Ali BADEMCİ
Nihal Atsız-Necip Fâzıl-Nâzım Hikmet, XX. yüzyıl Türkiye’sinin en önemli üç şahsiyetidir. Yıllardan beri tartışılan düşünceleri ve kişililerinde hâlâ bir noktada birleşilmiş değildir. Duygusal davranmanın çok anlamı yok; bu kadar tartışıldıklarına göre elbette düşünce hayatımızda derin izler bırakmışlardır. Nihal Atsız’a kafatasçı, Necip Fâzıl’a ümmetçi, Nâzım Hikmet’e de komünist deyip geçemeyiz; bu işin kolay yönünü seçmek olur.
N. Atsız- N. Fâzıl- N. Hikmet, son Osmanlı döneminin aynı kuşağına mensup, doğum tarihleri arasında birer ikişer sene fark var. Bunlar, II. Abdülhamid okullarının da ikinci kuşağıdır. XX. yüzyıl Türk edebiyatı ve düşünce hayatına damgalarını vurmuşlardır. Onları “İttihad-ı Türk, İttihad-ı İslâm, İttihad-ı Anasır”gibi temel düşünceleri bilmeden anlamak mümkün olmadığı gibi, işi polemik veya siyasi boyutlarda değerlendirmek kesinlikle yanlıştır. İşte, sürekli olarak bu yanlışları yaptığımız için sağlam düşüncelere sahip olamıyoruz. Elbette o devirler çok gerilerde kaldı; toplum olarak aynı yerde saymadığımız da bir gerçektir. Zamana ve mekâna göre düşünmek zorundayız; böyle olunca mutlaka üçünün de fikir ve düşünceleri doğrudur; kendilerine ve taraftarlarına saygılı olmak zarureti ortaya çıkmaktadır. Çünkü netice olarak Türk kültür ve düşünce hayatı milletimizin atar damarıdır. Şimdi “düşünür” diyoruz ama bunlar “mütefekkir” insanlardır; her zaman böylelerini yakalamak kolay değildir. Düşünebiliyor musunuz, üçü de dünya siyasetini etkilemişlerdir. Bunu görmemezlikten gelebilir miyiz?
Üçü de, o zamanki yegâne aydın sosyal yapımıza göre asker menşelidir. Atsız, Askeri Tıbbiye, Necip Fâzıl ve Nâzım Hikmet ise Bahriyelidir. Bir İmparatorluk olan Osmanlı’yı soy kütükleri ile çözemeyiz. Ancak Cumhuriyet’ten sonra yüz yıl önceki Avrupa’ya imrenerek “Millet” toplumu olmaya başlamışız. Bu sebeple, onların Türklüğünü tartışmak polemikten öteye gitmediği gibi, 1950’li yılların kara çamuru ”Mason” gibi değerlendirmeler de, tamamen siyasi demagojiden ileriye gitmez. Bizim ufkumuzu ancak onların, fikir ve düşünceleri ile dünya görüşleri genişletebilir. Şu tarihte, birbiri için şunları yazmışlardı, o haksız da, bu haklıdır münakaşaları çok doğru değildir. Elbette âşıkvari bu atışmaları bilmek zorundayız; lâkin bunlar bizim karar vermemizi etkilememelidir.
Atsız Bey bir ideolog, tarihçi ve edebiyatçıydı; fakat Necip Fazıl da, bir ideologdur ve aynı zamanda iyi bir nesir ustasıydı. Şairliğini tartışmak bile yanlıştır; çünkü o, 1934’e kadar sadece bu yönü ile tanınmıştır. Atsız Bey, Fuat Köprülü’nün öğrencisi olarak mektepli bir tarihçi-edebiyatçı ve ideologdur. Necip Fazıl bu bakımdan alaylıdır ve ilmiye mensupları ile çok ilgisi olmamıştır; Nâzım Hikmet de böyledir.
Atsız Beğ, “İttihad-ı Türk” yani Türkçülük taraflısıdır ve batılılara göre bu “Pantürkizm”dir; hatta bazıları, bu isim yerine “Panturanizm” deyimini de kullanmıştır. Atsız şüphesiz ki, hudutsuz bir Türklük sevdalısı idi; fikirlerinde sınırları olmayan bir Türk Dünyası ifâdesi katiyen yoktur. Bu bakımdan onun için yapılan bu yakıştırmalar tamamen mesnetsizdir. Necip Fâzıl “Babıali” adlı hatıra yazısında, Atsız ile kavgalı günlerinde onun için “Rıza Nur yetiştirmesi, Hitlervari koyu ırkçı” demiş. Bu tamamen siyasi bir polemiktir ki, Yağmur bile bu görüşlerden etkilenerek Atsız makalelerine yazdığı önsözde aynı görüşlere katıldığını belirtiyor. Türk insanı “Hitlervari” ırkçı olamaz; çünkü Türk etnolojisi de böyle bir şeyi doğrulamıyor. Bunlar aşırı ifadelerdir ve Atsız Beğ’in sınırsız Türklük sevdalısı olmasından kaynaklanmaktadır. Necip Fazıl’a göre Atsız Beğ, Müslüman değil, ”Şaman”dır. Hakikatten şu büyük insanların bu gülünç işlerle uğraşması ne kadar çirkin! Atsız Beğ gibi bir insan, Vahdeddin’e bile sırf Osmanlı olduğu için “Hain” demeyecek de, o birikimle mi “Şaman” olacak? Üstad İslamiyet’i sormuş da, Atsız ”Milletimin dinidir” demiş; ne var bunda! Haddi zorlandığı zaman daha aşırı yazılarını da elbette bulabilirsiniz; fakat bunlar onun Müslüman olmadığını ispat etmez. Kaldı ki, Müslüman olmayan Türk’ü Allah’tan evvel cehenneme mi göndereceğiz? Yani İslâmiyet bunu kabul eder mi? Neden Müslüman olmayan Araplar ve Farslar için böyle bir şey söylenmiyor da, Türkler bahis konusu olunca tedbirli olunuyor? İran’da hâlâ Zerdüşt, Araplarda Kıptı-Hristiyan var! Gerçekten bu görüş ve tasavvurlar çok gerilerde ve günümüzdeki ilmi hakikatlerin dışında kalmıştır. Atsız Bey’e göre esas olan Türklüktür ve inançlar vazgeçilmez birer kültür unsurudur. Günümüzde böyle bir millet tarifi çok daha akılcıdır ve sosyolojide millet mefhumunun tarifinde “Din” ögesine yer verilmez.
