
KAHRAMAN:
İKİ KAHRAMAN KARDEŞ
Ahmet B. KARABACAK
(1) MEHMET ÇAPAR
Bu iki yazımda Gaziantep’in yetiştirdiği iki kahraman kardeşi tanıtmak istiyorum. Ama önce Türkiye’yi ve elbette vatanseverleri sıkıntıya sokan yılları ve olayları şöyle bir özet olarak hatırlamamız gerekiyor:
1960 yılı 27 mayısında bir askeri darbe oldu ve Türk ordusu “kardeş kavgasını önlemek için” diyerek siyasî iradeye el koydu. 38 kişilik darbeciler içinde Alparslan Türkeş’ le beraber bazı milliyetçi subaylar da vardı. Kısa bir süre sonra o günkü Cumhuriyet Halk Partisi ve onun lideri İsmet İnönü’nün tahriki ile milliyetçi subaylar yurt dışına iki yıllığına, sözde danışman olarak, sürgüne gönderildi. C.H.P.’liler meydanı boş bulunca, siyasi iktidara el koyan ve bu konunun acemisi olan subaylara, senatörlükler vaat ederek, istediklerini yaptırmağa başladılar. Onların öncülüğünde, sözde hürriyetçi, fakat o günkü Türkiye’ye pek uygun olmadığı sonraki senelerde ve olaylarda meydana çıkan bir anayasa hazırlandı. O anayasaya güvenen ne kadar şer güç, Türk ve Türkiye düşmanı varsa meydanı boş bularak ortaya çıktı. Uzun yıllar, vatanımızı kan gölüne çeviren olayların tohumu, öyle inanıyorum, o zaman atıldı.
Alparslan Türkeş, sürgünden döndükte sonra, teğmen olduğu yıllardan beri içinde olduğu milliyetçi düşünceyi, yurt sathına yaymak, milliyetçi, vatansever, fedakâr bir gençlik yetiştirmek için bir siyasi partinin içine girdi ve bir süre sonra o partinin (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi; sonra adı Milliyetçi Hareket Partisine çevrildi.) genel başkanı oldu. Ruslar, çarlığı devirerek Komünizm diye bir fikri paravan olarak kullanarak enternasyonal ve materyalist tek dünya devleti kurma hayaliyle, dünyanın her tarafını kan gölüne çevirmeğe başladılar. Bundan elbette, üç yüz yıldan fazla savaştıkları Türk dünyası, dolayısıyla Türkiye de nasibini alacaktı. Vatanımızda bolca bulunan hainlerle ve Türk düşmanlarıyla da işbirliği yaparak vatanseverlere karşı saldırıya geçtiler. Büyük bir kurmay olan Türkeş, öncelikle Türk gençlerini eğitmenin zaruri olduğunu gördü ve arkadaşlarıyla bu yönde gayret gösterdi ve başarılı oldu. Bugün Türk dünyasının eğitilmiş, dünyaya açık tek gençlik teşkilâtı olan ÜLKÜ OCAKLARI onun tarafından kuruldu. Artık komünistler ve işbirliği yaptıkları Kürtçüler ve Türk düşmanları meydanlarda istedikleri gibi at oynatamıyorlardı. Bu arada çok kan döküldü, beş binden ziyade ülkücü şehit oldu, aileler yıkıldı. Ama ülkücüler bu hainleri bozguna çevirdi ve kıpırdayamaz duruma getirdi. Rus Kızıl ordusunun maşaları ise, yeni bir fırsat beklemek için inlerine çekildi.
İşte bu karanlık günlerde bizim yayınevinin kapısından genç irisi bir delikanlı, gayet rahat, serbestçe gelip, selâm verdi. Bu, anlatacağım iki kardeşin küçüğü, MEHMET ÇAPAR’dır.
Gaziantep’liymiş. Hukuk fakültesini kazanmış. İstanbul’a okumak, iyi bir hukukçu olmak için ilk defa geliyormuş. Antep’te çok tanıdığım vardı. Onların bazılarından selâm getirmiş. Ona, Ahmet beyin yanından ayrılma, demişler.
