GÖÇLER VE MODERN ÇAĞIN KAVİMLER GÖÇÜ
-3-
Safter Tanık
1580’de Portekiz Kralı I. Sebastiao; Fas’ta, Fas-Osmanlı kuvvetleri ile yaptığı savaşta hayatını kaybetti. Erkek varisi olmadığından; hanedan evliliği nedeni ile İspanya Kralı II. Felipe, Portekiz’in de kralı oldu. Bu durumu da bağımsızlığını kazandığı 1640’a kadar devam etti.
İspanya-Portekiz birleşmesi, Portekiz’in aleyhine oldu. Bundan sonra; Portekiz, bir gerileme-çöküş süreci yaşadı, öne çıkan ise İspanya oldu.
16. Yüzyılın sonunda; İspanya, en geniş sınırlara ulaştı. “Güneşin Batmadığı İmparatorluk” diye anılıyordu. Brezilya-Kuzey Amerika’nın kuzeyi ve doğusu hariç tüm kıtaya, Asya’da Filipinler’e, Avrupa’da Katolik Dünyası’nın yarısına hükmediyordu.
17. Yüzyılda, denizlerdeki üstünlüğü Hollanda’ya kaptırdı. Ardından; İngiltere ve Fransa’nın güçlü rekabeti ile karşılaştı, bir gerileme-çöküş sürecine girdi.
Neden?
16. Yüzyılın ilk beş yılında; İspanya’ya 18.600 ton gümüş, 200 ton altın girdi. 16. Yüzyılın sonunda; devletlerin sahip olduğu altın rezervinin, % 83’ü İspanya’ya aitti. Ancak; bunu koruyacak, gelişimini sağlayacak bir sistem inşa edemedi.
Niçin?
Ülkeye akan zenginlikten; kral-soylular-keşfe katılanlardan oluşan dar bir kesim pay aldı, halk yoksul kaldı. Cervantes’in “Don Kişot” romanı da; esas olarak, bu durumun eleştirisine yöneliktir.
Zenginleşen; rahat, şatafatlı bir yaşam tarzını benimsedi. Denizaşırı ülkelerde üretilen pahalı malları satın almak, moda oldu. Bir tüketim çılgınlığı yaşandı.
Güçlü soylular, imalat ve ticaretin gelişimine sıcak bakmadı. İmalat- ticaret ile uğraşanlar hor görüldü. Yabancı tüccarlar ülkeden kovuldu. Haliyle tarım toplumundan ticaret toplumuna geçemedi, gümüş ve altın bolluğundan doğan krize çözüm bulamadı.
Sömürgelerinde, etkin ve verimli bir yönetim inşa edemedi. Bu da; keyfi yönetimi, haliyle disiplinsizlik-huzursuzluk-yağma-talanı hâkim kıldı.
Zira ayak bastığı topraklarda; askeri üstünlüğün verdiği güç ile yerli halka, aşırı bir şiddet ve baskı uyguladı. Öyle ki savaş-katliam-açlık-hastalık-zorla çalıştırma sonucu yerli halkın nüfusu; 1570’te, Peru’da; 9 milyondan 1,3 milyona, Meksika’da; 25 milyondan 2,7 milyona kadar düştü. Dilini ve dinini kabul ettirdi ise de; hiçbir sömürgesinde, sevilen-saygı duyulan bir devlet olamadı.
İspanyollar; yönetim merkezleri hariç, hiçbir sömürgede çoğunluğa ulaşamadı. Diğer sömürgeci devletlerin sömürgelerinden farklı olarak bir de melez çoğunluk ortaya çıktı. Melezlerin çoğunlukta olması ve Avrupa’nın farklı ülkelerinden beyazların gelmesi de bir bağımsızlık hareketini getirdi.
Gelir getirmeyen yeni fetihler, iç çekişmeler, sömürgelerin kontrolü- uluslararası güç mücadelesi-mezhep savaşları için yapılan harcama; altın rezervini eritti, borç arayan bir devlete dönüştü.
Kısaca; küresel imparatorluğuna destek sağlayacak, bir sistem inşa edemedi. Yani değişime ayak uyduramadı, tarih sahnesinde oynadığı rolü de Hollanda’ya bırakmak zorunda kaldı.
