
YENİ AKTÖRLER İŞ BAŞINDA
Ahmet B.Karabacak
Ce He Pe’nin genel başkanı, gene her yıl yandaşlarının yaptığı gibi, askeri mahkemenin idam ettiği, kendilerinin üç fidan adını taktıkları, üç gencin mezarını ziyaret etti. Marksist, yani Allah’ın varlığına ve dinlere inanmayan bu kişilerin mezarı başında sözde Fatiha okudu… İdam edilmelerinden önce, dinî telkinde bulunmak için gelen imamı kovduklarını Kılıçdaroğlu bilmiyorsa, bilenlere sorsun…
Önce sormak lâzım, bu mezardakiler kimler ve neden idam edildiler?
Bunlar eski tüfek komünistlerin ”Türkiye’de komünist devrim yapacağız “ diye kandırdığı ve ortaya sürdüğü, insanları kaçıran, öldüren, banka ve işyerlerini silah zoruyla soyan, karşı gelenleri öldüren, fabrikaları tahrip eden (İzmir’de 15-16 Haziran olayları diye anılan olayda bin iğlik bir iplik fabrikasını tamamen tahrip etmişlerdi), devletin silâhlı güçleriyle çatışmada dağda ele geçirilen kişilerdi. Sözde liderleri Deniz Gezmiş’ti. Yapabildikleri lise ve yüksek okullarda milliyetçi gençleri, fırsat buldukça öldürüyorlar, okullara almıyorlardı. İstiklâl Marşı’nın hakim oldukları okullarda okunması yasaktı. Kendi sözde marşları, Enternasyonal’ı zorla okutmaya çalışıyorlardı. 5000 (beş bin) ülkücü Türk gencinin ve pek çok asker ve polisin öldürülmesinin sorumluları bunlar ve yandaşlarıdır. O günkü Ce He Pe ve yandaş gazeteleri bunları, aynı bu günkü gibi himaye ediyorlardı. Ömer Ayna adlı bu çeteden bir genç, banka soymak isterken orada çalışan birini öldürdü ve o da idam edildi. Onu anmıyorlar. Gezmiş ve arkadaşları, yabancı bir konsolosu kaçırarak öldürdüler. Onun da sözü edilmiyor.
İş bu noktaya nasıl geldi, ona bakmak lâzım: 1917’de Lenin, Rusya’da Çar hanedanlığını yıkarak, mensuplarını öldürerek bir ihtilâl yaptı. Karl Marks adlı bir Yahudi sosyologunun öğretisini rehber edinerek bir sistem kurdu. Sözde eşitliğe dayanan bu sistem, aslında Rus emperyalizminin insanları uyuttuğu bir aleti idi. Ruslar, dünya harbinin karışıklığından yararlanarak pek çok ülkeye, bu arada Asya’daki Türk ülkelerine, Kafkasya’ya el koydu. Milyonlarca insanın ölümüne sebep olan bu sistem yetmiş yıl dayandı, yıkıldı gitti. Bizde pek çok bulunan vatan hainleri de bu akıma katıldı. Bunların en meşhuru halâ yandaşların el üzerinde tuttuğu ve putlaştırdığı Nazım Hikmet’tir.
Nazım Hikmet’in büyük dedesi Polonyalı Kostanti Bojenski’dir. Avrupa’da maceralı bir bohem hayatı yaşadıktan sonra, Osmanlı devletine iltica etmiş, sözde Müslüman olmuş, birkaç dil bildiği için ve Rus düşmanlığı sebebiyle zaman içinde paşa yapılmış ve Ruslarla yapılan bir savaşa katılarak yaralanmış ve ölmüştür. Nazım Türkiye’den kaçıp Rusya sığınınca vatandaşlıktan çıkarılmış, dedesinin soyadını alarak Polonya vatandaşlığına geçmiştir. Şiire meraklı olduğu için, ilk şiirleri, o günkü modaya uygun olarak millî, hatta dinî şiirlerdir. Babası annesinden ayrılınca, annesi meşhur şairimiz Yahya Kemâl’in metresi olmuştur. Nazım’ın, millî bir şair olan Yahya Kemâl’den nefretinin sebebini buna bağlarlar. Ve Nazım onun inandığı her şeyden de nefret eden biri haline gelmiş, komünizmin kucağına düşmüştür. Yazıları ve şiirleri yüzünden hapse girmiş, sonra Rusya’ya kaçarak, dedesinin hatırasına da ihanet ederek onların oyuncağı olmuştur. Atatürk’e, “Burjuva Kemal”, Türk askerine “Burjuva Kemal’in ordusu” demiştir. Kore’de komünist Çin emperyalizmine karşı savaşan Türk askerine “Kaç Mehmet, kaç” diye şiirler yazmıştır.
