayalı “Yerli Kanunu” diye bir kanun çıkardılar. Bunun amacı yerli halkı iyice yıldırıp ülke dışına gitmelerini sağlamaktı. Bu kanunla Fransız’lara imtiyaz sağlayıp, Cezayirlileri bütün insan haklarından mahrum etmişlerdir. (Afrika’da,işgal ettikleri bölgelerde halen bunu uyguluyorlar)
V A H Ş E T E K A R Ş I B Ü Y ÜK B A Ş K A L D I R I
Cezayirliler bir taraftan zaman zaman gerilla hareketleri yaparken, bir taraftan da aydınların önderliğinde dernekler kurup halkı şuurlandırmağa çalışıyorlardı. Gerçi hemen kapatılan bu dernekler uzun ömürlü olmuyordu, ama gene de fayda sağlıyordu. Bunların en önemlisi 1931 de kurulan Abdülhamit bin Badis başkanlığındaki Müslüman Âlimler Cemiyeti’dir. Direnişlerle geçen bu yıllarda, 5 Ağustos 1945’te Cezayir şehrindeki bir törende halkın Cezayir bayrağı taşıması bardağı taşıran bir hareket oldu: İşgalciler halkı yıldırmak için ülke çapında saldırıya geçerek bir gün içinde 45 bin kişiyi öldürdüler, pek çok halk liderini de tutukladılar. ( Öldür emrini veren, sonradan Fransa cumhurbaşkanı olan, o sırada Cezayirdeki Fransız askeri kuvvetlerinin başındaki Dögol denen katildir. “Karşı geleni öldürün” diye emir vermiştir.)
1948-52 yılları büyük başkaldırının hazırlık yıllarıdır. Gereken hazırlıklar yapıldıktan sonra 1 Kasım 1954‘te halk bir bildiriyle silâhlı ayaklanmaya çağrıldı. Önce Avles ve Kabiliye ‘de başlayan isyan bütün ülkeye yayıldı. FRANSA BU AYAKLANMAYI BASTIRABİLMEK İÇİN TAM BİR VAHŞET SERGİLEDİ. Yenildikleri Vietnam ‘dan getirdikleri paralı askerlerle akla gelmeyen bütün zulümleri yaparak, yakaladıkları Cezayirlileri uçaklardan şehirlerin ortasına atarak, sivil halka saldırarak bu büyük isyanı bastırmağa çalıştılar; ama başaramadılar.
F R A N S I Z – İ S R A İ L D A Y A N I Ş M A S I
V E İ H A N E T E D E N H A R K İ L E R
İsrail, kendi bölgesinde rahat edebilmek için diğer Arap devletlerine örnek olur diye, bir Arap devletinin bağımsızlığa kavuşmasını istemediğinden, Cezayir’deki ayaklanmayı yakından izliyordu. Ayaklanma sürecinde, İsrail gizli polis teşkilâtı Mossad Fransız yönetimine aktif destek vermeğe başladı. Fransız askerlerine gerilla eğitimi, istihbarat konusunda her türlü yardımı yaptı. Fransız askerlerini eğitmek için iki generalini bu ülkeye gönderdi. Bunlar sonraları İsrail’de çok önemli iki yere gelen İzak Rabin ve Haim Herzog. Yani İsrail’in eski başbakanı ve eski cumhurbaşkanı… Kurtuluştan sonra Cezayir yönetimi, bütün Yahudileri sınır dışı etti…
İkinci ihanet, Cezayir’in yerlisi Harki’ler (Fransa yanlısı Cezayirliler) tarafından geldi. Sayıları 100 bin civarında olan Harki’ler, bizdeki P.K.K. gibi, Fransız ordusu ile işbirliği yaparak, kendi halklarına karşı en acımasız kontrgerilla yöntemleri kullanmaktan çekinmemişlerdir.
1962’de Cezayir bağımsızlığına kavuştu. Bundan sonra Harki’lerin bir kısmı Fransa’ya sığındı. Orada yıllarca toplama kamplarında kaldılar. (Ders alanlar, alsın) Harki’lerin çocukları, günümüzde dahi, Fransa’ya sonradan yerleşen Arap göçmenler tarafından kabul görmezler. Bugün dahi Harkilerin Cezayir’e girmeleri yasaktır.