Hollanda Ticaret İmparatorluğu
1,5 Milyon nüfus, birleşik 7 şehirden oluşan Hollanda; 17. yüzyılın ortalarında, küresel ticareti elinde tutan, Yeni Zelanda’yı keşfeden, ABD’de New York şehrini kuran, Güney Afrika ve Endonezya’yı işgal eden, Brezilya-Japonya-Çin’in dış ticaretini kontrolü altına bir ticaret imparatorluğu haline geldi.
Böyle bir güce, nasıl ulaştı?
Hollanda; 14. Yüzyılda gelgitlerle topraklarının üçte biri sular altında kalan, bataklık ve göllerden oluşan, Ringa Balığı avcılığı dışında önemli zenginlik kaynağı olmayan, nüfusu 1 milyonun altında olan bir ülke idi.
Ringa Balığı avcılığı dışında bir zenginlik kaynağı olmayan Hollanda; daha fazla balık avlamak için, filolar inşa etmeye başladı. Ancak; aynı alanda faaliyet gösteren İskoçya-İngiltere’nin rekabeti ile karşılaştı, aralarında bir dizi çatışma yaşandı.
Hollandalılar; bu soruna, 1350’de iç organları çıkarılarak temizlenmiş-tuzlanmış balık satışı ile çözüm getirdiler. Sattıkları balıklar; İngiltere, İspanya ve Kuzey Afrika’da rağbet gördü.
Kıta Avrupa içine giden iki nehir ağzında bulunması ise Hollanda’yı bir dağıtım merkezi yaptı. İspanya’dan satın aldığı malları, depolayıp tüm Avrupa ülkelerine pazarlamaya başladı.
Deniz taşımacılığına başladı, ancak İngiltere’nin güçlü rekabeti ile karşılaştı. Bunu da; korsan saldırılarına karşı savunmasız, düşük maliyetli, hafif-hızlı gemi tasarımı ile aştı. Zira İngiliz filosu; savunma topları olan, ağır, yüksek maliyetli gemilerden oluşuyordu.
Düşük ücrette taşımacılık yapan, güvenirliğini ispat eden Hollandalı iş adamları; 16. Yüzyılda İngiltere-İskoçya ve Fransa’nın gemi sayısından fazla gemiye sahipti, Avrupa’daki deniz nakliyatında, birinci sırada yer alıyordu.
Tüccar sınıfının ortaya çıkışı, kentleşme ve zenginleşme; kentlerin yönetimi ile ilgili bir talebi doğurdu. Zira kentler; soyluların mülkiyet alanı içindeydi, haliyle yöneten de onlardı. Ayrıca soyluların güvenlik amacıyla oluşturduğu bir ordu vardı, halk koruma hizmeti karşılığında da soylulara vergi vermek zorundaydı.
Şehir halkı; şehrin özerkliğini bir mal gibi soyludan satın aldı, kendi iradesi ile yasalar çıkardı, soyluya vergi ödemekten kurtuldu.
Şehirler; tüccar iradesinin öne çıktığı, ülke nüfusunun neredeyse % 50’sinin yaşadığı, birbirinden bağımsız bir cazibe merkezi haline geldi.
1543’te; İspanya Kralı II. Felipe, siyasi evlilik yolu ile ülkede egemen oldu. Bu; tüccarlar için, yadırganacak bir durum değildi. Ağır vergiler koyması, Protestan karşıtı tutumu ve baskı ise ayaklanmayı getirdi.
II. Felipe; isyanı bastırmak için, Hollanda’ya büyük bir ordu gönderdi. Çatışmaların ilk 6 yılı içinde, 150.000 Hollandalı hayatını kaybetti. Bu da; bağımsız şehirlerin, birleşmesini zorunlu kıldı.
1579’da; I. Willem (Günümüzdeki Hollanda kraliyet ailesi olan Oranje-Nassau Hanedanı) önderliğinde, Protestan ağırlıklı (7) şehir temsilcisi, bir araya gelerek askeri ittifak anlaşması yaptı.
1581’de, İspanya hâkimiyeti son buldu. Ancak; “ülkeyi, kim ve nasıl yönetecek” diye bir soru ortaya çıktı.
Bağımsızlık savaşını yöneten tüccarlar için; ticari kar, siyasi haklardan daha önemliydi. Bu da; ülkeyi koruyacak, güvenilir koruyucu arayışını doğurdu.
Britanya Kraliçesi I. Elizabeth; can ve mal güvenliğini sağlamak için, Hollanda’ya bir ordu gönderdi. Ancak; istenen haracın, İspanya’dan çok olduğu kısa sürede fark edildi.