Sovyetler yıkıldıktan sonra bazı arkadaşlarla Bulgaristan’a gittik. Amacımız, komünizmin Türklere neler yaptığını öğrenmekti. Bir Türk mimarının evinde beş ciltlik Nazım Hikmet konuşmaları kitabı gördük. Fransa’da okumuş olan bir arkadaşımız bu kitapların birini okumak için ödünç isterdi. Ben değmez, dedim. Çünkü çok önce, onun Tan gazetesinde takma isimle yazdığı ve kitap haline getirilmiş yazılarını okumuştum. Beş para etmez şeylerdi. Fakat arkadaş aldı ve okudu. Bana, “haklıymışsın” dedi. Okuduğu kitap, Bulgaristan Türklerini komünistleştirmek için hazırlanmıştı. Sayfa aralarına Lenin ve Stalin’in konuşmaları serpiştirilmişti. Bir olay daha var: Nazım Hikmet Türklere komünizm propagandası yapınca, oradaki soydaşlarımız tarafından dövülüp, kolu kırılmıştı. Bir şairimiz, “neden kolunu kırdınız, o menhus başı varken” diye bir şiir yazmıştı…

Ce He Pe, zihniyetinin yere göğe sığdıramadığı bir de Sabahattin Ali var. O da önce millî bir havada şiirler ve yazılar yazmış. Nazım gibi o da dönerek komünistleşiyor. Bulgaristan’a kaçarken, ona para için mihmandarlık yapan bir köylüye, yolda komünizm propagandası yapınca adam, millî hisleri galebe çalıp, onun kafasına bir odun vurarak öldürüyor… Ce He Pe onu da pek sever… Kürk Mantolu Madonna adlı eseri dillerinden düşmez… ( Hey İP’liler orada mısınız, siz ne diyorsunuz bu işlere? Dilinizi mi yuttunuz?)
Rahmetli Peyami Safa, Nazım Hikmeti adam etmek için çok uğraşmıştır. Biz yazılarından, sonra çıkan araştırmalardan öğreniyoruz.
Genç yıllarımda Zeren isimli bir fikir ve edebiyat dergisi çıkarmıştım. Bu arada Nazım Hikmet Moskova ‘da öldü. Biz genç yaşımıza rağmen komünistlerle sözde fikrî alanda mücadele ediyorduk. Nazım Hikmet’in ölümüyle ilgili, pek güzel olmayan bir başlıkla bir yazı yazdım. Bu gün olsa o başlığı kullanmam. O yıllarda (1962-63) Türkiye İşçi Partisi kuruldu, eski tüfek komünistler gençlere, özellikle edebiyat sahasında, el attılar. Yazılarımızla ve şiirlerimizle, salon toplantılarımızla onlarla kavga edip duruyorduk. O sıralarda daha tabanca-tüfek yoktu. Ben takma isimle, bunları hicvetmek için piyes şeklinde, onları konuşturan mizahî bir yazı kaleme aldım. Sıkıyönetimin olduğu günlerdi. Beni, belki de acemice, hicvetmek için yazdığım yazıyı, komünist propagandası yapıyor diye mahkemeye verdiler. Daha karakol yüzü görmemiş 22 yaşındaki amatör yazarı, Balmumcu’daki askerî mahkemede, ağır cezada yargıladılar. Savcı ve hakimler benim savunmam üzerine gerçeği anladılar ve dergimizin yazı işleri müdürü olan rahmetli Mustafa Necati Sepetçioğlu dostum ile beraber beraat ettirdiler. Burada benim söylemek istediğim bir başka şey var: Mahkeme hakimi albay, beraat ettiğimizi söyledikten sonra, dinleyicisiz duruşma salonunda başladı bizimle samimi bir sohbete: “Yahu, dedi, bunlar kimler, ne yapmak istiyorlar?“ O gün anladım ki, bizim genç yaşta gördüklerimizi, henüz devlet görmüyor veya görüyor da ciddiye almıyor. Bu zihniyet yıllar sonra Türkiye’yi kan gölüne çevirdi. Apocular denen PKK öncüleri o zamanlar filizlendi. Daha söylenecek çok şey var ama, şimdilik bu kadar yeter…
