
O FOTOĞRAFIN HİKÂYESİ
Ahmet B.KARABACAK
Bir cinayet zanlısı iken yurt dışına kaçan Ozan Ceyhun adlı eski bir komünist, cumhurbaşkanı tarafından Avusturya’ya büyükelçi olarak tayin edilmiş. Bunu protesto edenlerin beyanatları yanında, o şahsın bomba ile şehit ettiği Mustafa Erol’un cenaze fotoğrafı Ülkücü Kadro sitesinde yayınlandı. Bu insanı ürperten fotoğrafın nasıl elimize geçtiğini anlatmak istiyorum. Ama bundan önce, o günleri yaşamamış olan gençlerimize, o karanlık geçmişi kısaca hatırlatmak gerekiyor:
1961’lerde başlayan ve giderek çoğalan, Rus yayılmasının sözde ideolojisi Komünizme bizim de bazı gafil politikacılarımız ve Türkiye’yi bölmek isteyen Kürtçüler vatanseverlerin üzerine insafsızca saldırmağa başladılar. Gazeteleriyle, kitaplarıyla pek çok Türk gencini de kendilerine alet ettiler. O günlerde Başbakanlık yapan Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan olaylara bazen umursamaz, bazen tehditkâr, bazen tahrik ederek olayları büyüttüler. Süleyman Demirel iki kızgın grubu, sağcılar ve komünistleri İstanbul Taksim meydanında çatıştırarak ölümlere sebep oldu. Tenkit edenlere “Ne olmuş, iti ite kırdırdık” dedi. Erbakan, etrafı yakıp yıkan komünistler için “Onlar bizim namaz kılmayan kardeşlerimiz” diye işin içinden sıyrılmaya çalıştı. O günkü CHP’nin genel başkanı Bülent Ecevit ise millî meselelere kayıtsız, milliyetçilerin üzerine amansızca hücum ediyordu. Milliyetçilerin lideri Alparslan Türkeş, dağınık olan milliyetçileri bir siyasi parti içinde toplamağa çalışırken, ülkücü genç bir nesil yetişmesine öncülük ediyordu. Yetişen bu gençler, her sahada vatan düşmanlarıyla mücadele ederken, Ecevit bu gençlere “Faşistler, ırkçılar” diye saldırıyor, onun her beyanatında yurdun çeşitli yerlerinde milliyetçiler şehit ediliyordu. Meclise milletin oyu ile seçilmiş tesettürlü bir bayanı Meclisten yemin ettirmeyerek, onun talimatıyla kendi adamlarının nasıl yaka paça meclis dışına attıklarını o günleri yaşayanlar unutmadılar. Son zamanlarda tesettürlü diye hücuma ve hakarete uğrayanların temelinde o günkü CHP zihniyeti vardır.
Rusya’nın güdümündeki Kızıl Ordu’nun Türkiye uzantıları memleketi öyle bir duruma getirdiler ki, millet sokağa korkarak çıkan hale geldi. Okullara öğrenciler gidememeğe başladı. Aynı ülkenin çocukları basiretsiz idareciler yüzünde düşman haline gelmeğe başladı. Her tarafı yakan yıkan öldüren saldırganlara karşı, millet toparlanmağa, yetişen ülkücü gençler mücadeleye başladı. Bu pek kolay olmadı. O günlerde şehit olan gençlerin, ağabey ve ablalarının sayısı beş binin ( 5000) üzerindedir.

O fotoğraf…
İşte o karanlık günlerin şehitlerinden biri Mustafa Erol’dur. Rahmetli Mustafa, bizin evin hemen yakınındaki Adana öğrenci yurdunda kalıyormuş. Babası da eski bir komünist olan, Avusturya büyük elçisi tayin edildi diye hayretle duyduğumuz Ozan Ceyhun adlı sözde öğrenci bir çaydanlığın içine yerleştirdiği patlayıcı ile Mustafa Erol’u şehit etmiş. Birkaç saat içinde İstanbul’daki milliyetçiler Adana yurdu önünde toplandı. Ama komünistler kaybolup gitmişlerdi.

Ertesi gün, İstanbul’da pek görülmeyen kar tipisi altında binlerce ülkücü, şehit kardeşlerinin battaniyeye sarılmış mübarek bedenini, memleketine göndermek üzere Vatan caddesi yoluyla yürüdüler, sloganlar attılar…
İki veya üç gün sonrası idi. Herkes sıkıntı içinde dertleşmek için birbirini arıyordu. Ecevit ülkücülere “faşistler” diye saldırıyor, bizler de cenaze kaldırıyorduk. Ben yayınevinden çıktıktan sonra, arkadaşlarımızın akşamları toplandığı meşhur Marmara Kıraathanesi’ne uğrayayım dedim. Bizim çilekeşler oturmuşlar, dertleşiyordu. Yanlarına oturdum. Yakınımda, benim hemen her gün yanıma uğrayan hukuk fakültesi öğrencisi (şimdi avukat) Tarık Erkek’in elinde rulo haline getirilmiş büyükçe bir karton var. Aldık baktım; işte o çarpıcı fotoğraf. Mustafa Erol’un cenazesinde, Vatan caddesinde, Murat Paşa Camiinin sırasında çekilmiş. Altındaki imzaya baktım; Anadolu Ajansının, zamanın en başarılı basın fotoğrafçısı, çok yakın arkadaşım İsmet Taşkurt. Tarık’a, bunu ben iade etmek üzere alayım, dergiye kapak yapalım, dedim. O sırada biz, gençlerin fikri seviyelerini yükseltmek gayesiyle, benim sahipliğini, Hasan Külünk’ün yazı işleri müdürlüğünü yaptığımız ÜLKÜCÜ KADRO dergisini neşrediyorduk. Bu günün saygın iş adamlarından olan Hasan Külünk, derginin hemen bütün yükünü şikâyet etmeden taşıyordu. Fotoğrafı ona verdim ve kapakta değerlendirmesini söyledim. Hasan, sadece kapakla yetinmemiş, dergi ile dağıtmak için büyük boy fotoğrafı parlak, birinci hamur kâğıda bastırmış. Tam hatırlamıyorum ama, dergi belki 20 binden ziyade basılıyor ve Türkiye’ye dağıtılıyordu. Fotoğraflar dergi içlerine konarak hediye olarak dağıtıldı.
İsmet Taşkurt, Iğdır’lı, benden birkaç yaş büyük idealist bir arkadaşım idi. Zaman zaman gelir sohbet ederdik. Bir gün yanında bir genç kız ile geldi. Yeğeni imiş. Ülker adlı yeğeni İstanbul’da bir fakülteyi kazanmış. Baktım boynunda Erzurum taşı üzerine altın işlemeli bir bozkurt kolyesi var. Komünist ve kürtçülerin kol gezdiği okulunda kolyeyi boynunda çekinmeden taşıyormuş. Tanıştırdı, ona:”ders olmadığı zamanlar Ahmet ağabeyinin yanına gel.” Dedi ve bana “göz kulak” oluver diye rica etti. Bu fotoğraf ve yazı sebebiyle, yakın zamanda vefat eden sevgili İsmet’e de Allahtan rahmet diliyorum.