Avrupa’da merkeziyetçiliğin güç kazanması, İngiltere-Fransa’daki siyasi gelişme ve İspanya ile savaş; siyasi birlik düşüncesini doğurdu.
Hollandalı tüccarlar, “kralımız olsun, ama çok da güçlü olmasın” diye düşündüler. Bu da Hollanda’ya has bir devlet yapısı ve yönetim seklini getirdi.
1581’de; 7 şehir Oranje Willem liderliğinde birleşti, Hollanda Birleşik Şehirler Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilan edildi.
Hollanda’da; her şehrin başında tüccar ya da entelektüel seçkinin olduğu, yönetiminde aile bireylerinin yer aldığı, şehirlerin bağımsız hareket ettiği, gevşek bir devlet yapısı ve yönetim şekli ortaya çıktı. Bu devlet yapısı-yönetim şekli ise; aileler haliyle şehirlerarası rekabeti, savaş-vergi dışında ortak karara varılamadığı bir sonucu doğurdu.
1585’te, İspanyollar; Anvers’e (Belçika) girdi, 10.000 kişiyi katletti. İspanya’nın güneyde ele geçirdiği kentlerdeki Protestanlar ise kuzeye kaçtı.
Hollandalılar; İspanyolların ele geçirdiği bazı toprakları geri aldı ise de, Katoliklerin çoğunlukta olduğu Flaman Bölgesi İspanya’nın elinde kaldı. Bu topraklar; daha sonra “Belçika” haline gelirken, kuzeydeki bölge de Hollanda’yı oluşturdu.
Seksen Yıl Savaşları; Hollanda’yı, İspanya’daki Engizisyondan kaçan Sefarad Yahudiler, bugünkü Belçika’dan gelen Kalvinciler (Protestan), Fransa’dan göç etmek zorunda kalan Huguenotlar (Protestan) için bir sığınma yeri yaptı. Avrupa’nın en zengin-aydın insanları Hollanda’da toplandı.
Savaş, bir de ekonomik krizi doğurdu. Zira ekonomisinin can damarı olan İspanya ile ticareti bitirdi. Bunun çözümü ise denizaşırı ülkelere gitmekti. Bu da; yatırımı, haliyle finansmanı gerekli kıldı.
1602’de; Hollanda Doğu Hindistan Şirketi kuruldu, hisseleri halka arz edildi.
Yüksek risk-yüksek getiriye sahip hisse senetlerine, halkın yoğun bir ilgisi oldu. Sermayesine hazinenin iştirak etmesi, çok sayıda tüccarın olması, halkın zenginlik arzusu ise bunun nedeni idi.
Hisse senedi satışından; bugün milyarları bulan, 6,5 milyon Gulden tutarında bir kaynak sağlandı. Haliyle halkın küçük tasarrufu, büyük bir sermayeye dönüştü.
Şirket’e; bir kanunla Macellan Boğazı-Ümit Burnu arasındaki sularda ticaret tekeli, Asya ülkeleriyle ticari anlaşma-uygulama, silahlı kuvvet bulundurma, kaleler inşa etme, hatta savaş açma yetkisi tanındı. Yani Şirket; bir ülke gibi hareket eden, bağımsız bir güç özelliğine sahipti.
Şirket; Amsterdam’da oturan, “Heeren XVII” denilen, on yedi kişilik bir idare meclisi ile yönetiliyordu. Başında ise; hükümetin tayin ettiği, bir genel vali bulunuyordu.
Şirket’in hedefi, açık denizlerde üstün konuma gelmek ve uluslararası ticarete hükmetmekti. Stratejisi ise; denizaşırı ülkelere karşı ticari bir yaklaşım sergilemek, imtiyazlar sağlamak, işbirlikçiler edinmek, sonuç olarak da ülkenin yönetime müdahale etmek ve askeri güç kullanarak yönetimini ele geçirmekti.
Her şey hazır olunca; toplarla savunmalı hale gelen hafif gemilerden oluşan filosu, denizaşırı ülkelere gitmek üzere denize açıldı.
Şirket; İlk olarak, Maluku Adaları’ndaki (Doğu Endonezya) baharat ticaretini ele geçirmeye çalıştı. 1605’te; Ambon’u alarak, Portekiz’i bölgeden uzaklaştırdı.