Mehmet’in yaşı biraz geçkince idi. Ekonomik sebeplerle, lise bitince, genç yaşına rağmen bir süre TIR şoförlüğü yapmış. Ağabeyi askeri doktor olup, aile ekonomik olarak biraz rahatlayınca sınava girmiş ve İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazanmış.
Mehmet, pek çok şehit verilen Antep olaylarının içinden geliyordu. Yaşı, tecrübesi ve kültürü ile İstanbul’da arkadaşları arasında kısa zamanda saygı duyulan, sözü dinlenen bir duruma geldi. Bir gün ona “bu kültürü nasıl edindin” diye sordum. Ağabeyi yetiştirmiş. İstanbul’a geldiği yıl Türkiye’de bir genel seçim vardı. Kahve toplantılarında, dinleyenlere Türkiye’nin meselelerini anlatacak, konuşma adabını bilenlere her zaman ihtiyaç vardır. Mehmet, bu konuda da gayet başarılı idi. Çağırıldığı her yere nazlanmadan gidiyor, Antep’in o sevimli ağzı ile, TIR şoförlüğünde nasırlanan avuçlarını dinleyenlere göstererek “gerçek emehkçi bizik” diyerek komünistlerin sahtekârlığını anlatıyordu.
Bugün halâ, eski komünistlerin genç nesillere kahraman diye lanse ettikler Deniz Gezmiş, diğer komünist ve bölücü, hatta Ermeni arkadaşlarıyla Mehmet’in okuduğu Hukuk fakültesini basmışlar, kendilerinden olmayan öğrencileri okuldan atmışlar. Pek hatırlamıyorum; galiba bir iki gün okul onların işgalinde kaldı. Ne okul yönetimi, ne emniyet okumak isteyen öğrencilere sahip çıkıyordu. Sözde sosyalist, aslında Türk düşmanı gazeteciler de bu işgali destekliyordu. Ülkücü öğrenciler toplanıp, okula girmeğe, işgali kaldırmağa karar vermişler. O günlerden hatırımda kalan Erkan Levent, Mehmet Çapar, yakın zamanda vefat eden Turan Türkdoğru, Mehmet Çakırca, Abdurrrahman (lakabı Apo), Alptekin Turan, Ferman Demirkol, Sevim Özer, Ayten Akgün, Mebrure ve bir grup arkadaşları okula doğru yaklaşınca, içerideki sözde öğrenci, aslında Rus kızıl ordusu Türkiye kolunun ayak takımı uzantıları pencerelerden ateş etmeğe başlamışlar. Böyle bir şey beklemeyen ülkücüler elbette oradan çekilmişler. Mehmet, üniversite ana kapısından da ateş ederler, bina arkasından dışarıya açılan kapı vardır diye o tarafa yönelmiş. İstanbul, Hukuk fakültesini bilenler, orayı hatırlar. Arka tarafta kapı yoktur; duvar ile yol arasında en az yirmi metrelik bir yükseklik vardır. O hadiseden on-on beş dakika sonra yanıma geldi. Anlattı: Arkasından mermi yağdıranlardan kurtulmak için, duvardan önce bir ağacın üzerine, sonra aşağıdaki dükkânın siperliğine, daha sonra yola atlamış. Komünist Kürtçüler yola indikten sonra da arkasından ateş etmişler. Gülerek “kolay kurtuldum.” dedi. O heyecan içinde dahi gene arkadaşlarını düşünüyordu. Biraz oturdu, “bizimkiler bir bakayım” diye çıktı. Okuldan, oranın öğrencisi olamayan komünistleri birkaç gün sonra gene ülkücüler çıkardılar ve okullarını bitirdiler.
Mehmet, o hengâmede hiç sınıfta kalmadan tahsilini tamamladı ve bizimle vedalaşarak memleketine gitti. Ben onun iyi bir hukukçu olarak görev yapacağını düşünüyordum. Oraya gidince, milliyetçi şoförler onu bırakmamışlar ve nakliyeciler derneği başkanı yapmışlar. Çok değil, bir yıl geçmeden Kürtçü-komünistler pusu kurarak Mehmet Çapar’ı şehit ettiler. Gerçek bir kahramanı böyle kaybettik. Ruhu şadolsun…