Necip Fazıl, siyasi akımlarla 1940’lardan sonra ilgilenmeye başlamıştır ve Osmanlı kalıbında yeri “İttihad-ı İslâm ve İttihad-ı Anasır”dır. Her şeyi, her ideolojiyi İslâm’la izah etmek; ona göre bunun adı “İdeologya Örgüsü”dür. En önemli şiiri Sakarya Türküsü methiyeden ziyade, bütün olarak meczeden bir düşünceye sahiptir. Cumhuriyet ile ilgili fikirleri müspet olmamakla beraber, Atatürk’e karşı olduğu söylenemez; onun kafasında iki Atatürk vardır ve herhalde kendi kafasındaki Atatürk daha önemlidir. Atatürk için “O Türk’e, hem Türk’ü hem de Avrupalıyı inandırabilirdi. Bir millet için esaret ve mahkûmiyet anının bir vakıa halinde teslim edildiği hengâmede bu vakıaya tek inanmayan adam o idi.” der. Belki Atsız Beğ’de, olduğu gibi düşünceleri ile çelişen başka beyanlarını da bulabilirsiniz. Türklüğün de aleyhinde değildir, fakat düşünce hayatında Türklük ölçü değildir. Hatta İslami görüşlerinde de, Sünni İslâm öndedir. Hiçbir şekilde Necip Fazıl’a bugünkü Siyasi İslam’ın fikir babası gözü ile bakılamaz; çünkü Milli Görüş mensupları için “Bunlar lağım suyu” demiştir ve bunu ağzından duyup tespit ederek zamanın Hergün’ün de yayınlamışızdır. Şunu bilhassa söylemeliyiz ki, Türkeş Bey, Atsız’ın ne kadar etkisinde kalırsa kalsın Necip Fazıl için aşırı düşüncelere itibar etmemiştir.
Nâzım Hikmet’e gelince, daha Rusya’da ihtilâl olmadan Avrupa’da kaçak yaşayan Lenin ve arkadaşları gibi komünizme şiddetle inanmıştır. Gerçekten zamanın büyük şair ve edibidir. Türklüğü inkâr etmez, fakat materyalisttir. Hayatı Rusya’da geçmiş ve kitapları ülkesine sevda ile başlamış sevda ile bitmiştir. Bugün dünyada ve özellikle Türk Cumhuriyetleri’nde her şeyden evvel bir şâir olarak çok büyük şöhreti vardır. Rus kaynakları, eskiden beri onun komünistliğinden bahsetmez iken Türkiye’de sol câmianın dışında itibar edeni yoktur. Türk aydını İslâmcıların iâde-i itibar teşebbüslerinden ziyade, Türkeş Bey’in onun şiirini okumasıyla durumdan haberdar olmuşlardır.
Şartlar ne olursa olsun, Türk Düşüncesi bir bütündür; herkesin fikir ve düşüncelerini bilecek, fakat itibar edilmesi gerekenleri ancak siyasete aktaracağız. Öyle ulu orta ve tam bir sokak ağzı ile tenkit edersek bu iş siyasi bezirgânlığa döner. Herkesten bir miktar gelişme numunesi alan ve böylece sistemleşip ilmi kabiliyeti artacak olan milliyetçilik, ancak hudutlarını genişletebilir. Fikir adamlığı ile ilgisi olmayan sorumsuz kişiler, siyaset müessesenin de adını kullanarak yayımladıkları kitaplarda böyle pisliklere yer veriyorlar. Bari yayıncılar biraz akıllı olsun; nokta yok, virgül yok, beyin yok kafa yok! Böyle milliyetçilik olur mu? Başkalarına hakaret edilerek büyük olunmaz; insan küçülür ve pire gibi ezilir. Bu insan müsveddeleri kendilerine başka oyuncak bulmalıdırlar. Kesinlikle bu adamlara şâibeli gözle bakılmalı ve arada barındırılmamalıdır.
Muhabbetle.