Kuruluşundan 5 yıl sonra; açık denizlere, yılda 50 filo gönderir hale geldi. Bu, İspanya ve Portekiz’in filoları toplamından fazlaydı.
İlk 10 yılda, kar dağıtmadı. Bunun nedeni, gemi-bina yatırımı ve Asya’da bir ticaret imparatorluğu kurmak istemesi idi. Yatırımcılar; bu nedenle buna rıza gösterdi ise de, 1609’da Amsterdam Borsası’nın kurulması bunu kolaylaştırdı. Zira Borsa; hissedarlara, istedikleri anda nakde dönme imkânı sundu.
Amsterdam Borsası; Hollanda Doğu Hindistan Şirketi hisselerinin yanı sıra İngiliz tahvillerine yatırım yapıldığı, birçok yabancı yatırımcının ilgi duyduğu, Hollandalıların büyük kazançlar sağladığı bir ticari merkeze dönüştü.
Ülkeye; büyük miktarda altın-gümüşün girmesi, para krizini doğurdu. Buna da Amsterdam Bankası’nı kurarak çözüm getirdi.
Amsterdam Bankası; 1609’da, İngiltere Bankası’ndan yaklaşık yüzyıl önce kuruldu. Kambiyo işlemlerinin yanı sıra mevduat toplayan, kredi veren ticari bir banka özelliğindeydi.
Banka’nın kredi güvenirliği, bir yasa ile sağlanmıştı. Haliyle Banka’nın ticari serbestliğine, hiçbir yasa ile sınırlama getirmek mümkün değildi. Örneğin; Banka, Hollanda ile savaşta olan İspanya’ya bile kredi verdi.
Hollanda Doğu Hindistan Şirketi; Seylan-Malakka Boğazı-Endonezya- Tayvan’ı ele geçirdi, İspanya-Portekiz’in bölgedeki hâkimiyetine son verdi. Hindistan’ın doğu-batı sahilleri, Çin-Japonya’da; askeri garnizon ile korumalı, ticaret merkezleri açtı. Afrika-Asya’da; stratejik öneme sahip sahillerde, kaleler inşa etti. Güney Afrika’da; Cape Town, Kuzey Amerika’da; New York şehirlerini kurdu. Brezilya-Antiller-Surinam ve Yeni Zelanda’da koloniler oluşturdu.
Hollanda; 17. Yüzyılın ikinci yarısında ticaret filosu büyüklüğü, dünyaya yayılmış ticaret merkezleri, stratejik noktalardaki kaleleri ve denizdeki askeri gücü itibariyle küresel ticarette hâkimiyeti tartışılmaz bir güç haline geldi. Amsterdam da; ticaret, bilim ve sanatın merkezi oldu.
Ekonomik gelişimi boyunca; Avrupa’da krallıklar arasında vuku bulan savaşlarda, tarafsız kalmaya çalıştı. Mezhep savaşlarında, Britanya ile birlikte hareket etti. Ancak; açık denizlerde, Britanya’nın rekabeti ile karşılaştı. Bu da aralarındaki bir dizi savaşı başlattı.
Britanya ile 1652-1654, 1665-1667, 1672-1674 ve 1780-1784 olmak üzere dört savaşı yaşadı. İlk üç savaş, sonuçsuz kaldı, 1784’te; ağır bir yenilgi aldı, açık denizlerdeki üstünlüğü Britanya’ya kaptırdı, tarih sahnesinde oynadığı rolü de O’na bırakmak zorunda kaldı.
Güneşi Batmayan İmparatorluk
1784’te Hollanda’yı yenen Britanya (İngiltere); 1815’ten itibaren, 1,5 yüzyıl sürecek, denizlerde-küresel ticarette egemen, bir imparatorluk haline geldi.
Bunun, tarihi gelişim ve değişimi nedir?
Britonlar ardından gelen Keltlerin yaşadığı İngiltere; MS 43’te Roma hâkimiyetine girdi, 500’de Anglosakson istilasına uğradı, 8. yüzyılda Hristiyanlığı kabul etti, 8. İle 11. yüz yıl arasında Vikinglerin talanına maruz kaldı, Norman (Normandiya-Fransa) istilası sonucu bir dönem Normanlar tarafından yönetildi. Bu da Fransa’dan gelen Norman dili ile Anglosakson dili karışımı, İngilizceyi doğurdu.