İsrail ise, Cezayir tam bağımsızlığını kazanıp, Birleşmiş Milletler’e katıldığında, Cezayir’in kabulü aleyhine oy kullanan tek devlettir…
C E Z A Y İ R O S M A N L I T O P R A Ğ I N A
B Ö Y L E K A T I L D I
Cezayir halkı başta İspanyollar olmak üzere Hıristiyan devletlerin saldırıları altında olduklarını ve kendilerini kurtaran Barbaros’un (O zaman Hızır reis)İstanbul’a dönmek istediğini tarihi kayıtlardan öğreniyoruz. Halk ve aydınlar kendilerini kurtaran ve koruyan bu fedakâr insanların ayrılmalarını istememektedir. Bunun için toplanarak devrin padişahı Yavuz Sultan Selim’e bir mektup yazarak bir heyetle kendisine gönderirler. İşte o tarihî mektup:
Cezayir’deki Kadı, Âlimler, İmamlar, Hatipler, Tüccarlar, Eminler ve bütün re’ayanın Sultan’a mektubudur: Sultanımızın yüce makamına zafer ve saadet dualarımızı takdim ettikten sonra, Cezayir’de olan biz bendeleri size yazıp ilân ediyoruz ki;
Sizin, bizim yanımızda büyük bir mertebeniz vardır. Gün geçtikçe size ta’zimin vücubuna ve lüzumuna daha çok inanıyoruz. Biz tazimlerimizi size arz etmek istiyoruz ki, mektup onun ifadesine kâfi değildir. Biz, saadetinizle sevinçliyiz. Size öyle itimat ediyoruz ki, güvenimizin içi, dışı, evveli, ahiri güzel olacağına inanıyoruz. Emrinize hazırız. Bu bendelerinizin size hürmetten başka şeyleri yoktur. Şerefli makamınızın devamını istiyoruz. Bu bendelerinizin Allah düşmanlarının yaptıkları zulümler ve Allah dostu olan Mü’minlerin yardımları ile ilgili haberler uzundur. Ancak özü şudur ki: Azgın kâfirler Endülüs’ü işgal ettikten sonra Vehran kalesine geldiler. Diğer Müslüman beldelere tecavüz için Becaye ile Trablus’u aldılar. Sadece bizim diyarımız olan Cezayir kaldı. Daire ortasında kalan nokta gibi, garip ve şaşkın kaldık. Her taraftan kâfirler bizi sıkıştırdı. Biz de Habl-i Metin olan dinimize sarılıp Allah’a sığındık. Kâfirler bizi hâkimiyetleri altına almak istediler. Biz de baktık gördük ki, başka çaremiz yok. Ehl-i Teslise mal, çoluk-çocuk perişan olmasın diye itaat ettik. Bu sıkıntıdan sonra kâfirler geldi; Vehran’ı, Becaye’yi ve Trablus’u aldı. Gemilerle bizi esir almağa uğraştılar. İşte bu sırada büyük mücahit Oruç Bey, bir miktar gazilerle çıkageldiler. Biz de onları karşıladık. Ve “Allahın fazlıdır” dedik. Bizi kurtardı. Daha önce Becaya kalesine gelmiş, orayı almış ve mücahit Fakih Ebül-Abbas Ahmed bin Kadı ile kurtarmışlardı. Kâfirlerin bir kısmı kaçtı ve bir kısmı da öldürüldü. Müslümanlar galip oldular. Sonra Oruç Bey oradan ayrılıp bizim imdadımıza koşmuştu. Oruç Bey, Telmesen savaşında şehit olunca kardeşi Hızır ona hayr’ul halef oldu. Tam adaleti ve Şer-i Şerife ittibaından başka bir şey görmedik. Bize hâmi oldu. Mezkur, size de çok ta’zim etmekte, cihadı asıl vazife bilmekte ve her şeyini Allah yolunda feda etmektedir. Kendisini ilâyı kelimetullah’a adamıştır. Bütün gayesi size hizmet etmek ve itaat olduğundan, biz de onu sevdik. Nasıl sevmeyelim ki, bizimle birlikte cihat için at koşturmaktadır.
Bu sebeple yüce makamınıza arzumuz şudur ki; Emirimiz Hızır size dönmek istiyordu. Buranın ileri gelenleri bırakmadılar; “Hıristiyanlardan korkarız” dediler. Bu sebeple size elçimiz olarak Fakih Ebül-Abbas Ahmed gönderildi. Biz Emirimizle beraber sizin hizmetinizdeyiz. Diğer hususları mektubu getiren size arzedecektir.
1 Zilkade 925-(Ekim 1519)
Yalı köşkünde Yavuz Sultan Selim tarafından kabul edilen ve mektubu Sultan’a sunan heyet İstanbul’da 41 gün kaldı. Teklifi memnuniyetle kabul eden Yavuz Sultan Selim, Barbaros’u Cezayir Beylerbeyliğine atadığını belirten Ferman-ı Hümayun’u verdi.(1519) Ayrıca Barbaros’a gönderilmek üzere mücevherli bir kılıç, sırmalı bir hil’at ile “Beylerbeylik Sancağı” Hacı Hüseyin Ağa’ya teslim edildi. Heyet Cezayir’e müjdeli haberleri getirince merasim düzenlenerek Barbaros’a kılıç kuşatılıp hil’at giydirildi. Sancaklar çekilip, gece büyük ziyafetler verilerek, eğlenceler tertip edildi. Artık bir Osmanlı toprağı olan Cezayir’de “sikkeler” Osmanlı padişahı adına basılmaya, “hutbeler “ Osmanlı padişahı adına okutulmaya başlandı…