1215’te ayaklanan soylular; Magna Carta Anlaşması ile kralın mutlak yetkisine sınırlama getirdi, soylulardan oluşan bir meclis kuruldu.
1337-1453’te; Fransa ile “Yüzyıl Savaşları” denilen savaşları, 1349’da;
nüfusunun yarı-yarıya azalması-göç-toplumsal değişime yol açan veba salgınını, 1455-1487’de; iki hanedanlık arasında ortaya çıkan, Tudor Hanedanlığı’nın İngiltere krallık tacını ele geçirmesiyle sona eren iç savaşı yaşadı.
Tudor Hanedanlığı’ndan gelen VII. Henry ve VIII. Henry, parlamento desteği ile birlik ve düzeni sağladı. Portekiz ve İspanya’nın başarısını dikkate alarak, denizaşırı ülkelerin keşfi ve koloni kurulmasını teşvik etti. Ancak; tahta geçen I. Elizabeth’e (1558-1603) kadar, ufak-tefek girişimlere rağmen, İngiltere’nin denizaşırı ülkelerde bir koloni ya da sömürgesi olmadı.
I. Elizabeth; Anglikan mezhebini, İngiltere’nin resmi mezhebi yaparak Katolik direnişini kırdı.
1588’de; İngiltere’ye saldıran İspanyol Armadası’nı bozguna uğrattı, İspanyol tehdidine son verdi.
İrlanda’yı topraklarına kattı, İrlanda’ya Protestan İskoç ve İngilizleri yerleştirdi, İrlanda’da İngiliz soylulardan oluşan bir yönetim kurdu.
Evlilik yoluyla İngiltere’deki Tudor Hanedanı ile İskoçya’daki Stuart Hanedanı arasında bir bağ kurdu, geleneksel düşmanlığa son verdi.
1588 İngiltere-İspanya Deniz Savaşı’nda; İngiliz deniz kuvvetlerinin İspanyol Armadası’nı bozguna uğratması, İngiliz yönetici-tüccar-aydın ve denizcisine cesaret kazandırdı.
Kraliçe; Portekiz-İspanyol gemileri ile sömürge limanlarına yönelik saldırılarda, İngiliz korsanlara yetki verdi.
Tüccarların finanse ettiği, denizaşırı keşif gezileri yapıldı. İngiliz denizciler, kuzeyde; Grönland ve Kuzey Amerika, güneyde; Macellan Boğazı’nı geçerek, Büyük Okyanus’tan Kaliforniya kıyılarına vardılar. Ancak; koloni girişimleri, başarısız kaldı. Bu da; bir plan-programın, olmayışı ile ilgili idi.
Hükümetin bu konuda ciddi bir adım atması ise; tüccarlar, Richard Hakluyt ve John Dee (Britanya İmparatorluğu isminden ilk söz eden) gibi aydınların etkisi ile oldu.
1600’de; zengin tüccar ve soylular, baharat ticaretini ele geçirmek amacı ile “Doğu Hindistan Şirketi’ni” kurdu.
Hükümetin; Şirket’te bir payı yoktu, sadece denetim yetkisi vardı.
Şirket’e; bir yasa ile Asya’da ticaret tekeli, ordu kurma-savaş açma gibi geniş yetkiler verildi.
İngiltere; yine imtiyazlı bir şirketle, 1607’de “Jamestown Kolonisi’” ile Kuzey Amerika’daki ilk kolonisini kurdu, Resmi Senetli Hizmetkâr diye isimlendirilen bir grubu iskân etti.
İngiltere-İskoçya, parlamentolarının aldığı karar ile birleşerek “Büyük Britanya Krallığı” adını aldı.
Doğu Hindistan Şirketi; ilk seferini, 1601’de bir filo ile başlattı. Doğu Hint Adaları’nda (Endonezya); Hollanda-Fransa ve Portekiz hâkimiyeti olduğu için, Hindistan’a yöneldi.
1612’de; Surat (Batı Hindistan), 1638’de; Bombay Limanı üzerinden Hindistan ile ticarete başladı.
1640’ta, Madras (Güneydoğu Hindistan) ticaret bölgesini satın aldı. Kalküta (Bengal Körfezi)-Bombay ve Madras’da; etrafı surlar ile çevrili, kiralık askerler tarafından korunan ticaret bölgeleri oluşturdu.
Britanya’da; 1642-1651 döneminde, mali anlaşmazlık nedeniyle Kral ve Parlamento taraftarları arasında bir iç savaş yaşandı. Savaşı meclis taraftarları kazandı, 1649’da Kral I. Charles idam edildi.
1653-1659 döneminde, cumhuriyet ile yönetildi.
1658’de; Cromwell’in ölümü ile ortaya çıkacak iç karışıklığı önlemek için, sürgündeki Kral II. Charles ülkeye davet edildi.
1660’ta; parlamento ve kraldan oluşan, bizim “Meşrutiyet” dediğimiz parlamenter-monarşi yönetimine geçildi.
İç savaş-cumhuriyet; Kıta Avrupa’dan farklı olarak, serflere bir özgürlük getirdi. Bundan böyle; serflerin kente gidişinde, efendilerinin bir izni gerekmiyordu. Bu da; kırsaldan-kente, yoğun bir göçü getirdi.
Londra, dünyanın en büyük şehirlerinden biri haline geldi. Öyle ki İngiltere’de yaşayan altı kişiden biri, Londra’da ikamet ediyordu. Yani Hollanda’da kadar olmasa da; bir kentli-orta sınıf oluştu, mecliste soyluların yanı sıra aydın-tüccar ve zanaatkâr da yer buldu. Haliyle bu Britanya’ya yeni bir dinamizm getirdi.
Britanya; 1660’tan itibaren, küresel egemenlik politikasına ağırlık verdi. Koloni oluşturma-sömürgecilikte, “En düşük maliyet-en yüksek kar” ilkesini esas aldı. “İmtiyazlı şirketler ve İngiliz Korsanları araç gibi kullanma, son olarak da Kraliyet Askeri Gücünü harekete geçirme” şeklinde bir strateji izledi.
Kuzey Amerika’da, imtiyazlı şirketlerin girişimi ile 13 koloni kurdu. Çeşitli nedenlerle bu şirketlerin imtiyazını iptal etti, yönetimine el koydu, bölgeyi merkezi yönetime bağladı. Askeri güç kullanarak; 1664’te Hollanda kolonisi New York’u (New Amsterdam), 1763’te de Fransa kolonisi Quebec’i topraklarına kattı.
İmtiyazlı şirketlerle Jamaika-Bahama Adaları’nda İngiliz kolonileri kurdu, korsan saldırılarıyla İspanyol-Hollandalı-Fransız köle ve ticaret gemilerine zarar verdi, Afrika-Amerika köle ticaretini kontrolü altına aldı.
1704’te, Cebelitarık Boğazı’nı işgal etti, 1763’te Fransa’nın Karayip Adaları’ndaki egemenliğine son verdi. İspanya’nın Amerika ile olan bağını keserken, Fransa’nın Kuzey Amerika’daki sömürgeci varlığına son verdi.
Asya’daki genişlemesini, Doğu Hindistan Şirketi ile gerçekleştirdi.
Şirket; 1688’de Babür Devleti ile sürtüşmeye girince, Babür-Britanya Savaşı patlak verdi. Savaşı kazanan Babür Devleti, Şirket’i Bombay ve Kalküta’dan uzaklaştırdı.
1698’de yüklü bir tazminat ödeyerek tekrar ticari imtiyaza ve toprak kullanım hakkına sahip oldu, Babür Devleti’nin kontrolü dışında olan Hindistan alt kıtasına yöneldi.
Avrupa’da başlayan, küresel bir şekle dönüşen Yedi Yıl Savaşları’nda (1756-1763); Şirket Ordusu ve Kraliyet Donanması güç birliğine gitti. Ancak; bu Şirket’in siyasi yetkisine sınırlama getiren, daha sonra son veren, feshine giden sürecin ilk adımı oldu.
Şirket Ordusu ve Kraliyet Donanması; Fransızların Hindistan’a girişini engelledi, Babür Devleti’ne yıkılışını getiren bir darbe vurdu, Seylan-Burma-Cava-Singapur-Malakka Boğazı, “Afyon Savaşları” ile de Hong Kong’u ele geçirdi.
Şirket; Britanya-Hollanda yakınlaşması ile tekstil-çay ticaretini tekeli altına alırken, Baharat ticaretini Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’ne bıraktı. Ancak; karlı çıkan İngiliz Doğu Hindistan Şirketi oldu, bölgenin en güçlü şirketi haline geldi.
Devam edecek